Dimitris Sotakis – Bir Süpermarketin Hikâyesi

Otuz yedi yaşındaki Roviros Anthropos dünyanın en uzak(?) yerinde, Yeni Zelanda’nın Hamilton’ında yaşamakta, kıytırık bir derginin kıytırık bir muhabiri olarak çalışmakta, iş çıkışlarında aynı kıytırıklıkta mekânlara giderek iş arkadaşlarıyla takılmakta ve yoksul evine dönmektedir günün sonunda, babasının pis bir komisyonculuk bürosunda çalışmak için geldiği Hamilton’ı adaya düşene kadar sevmiyor muydu, bütün olumsuz fikirleri tek başına kalınca mı ortaya çıkmıştı bilinmez, sanıyorum oradayken ne olduğunu anlayamayanlardan, başka yerde fark edebiliyor önceki yerin ederini. “Dünyanın başka bir yerine kaçmayı o kadar istememe karşın bu olanlar yaşanmasaydı, arzum çok zor gerçekleşirdi. Çoğunluğun felaket olarak değerlendireceğine emin olduğum durum, benim için tartışmasız bir nimet oldu.” (s. 6) Olumsuz bir durumdan kurtulmanın karşılığı süpermarket kurmak, bakacağız. Gemi batarken bağıran tayfaya bakıp gülmek, buna şimdi bakalım, adamlar “mafyacı deniz kurtlarına” benziyorlar, hepsinin alnında dikiş izleri var, maaşları ödenmediği için küfrediyorlar ve Filipinli orospular hakkında muhabbet etmekten başka bir şey bilmiyorlar. Veri topluyorum Anthropos’u metne konumlandırmak için, şöyle: annesiyle babasının kaza geçirip ölmelerinden sonra bir başına kalmış, sevgilileri olmuş ama uzun süreli bir ilişkisi olmamış, tıkıldığı ofiste yavaşça çürüyor, parası olmadığı için kaçma hayalleri kurduğu Avrupa’ya bir türlü gidememiş derken bir haberin peşine düşüp yallah Yeni Gine’ye. Patronu o kadar para harcamış, haberi bekler mutlaka, bir şeyler uydurmak zorunda olduğunu düşünüyor. Eğitim almış ama ne eğitimi belli değil, pek bir şey okumadığını söyleyebiliriz, dünyaya dair hemen hiçbir fikri yok, sağlam para kaldırmazsa küçük bir hiç gibi var olmaya devam etmekten ödü kopuyor sadece. “Küçük adam”ın tam karşılığı, tabii o küçüklükle süpermarketini nasıl inşa ettiği de anlaşılmıyor, ağaçları kesip kütük haline getirmesi, doğru noktalara koyarak hayvan gibi yük taşımasını sağlaması, avcılık yeteneklerini fark etmesi(?) derken Rambo’ya dönüşmüş buluyoruz adamımızı, ne cevherler gizlediği zamanla ortaya çıkıyor. İki polisin zort diye ortaya çıkıp Anthropos’u bulmalarına dek adada üç yıl çalışmış Anthropos, bu üç yılda yaban domuzundan balığa pek çok hayvanı avlamayı öğrenmiş, mimari bilgisi de iyi, adım adım anlatıyor zaten yapıp ettiklerini de kafayı kırmasını sırf küçük adamlığına mı bağlayacağız, orası da muamma. Bu kadar aklı başında bir anlatım ya kusursuz bir deliliği gösteriyor ya da başarısız bir anlatıcılığı, paramı ikinciye basıyorum zira metnin zekâsı o kadar, ötesini sezdirecek herhangi bir eylem, düşünce yok, çoğun kesme biçme işlerinden başka bir şeyle karşılaşmıyoruz. Mesela, karakterin zekâsı, alçaktan bir uçak geçiyor da saklanıyor Anthopos, hayaline ulaşmasına bir adım kalmışken bulunmak istemiyor ama süpermarketine müşteriyi nereden bulacak o durumda, uzaklardan bir motor geldiği zamansa saklanmıyor çünkü süpermarkete müşteri lazım? Tutarsızlığı tutarsızlık olmaktan çıkaracak hiçbir gerekçe yok. Hastane değil, okul değil, süpermarket. “Aslında burada sözünü ettiğimiz sosyal başarı küçük bir ayrıntı değil, beynimin derinliklerinde kaybolmuş genel yaşam tavrımdı; sonunda toplumun saygıdeğer bir üyesi olmaktı istediğim. Bu eğilimim için neden suçluluk duymam gerektiğini anlayamadım; daha fazla bira ya da futbol istemiyordum ki, amacım saygın bir işadamı olmaktı ve bunun için kimseye hesap vermek zorunda değildim.” (s. 25) Merhaba küçük kapitalist, sosyal Darwinist, hemen kendine bir süpermarket kurup sana etik açıdan doğru gelmeyen yokluğu kaldır ortadan, kendi işletmene sahip ol, maaş ödemediği için küfredilen patronların arasına karış.

Önce keşif, Anthropos ayağına, üstüne başına yapraklar sarıp kendine kıyafet yapıyor, içerilere dalıp kaybolmaktan korkunca geri dönüyor, kıyıda sürdürüyor yaşamını. Tabii aklımıza Crusoe geliyor ama belli ki Anthropos’un aklına gelmiyor, aralarında üç asır olduğu için plantasyonun yerini süpermarketin aldığını da düşünebiliriz tabii, Cuma’nın yerine kimseyi bulamamak, kendi işinin patronu olmak, eh, adamımızın kısmeti. Akıl sağlığını korumak için harekete geçiyor, potansiyel müşterileri belirliyor, ne satacak, ürünleri nereden tedarik edecek, en önemlisi de nereye kuracak marketi, bunları belirliyor, ara sıra geçmişine dönerek adadaki uğraşını geniş bir pencereden görmemizi sağlayacak açıyı bulmuyor zira öyle bir kaygısı yok, Hamilton’ın sıkıntısından başka bir şey bulamıyoruz, şehrin delilerinden ve yaşayan ölülerinden başka, sırf sıkıntıdan da süpermarket inşası, bilemiyorum. Makaleyi başka birine vermişler midir, o başkası da gemi yolculuğuna çıkıp başka bir adaya düşmüş müdür, hani iki süpermarket arasında mallar gidip gelse, hatta dükkânları birleştirip çokuluslu bir şirket kursalar, neler. Ha, maaşların komik olmayacağını, herkese “olması gerektiği gibi” ödeme yapacağını söylüyor Anthropos, elbet bu ödeme, emek konularıyla ilgili hiçbir fikri yok, sadece asık suratlı çalışan görmek istemediğini belirtiyor. “Bir kez bile büyük bir aşk yaşamadım; hayatımda ne bir tutku ne de bir sürpriz oldu. Hatırlayacak önemli bir şeyim yoktu. Misafirperver bir evdeki evcil bir hayvanın hayatı gibi geçti yıllarım. Bu gerçek, içimde ne kadar elle tutulur hale gelirse, büyük hayalime duyduğum arzu da o kadar devleşiyordu ve bunu kendime borçlu olduğuma en ufak bir şüphem yoktu.” (s. 40) Küçüklüğünden kendi sorumludur, kendine bu borcu ödemek için büyük bir şey yapmaya karar vermiştir nihayet Anthropos, bunu kimsenin yaşamadığı bir adada yapmaya çalışması da kaderinin cilvesidir işte, üzerinde durmadan kütükleri yerleştirmeye devam eder. Güzel de yaşar aslında, ağaç kabuğu yemektedir, balık tuttu mu o da iyi, her gün mis gibi okyanusta yüzer, deniz suyu içmeye de alışmıştır artık ama nasıl alışmıştır, tropik iklimin tuzlu suyu adamı bir günde hacamat eder aslında. Öz bilinçsiz karakter, Hamilton’daki yaşamla adadaki yaşamı arasındaki bağa dair tek bir fikri yok, sırf sağa sola selam verip işe giden, hayatta başka hiçbir şey yapmayan insanlardan Jay Kaninkg’in intiharından bahsediyor, eşi küçük değil de büyük kruvasan aldığı için balkondan kendini atan adam şehirde hiçbir psikiyatri hastanesi olmamasının eseri diyelim, sosyal hizmetlerin kısırlığından kamusal harcamaların azlığına pek çok nedene bağlanabilecek onlarca veriyi işleyemiyor Anthropos, belli bir duyarlılığı var ama o kadar, bilişsel duvarın gerekçesine dair sebepleri sezdirmeyince havada kalıyor bütün bunlar. Anca çocuklarına sunacağı süper yaşamı düşleyebiliyor, babalarının servetinin keyfini çıkaracaklarmış, kafalarına göre yaşayacaklarmış, bilmem ne. Eşi şöyle: “Çağımızda böyle bir kadın var mı, bilmiyorum ama süpermarketler zibncirine sahip benim gibi başarılı bir erkek, istediğini bulma gücüne sahipti.” (s. 61) Psikiyatriste hiç gitmemiş olacak Anthropos’un eşi, depresyona girmemiş olacak, Hamilton’da yaşayıp Hamilton’da yaşamayacak yani, bir süpermarket de karşı adada açacak mümkünse. İlginç bir karakter Anthropos, çelişkilerle dolu, zamanımızın bir kahramanı adeta. “İnsan” zaten, “Antropos”. Sotakis’in yamuğu, estetik arızayı düşününce, karakterin yüzeyselliğini ısrarla göstermeye çalışması hatta karaktere karakteri açıklatması sonlara doğru, ortaya tez koymaya çalışması, yoksa kimsenin yaşamadığı bir adada süpermarket inşa etmek ilginç olabilirdi. Denizaslanıyla erotik düşlere dalmak, kıyıya vurmuş bir canlıyla romantik anlar yaşamak, sonra birilerinin kendini arayıp aramadığını düşünerek eski dünyayı özlemek, bu tür git geller arasında inşaat sürecinin ayrıntıları derken boğulmamak için bir süpermarket de kendim kurmak istedim, roman bitince Sotakis’i tebrik edip kitabı verileceklerin arasına koydum.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!