Agustín Fernández Mallo – Nocilla Deneyimi

Çamaşır ipine formüller asan karakterin bir benzeri 2666′da var, bir arkadaşı mektubunda yazmış Mallo’ya, “Borges’in deyimiylee gizli bir düzen meydana getiren tesadüflerden biri” muhtemelen. Öyle: “Ne kadar şaşırsam da o kitabı okumamıştım gerçekten, bunu da şunu teyit etmiş olduğumu göstermek için belirtiyorum: Nihayetinde hepimiz istesek de istemesek de bizim kontrolümüzün ötesindeki bir edebiyatın gizli bağıntılarına geri dönüyoruz.” (s. 195) Olasılıkların, düşünülebilenin denk gelişi. Bir bölgedeki kuş yuvalarının konumunu belirleyelim, yatay bir DNA sarmalıyla karşılaşabiliriz, bilgiden yoksun ışığın, hiçbir şey taşımayan ışığın paradoksunda insanlık hastalığı anlamın, evrenin anlamının izini bulabiliriz, mesela Küçükyalı’nın, tabii Türkiye’nin antipodu Şili’yle Yeni Zelanda arasında bir yere denk düşüyor, dileyen şurayı kurcalayabilir, karşı kutbumda biriyle aynı anda nefes aldığım an hayal meyal sezdiğim bir öte yaşamın, sahte(?) anıların bilincime hücum ettiği an mıydı, bir gemi olsun ki denizden yüksekliği tam benim denizden yüksekliğim kadar yükseklik sağlasın karşı kutbumdakine, bunun anlamı, yakınlıkların anlamı, uzaklıkların, aynılığın, başkalığın, ne olacaktı diye düşünürken Dünya’nın antipodu olabilir mi diye bulutlara baktığımda o sonsuzluk hiç korkutmadı, sonsuzun sessizliği ürkütücü olabilir ama geçici bir sonsuzluk, yaşamımızın kısalığı boyunca ki yine insan merkezlilik neden oluyor buna, sonsuz diye bir şey yok oysa. Mallo’nun karakterleri arasındaki bağlantılar için Thom Yorke’un röportajından bir bölüm yeterince açıklayıcı, Mallo müzisyenlerin röportajlarından bölümler alıntılamış, metninin temelini atmak için, metinle çok uzaktan ilgiler kurmak için, sırf beğendiği için, tıpkı Einstein’ın teorilerini boşluktan, sıkıntıdan çıkardığını anlattığı alıntılar gibi, Yorke’a göre müzik dinliyoruz çünkü hikâyelerimizi bir arada tutuyor müzik, albümler daha doğrusu, albüm hayatımızın izdüşümüne dönüşüyor ve zamansallık oluşturuyor hemen, yaşamımızın bir bölümünde sadece bir albümü dinleriz, sadece o albüm anlatacaktır hikâyemizi, aslında sanatın esas işlevi yaşamımızı bir arada tutma çabasıdır, örneğin babamın aptallığından bir parçayı Kartal tren istasyonuyla, Still Life‘la hatırlarım, hatta “The Moor”la, havanın soğukluğunu, on sekizinci yaşıma girdiğim ilk günleri, lisenin son zamanlarından birkaç haftayı, ne hissettiğimi, ne düşündüğümü bilirim albümü her açtığımda, böyle taşlarla dolu geçmişim hiç geçmez böylece, kayalar, biri bana kulaklığını uzatmıştır da yeni bir kayaya çarpmışımdır, bir kaya daha bulduğum için sevinmişimdir, iyice yerleşsin diye sahillerde yürüyüp dinlemişimdir, kulaklığı uzatanı, yirmi yıl öncesini bu sayede çakmışımdır, sağlamdır, dönüşlerden bahsetmek mümkün değildir çünkü dönülecek bir yer yoktur, her yer bu yerdir, dönülecek tek yere adım adım dönerim zira şimdileşen gelecektir, geçmiş olacak olan gelecektir, geçmişe hiç varmadan şimdileşecek gelecek. Bu bir parça Zen, bir parça ñawpaq, sezdiğimiz şeylerin parçaları. Çin’in antipodu And Dağları’na denk düşüyor olabilir mi?

Steve aşçı, müdür, ideolog, işletmeci, restoranında ilginç yiyecekler sunuyor müşterilerine, yumurtaya bulanmış polaroid fotoğrafları yediğinde kendi görüntüsünü yiyor kişi, üç renkli elektrik kablolarını yediği zaman gözleri televizyona dönüşüyor, önceki günün maçlarını veriyor, ikinci el kitapçılardan alınan kitaplardan koparılan sayfalar şeker şurubuna batırılıyor diyelim, sayfada ne kadar az mürekkep varsa o kadar tatlı oluyor yemek, Dostoyevski’yle acılaşıyor, Kerouac’le sokak lezzetleri, neler. “Şimdilik nesne pişiriyoruz, sağda solda bulduğumuz ufak tefek şeyler, ama sen mesela bir gemiyi, bir uçağı, New York şehrini ya da bir ışık ışınını, hatta daha da iyisi, ufku pişirmek istemez miydin?” (s. 107) Eşi Polly’ye nasıl pişireceğini çözdüğünü söylüyor bir ara, gün batarken ufku görebileceği bir yere gidiyorlar, sokaktan mı buluyordu müşterileri, yanında mı getiriyordu, güneş ufka değdiği an işlemin başladığını ilân ediyor, yaklaşık sekiz dakika, ideal süre boyunca bekliyor, dünyanın emeğinin karşılığını görüyor. Yemek önemli değil, bilişin sunduğu pişirme işlemi, sungu, hayal gücüne hediye. Sandra’ya göre uçakta ufuk olmaz, gözlerini karşıya diktiğinde yüzeyin çok üzerinde olduğu için ufka dair hiçbir şey yok, orada başka bir pişirme işlemi geçerli ama haberi yok tabii Sandra’nın, o dünyayı başka bir yerden kavramaya çalışıyor, Marc yaşadığı terasta matematik formüllerini asıyor gerilmiş kablolara, oluklu mukavvalardan ve fiber çimento panellerden inşa ettiği sekiz katlı bir binanın tepesinde güneşe bakıyor, Philips 1968 Tarım Rehberi ile tarıma dair hiçbir şey yapmıyor zira kitaplar sadece taşıdığı bilgilerle kitap olmazlar, herhangi bir sebepten de kitap olabilirler, insanlar sadece var oldukları için var olurlar, dolayısıyla türlü eşlenimler, denkleşmeler sadece olanaklılığın sonucudur. Rusya’nın bir ucunda apandis ameliyatı yapan doktor hep bir parça izotop çıkarırsa küçük bedenlerden, arka arkaya gelen çocuklardan çıkardığı parçaları prosedür gereği paketleyip ötesiyle ilgilenmiyorsa, neden arka arkaya onca çocuğu ameliyat ettiğini hiç düşünmediyse atom savaşlarının yakın olduğu söylenebilir mi, bedenlerin kasa olarak kullanılması dünyanın bir ucundaki doktoru ilgilendirmiyor da diğer ucundaki Meksikalıyı neden ilgilendiriyor, ilgilendirir miydi, hani karıncaların İtalya’dan İspanya’ya kadar ördükleri bir tünel ağı vardır da Sovyetler zamanında inşa edilmiş dev petrol boruları terk edildikten sonra ne anlama gelir, yanıcı maddenin iletilmesiyle besinin iletilmesi arasında bağlantı nasıl kurulacaktır, o tünellere giren çocukların çıkış yollarını bulmaya çalışırlarken Kiev’e geri döndüklerini, üstelik yıllar sonra başladıkları yerde belirmelerini hayal kırıklığıyla mı açıklamalı? Ortaya hiç çıkmayanların tamamı ölmüş değildir, belki kimsenin bilmediği bir yere de çıkar o borular, kimsenin yıllardır ilgilenmediği, belki varlığından bile haberdar olmadığı nesneler, yapılar kendi mucizelerini doğurabilirler veya doğanın pek uzağına düşmeyip atomik dönüşümleri sağlayabilirler, kim bilir, Mallo’nun metinlerini şu videoya indirgeyebiliriz, metinlerindeki her bir hikâyeyle birlikte. Belki hepsi birdir. Yeterince uzun süre beklersek hepsi birdir. Peçiç oyunu her karakterin yaşamına öyle veya böyle etki etmiştir, zaman oyundur, yaşam oyundur. Ve hiçbiri. Seçimse konu. Açık bırakılan radyodan karakterlerin başına bir şey gelmişse duyarız, bölümlerin bazıları bu radyonun duyurduklarına ve mekânın içeriğine ayrılmıştır, içerik pek az değişir zira zaman geçmektedir ama radyodan duyduklarımız zamanın geçmediğini anlatır, dünyada sürekli bir şeyler olmaktadır, sürekli bir şeylerin olduğu dünya yüz yıldır bir şeylerin olduğunun sürekli duyurulduğu dünyadır, öncesinde öyle bir dünyanın varlığından söz edilemez. Hiçbir şeyin olmadığı dünya bir şeylerin olduğu sabitlikteki dünyadır.

Devrelerden, silikondan çıkan madde, insana dair onca birikim plastiğin üzerinde birikiyor, eski bilgisayarlar yaşam parçalarıyla dolu, katılaşıyor bu parçalar, karakterin biri eski bilgisayar parçalarının peşinde koşarak yaşam hardware avcısına dönüşüyor, maddeyi kazıdıktan sonra yaysa bütün dünyanın sabitliğini duyurur, yutsa defalarca yaşamış kadar olur. Reenkarnasyon?Reenformasyon! Kaç karakterin “geçişkenliğine” değinmedim, Sandra’dan bahsettim bir, onunla bitireyim: “Kemikleri bulmak, sınıflandırmak ve çalışmak kolay, diye düşünüyor, yerkürenin yüzeyini komple süpürmekten başka bir şey gerektirmiyor; sadece zaman ayırma meselesi. Esas zor olansa, o dinozorun şimdi artık partiküllere ve toza dönüşmüş derisini, dünyayla arasındaki çözünmüş sınırını, başına gelen her şeyin açılmış aynasını bulmak, ki bu aslında T-Rex adlı o vahşi hayvanda toplanan imgeleri, taşınabilir bilgisayarıyla, yeni kravatındaki Colgate logosuyla, Palma-Londra arası uçuş kartlarıyla, 23 yaşındaki genç yabancı derisiyle birleştiren parçayı oluşturmakta.” (s. 17) Yeterince uzun süre, insan için deneyimlenebilir olmayan.

Mallo fizikçi, fiziği tam anlamıyla metinde uygulayabiliyor. Bir örneğini Gospodinov’da görmüştük.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!