Hoffman’ın Steal This Book‘u Türkçeye çevrilmedi bildiğim kadarıyla, çevirtse çevirtse SUB çevirtir ama piyasa da leş şimdi, filmle idare ederiz. The Trial of the Chicago 7 fıkır fıkır bir Hoffman sunuyor izleyiciye, adam çok daha uçuk ama mahkemedir, hapistir derken durulmuş azıcık, durulmuş hali o. Öncesinde marketlerden çaldıkları, beleşe buldukları veya son kullanma tarihi geldiği için ucuza satılan malzemelerle yemek yapıp yoksullara dağıtıyorlar, çakma banknotlarla Wall Street’i felç ediyorlar. Anarşi! Rachel Kushner’ın Alev Püskürtenler‘inde “Orospu Çocukları” nam kriminal bir grup var, Hoffman’ın tayfasına benziyor biraz ama kıvırcık saçlı deli adamımızın birilerini öldürdüğü yok. Sanırım. Çevirmen Hira Doğrul’un giriş yazısında belirttiği gibi Hoffman daha lisedeyken sisteme uyum sağlayamayacağını anlıyor, okula siktiri çekiyor ve dönemin toplumsal hareketlerine dahil oluyor. Başlangıçta SNCC’ye katılsa da bu oluşum 1966’da radikalleşerek beyaz üyeleriyle selamı sabahı kesince Hoffman uyuz olmuş, uğraşmaya başlamış adamlarla. Aydınlanmış da biraz, insan hakları ve özgürlük hareketlerinin ırk temelli değil de sınıfsal olması gerektiğini anlamış. Araları düzelmiş sonra, hippi hareketi de yükselince kendini çiçek bahçesinin ortasında bulmuş Hoffman. 1967’nin sonlarına doğru arkadaşlarıyla birlikte Yippie’yi kurmuş, eylemlerini sürdürmüşler, rehberden rastgele seçtikleri 3.000 kişiye mektupla cigaralık göndermişler falan, matrak. 1968’de dananın kuyruğu kopuyor, filmdeki mevzular yaşanıyor ve tayfa mahkemeye veriliyor. O dönemler medyanın ilgisini çeken mesele bu, serseriler Amerikan Rüyası’nı bokluyor. Şebeke suyuna LSD karıştıracakları söylentileri, binlerce kişinin toplandığı eylemde polisle girilen çatışma derken 1.500 kişinin kafası gözü patlar, temsili şurada. Yargılanırlar, yedikleri ceza temyizden döner yanlış hatırlamıyorsam, sonra 1989’da intihar edene kadar eylemlerini sürdürür Hoffman. Yaşamı aşağı yukarı böyle diyemeyeceğim, ortadan kaybolduğu yıllarda ne yaptığı tam olarak bilinmiyor sanırım. Anarşiklik. Sonuçta 1968’deki davadan tam zamanında yırtarak Woodstock’a yetişiyor, izlenimleri muazzam. Şöyle bir olay var mesela, The Who’dan Pete Townshend gitarını Hoffman’ın kafasına çat diye indirmiş. Hoffman asitten kelle olduğu sırada sahneye fırlayıp John Sinclair hakkında bir şeyler söylüyor, kafaya gitarı yedikten sonra Townshend’la küfürleşiyor ama o kısımlar yok kayıtta.
Baştan alayım, Hoffman’a göre Woodstock hayallerindeki ülkenin inşa edilmeye başlandığı yer. Kültür devrimcisine dönüştüğünü hissetmiş orada, komünü kurmak için gidip organizatörlerden ve yerel yöneticilerden para koparmışlar, yağmur yüzünden alan koca bir bataklığa döndüğünde mekândan ayrılan solcuların arkasından gülerek bakmışlar. Alanda doktorlar, yolda tutuklanabilecek olan avukatlar varmış, New York’tan gelenlerin çoğu sözde yer kalmadığı için geri çevrilmiş falan, curcuna yaşanmış. Hoffman festivalin etrafında dolanan akbabaları görünce kaygılanmış azıcık: “Devrim satılabilir bir metaya dönüşüyordu, bununla başa çıkmanın tek yolu parayı hile hurdayla kaldırmak ve bunu gübre gibi etrafa dağıtmaktı.” (s. 86) Organizatörlerle bilet pazarlığı da yapıyorlar, aslında Hoffman’ın istediği kimseden ücret alınmaması ama adamları ikna edemiyor, maddi durum düzeldikçe daha büyük güzellikler yapılacağına dair söz alıyor bir tek. Woodstock anılarının dışında bir dünya şey var tabii, Janis Joplin’i becermek istemesi mesela. Adam yazı yazmış bununla ilgili, Joplin’in politikayla, protestoyla uzaktan yakından ilgisi olmasa da yamuğu yokmuş, belki de Hoffman anlatamamış neler döndüğünü, Domuzlar Ülkesi’nde yaşlı osurukların rahat koltuklarından verdikleri emirlerin katliama dönüşebileceğini dile getirememesi Hoffman’ın suçu, o da Joplin’in şarkılarına bakarak protest birkaç nüans yakalamaya çalışıyor. O kadar da boş değilmiş kadın, dünyayı istediğini söylüyor, hep birlikte bir şeyler yapabileceklerini de söylüyor, devrime yontabiliriz bunları. Gerçi yavuklusundan Mercedes de istiyor ama onu da devrim için kullanabilir, neden olmasın? Hoffman sosyal zekâsı acayip yüksek bir adam belli ki, hemen herkesle iletişim kurabiliyor, insanları kolaylıkla etkileyebiliyor, şeytan tüylü hayta. Tüm dünyayı 88 dolara nasıl dolanabileceklerini okurlarına anlatacakmış ama Woodstock’a gelirlerse, on yüz bin kişinin kaçı Hoffman’a gelmiştir acaba? Eylemlerini takip eden kaç kişi vardır, mesela kendisini yargılayanlara yolladığı mektuptan, taleplerinden etkilenen var mıdır? Hoffman’ın dilekleri: John Sinclair ve diğer tüm politik mahkumlar serbest bırakılacak, Woodstock’tan el çekilecek, ülkenin farklı bölgelerine özgürce giriş çıkış hakkı tanınacak, televizyonlarda Woodstock’a dair bir şeyler gösterilecek, “iki ülke” arasındaki her türlü çatışma ortadan kaldırılacak, böylece suya LSD atılmayacak, özgürleşmek isteyenlerin Woodstock’a gelmesine engel olunmayacak, kültür akbabalarından her yıl 300 milyon dolar toplanacak ve özgür ülkenin insanlarına verilecek, polisler uzak tutulacak, kısacası müzakereler sürdürülecek ve orta nokta bulunacak. Hoffman’ın şovlarından biri bu mektup, yolladığı sayısız mektubun yol açtığı infial malum. Şirketlerin giriştikleri “gençliği kazanma” etkinliklerine karşı uyarıyor milleti diğer yandan, festival sırasında gençleri geri kazanmak ve ortaya çıkan enerjiyi hüpletebilmek için toplantılar düzenlemişler. Hoffman şirketleri bir bir sıralayıp yedikleri herzeleri sayıyor bir bir, vergi kaçakçılığından napalm üretimine dek uzunca bir liste. Columbia Records’un festivale verdiği desteği geri çekmesinde bu şirketlerin etkisinin olduğunu düşünüyor Hoffman, müzik dünyasının en büyük isimlerinin yer alacağı ve muhtemelen gelmiş geçmiş en büyük festivalden bir kayıt şirketinin desteğini çekmesi neçe harekettir?
Hoffman’ı doğrudan öldürmeye çalışmadılarsa da yargılamalar sırasında sağlık problemleriyle boğuşan kardeşimize hepatitli iğneyle bir şey zerk etmişler, adam kendini bilmeden kaç gün yatmış da incecik kalmış, devlet terörü basbayağı. Dünyanın en güçlü rakibine karşı kaba kuvvetten ziyade hayal gücünü kullanıyor Hoffman, arkadaşlarıyla birlikte yazdığı düzmece mektup misal. Che’nin ağzından yazılmış gibi bir şey, ABD’yi yerin dibine sokmakta mahir. Bolivya cangıllarında keşfedildiğini duyurup okutacaklarmış mektupları ama vazgeçmişler, ücret almadan yayımlamışlar sonra. Çok alakasız ama bu mektup dümeninden ekmek yiyen en meşhur adam herhalde dayısı Oscar Wilde’ın çakma mektuplarını hazırlayıp satan Arthur Cravan’dır, servet kazanmış adam.
Son iki mevzu, ilki müzik. İnsanlar Hoffman’a niye öyle yaşadığını soruyorlarmış, Hoffman tatmin edici cevaplar vermiyor tabii, ona göre tatmin edici cevap kıçta torpil patlatmak olabilirdi. Devrimi bekliyor adam, yapacak başka bir şeyi yok. 1950’lerden beri bekliyor, okuldan atıldıktan sonra arkadaşlarıyla birlikte anarşik işlere girdikleri zaman piyasada mıy mıy müzik yapan gruplar varmış, kültürel kanaldan pek destek gelmiyormuş ama Elvis çıkmış ortaya, kasıp kavurmuş. Başlarda Elvis’e karşı büyük bir dalga yükseliyor tabii, Amerikalılar çocuklarının ahlakını bozabilecek bu deli adamı görmek, dinlemek istemiyorlar ama karşı koyamıyorlar, en sonunda televizyona çıkarmak zorunda kalıyorlar adamı. Ed Sullivan’da şarkısını söyleyen Elvis’in belden aşağısını çekmemişler, Hoffman saydırıyor bir güzel. İlginçtir, sonraları Vietnam konusunda pek bir şey söylemeyen Elvis iktidarla yakınlaştığı için sağlam eleştirilecek, Hoffman’ın bahsettiği “satılık devrim” böyle bir şey. Hippilerle muhabbetler de başka bir şey, hemen hepsi babalarının dünyasında var olmayacaklarını anlayan gençler. Düzenli iş, düzenli yaşam ve düzenli ölüm bu çocuklara göre değil, bu yüzden Hoffman’a göre milyonlarcası yollara düşüyor ve yollarda ölüyor, yine de diledikleri gibi yaşıyorlar. Zorlu tipler hayatta kalıyor, hatta sivil bir polisin taşaklarına tekmeyi yapıştırıp tutuklanan Townshend en büyük çiçek olabilir, olmayabilir, gitarını kafasında kırmasına rağmen Townshend’i seviyor Hoffman, belli.
İlgilisi kaçırmasın, yeni baskısı yapılmaz muhtemelen.
Cevap yaz