Richard Klein – Sigaranın Saltanatı

Sigaraya karşı kampanyalar yürütülürken sigara ihracatının genişletilmesine dair anlaşmalar yapılıyor, diğer yandan: “Elinizdeki kitap, şimdilerde Amerika’da başlayan ve öbür ülkelere de sıçrayan sigara-düşmanlığının, halkın sağlığını korumak bahanesiyle sansürcü ahlakı hortlatmayı amaçladığına dikkati çekmek üzerine yazılmıştır.” (s. 237) Tütünün zararları 16. yüzyılda biliniyor, azıcık nikotine maruz kalan farelerin anında ölmesiyle 19. yüzyıldan beri daha da biliniyor, o zaman sigarayı kim, neden içiyor? “Yüce” diyor Klein, sağlığa yararlı olsa yücelik hissedilmezdi, yası her an tutulabilecek bir şey kalmazdı elde, Zeno bağımlılık geliştirmez, her an bırakabileceğini düşündüğü zararlı alışkanlığını yüz sekiz kez bırakmaya çalışmazdı, beş milyon kez son sigarasını içmezdi, Carmen edebiyatın ilk otlakçısı olmaz, kadınların sigarayla birlikte özgürlük mücadelesinin simgesi haline gelmezdi, Bogart kaybeden bir dallama olarak çıkmazdı piyasaya, havasını basıp sigarasından derin bir nefes çektikten sonra Nazilere karşı savaşa girmezdi belki, Duke University kurulmazdı zira James B. Duke yaymıştı dünyaya sigarayı, modern Avrupa kültürünün Antik Çağ karşısındaki ilk zaferi. İnsanlar için işler kötü gitmeye başladığı zaman sigara tüketimi artıyor, hele savaş alanlarında sigara yemek kadar önemli, bol yıldızlı komutanlar cephe gerisine yolladıkları mesajlarda savaşı kazanmak için mutlaka çok çok çok miktarda sigara gönderilmesi gerektiğini söylüyorlar, Klein da metnin bir bölümünü savaş romanlarında içilen sigaralara ayırarak dumanın temsil ettiklerini gösteriyor. “Türk gibi sigara içmek” diye bir deyim var, kaynağı: “Söylentiye göre 1852 yılında, piposunun bir kurşunla darmadağın edildiğini gören bir Türk askeri, boşalmış fişekliğin kabından yararlanıp sarmış dünyanın ilk sigarasını, sonra da tüttürmüş. Aslında sigaranın İspanya’dan Fransa’ya ulaşması bu tarihten yirmi beş yıl önceye denk geliyor. Yine de bu söylenti, ‘Türk gibi sigara içmek’ deyiminin anlamını açıklığa kavuşturuyor büyük ölçüde: bir yandan hızlı tiryakiliğe, öte yandan Türk kültüründe tütüne verilen değere, Türk’ün savaşın ortasında kesintisiz sigara içmek adına zekasını nasıl çalıştırdığına da göndermede bulunuyor.” (s. 173) Sağlam içeriz, ayrı, Fransızlar da az değil, Gouloises tütünü erkekler arasında bir bağ kurmak üzere üretilmiş, öyle düşünmüşler bir dönem de yumuşak sarı tütünün verdiği duygusallıkmış asıl bağlayan, Lucky Strike Yeşili meşhur olmuş sonra, Camel Sarısı, GI’lar Avrupa’ya yerleştiklerinde bir paket sigarayla dünyaları alabiliyorlarmış ki Quignard gösteriyordu Amerikan İşgali‘nde, adamların çöplerinden bile servet çıkabiliyormuş. İhtilal sonrası Romanya’da resmî para biriminin yerine sigara geçerli olmuş bir dönem, hapishaneleri falan biliyoruz, kısacası sigara belli durumlarda paranın yerine geçebiliyor hemen, geçişkenliği yüksek, zamanı da dondurabildiğine göre çok işlevli. Bir tür tanrı olduğu zamanlar dahi var, “barış çubuğu” sadece paylaşılan bir nesne değil, tanrının şahitliğinde barışıldığı anlamına da geliyor, savaş baltalarını topraktan çıkarmak için karşı tarafın büyük günah işlemesi lazım yani. Neyse, Hegel’in katı tanımıyla kahramanlık ölümle yüzleşme cesareti, ölümün gözünün içine bakma gücü olduğuna göre etrafta bombalar patlarken namlulara doğru koşan askerlerden daha kahramanı var mıdır? “Heidegger’in dasein‘ı içi endişenin kesin belirsizliğinden korkunun somutluğuna dünyada olup bitenlerle, gündelik gerçeklerle belirlenen kaypaklığına geçiş, düzmece bir yabancılaşmaya sürüklenmektir -askerin kendini saldırmaya hazırladığı an olabilir..” (s. 184) Sigara pek çok psikolojik, felsefi duruma kapı aralar, Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok‘ta sigara tayınının iki katına çıkarılması askerler için, görünürde pek bir anlam ifade etmez, takas edilecek daha çok sigara geçmiştir ele, iyidir de iki kat sigara muhtemelen iki kat daha fazla ölüm tehlikesi demektir. Norman Mailer’ın mükemmel mükemmel mükemmel romanı Çıplak ve Ölü‘de sigaralar yakıldığında tat vermez, sigaralar dünyanın en lezzetli sigaralarıdır, sigaralar külleriyle ölümü çağırır, Hemingway’in bol çanlı romanında güven ve güvensizlik anlarını gösterir, her sigara biraz daha açığa çıkarır gizleneni, insanların göstermediklerini teşhir eder. Yoldaşlık bağının kurulmasıyla ilgili, yamuk yapmayanlar arasında sorun çıkmaz, yoksa bir yerden patlar mevzu, armağanı geri çevirmek mesela, doğrudan arıza çıkarabilir. Klein nerelere indi şimdi, antropoloji bile var, görüldüğü üzere sigaranın yanan ve yanmayan halleri farklı manalara geliyor, bunu yazmaktan hiçbir zaman bıkmayacağım: “saksıya fesleğen gibi oturturum anlamı da çıkıyor”. Savaş romanlarıyla ilgili bölümde zamansallık, aktarıp kapıyorum bahsi: “Askerin bedeni, ancak sigara söndükten sonra ceset sayılacaktır. Sönmesine ramak kala ölü bir adamın dudaklarından sarkan sigara, hayatın ateşli enerjisinden yokolmanın küllerine geçiş arasındaki karanlık sürenin saatini tutar. Artık savaş romanlarındaki sigara içme geleneğinde de belirgin bir değişiklik göze çarpıyor. Aşağı yukarı 1970’lere kadar sigara, ne olduğu ve neye yaradığı herkesçe bilinen bildiğimiz sigaraydı, Vietnam Savaşı’yla birlikte, yoldaşının iyi niyetinden kuşkulanmayan asker, onun uzattığı sigarayla savaşın saçtığı dehşete karşı koymanın yepyeni bir yolunu keşfederek şaşıracaktı.” (s. 201)

Sigara nedir? Sartre’ın birini yakıp birini söndürdüğü ağız aparatıdır, doktoru uyardığında bacaklarından olacağını öğrenmesinin ardından korkuya kapılan Sartre nihayet içmemeye karar verir ama vermez de, Simon de Beauvoir’nın anlattığına göre hayatındaki amaçlarından birinin sigara içmek olduğunu laf arasına sıkıştırmış Sartre. Hiçliğe dokunuyor, bir sigaralık varlık, külle hiçlik, mülkiyetsizlik aynı zamanda, sigara sahip olunabilecek bir şey değil. Makine sigarası değil bu arada mevzu, tütün sarmaktan bahsediliyor. Tütün sarmanın kendine özgü ritüeli oldukça kişisel, sigara süresince zamanın donması yine kişiselleştirilebilir, kısacası kendimize ait bir zamanımız, bir yaşamımız vardır sigara yandığı müddetçe, hiç o kadar kendimiz olmamışızdır desem o kadar kendi olup da sigara içmeyen kim varsa bir de sigarayla denemelerini istesem onu, muhtemelen sigara içmeyerek en iyisini yapacaklardır, zaten bu kıytırık bir teselli de olabilir içenler için, sigara içiyoruz da kendi zamanımıza kavuşuyoruz? Üfürükten bir şey. Değil de, zaten meselenin zortladığı nokta tam burası, öylesine zararlı, verimsiz, amaçsız bir şeydir ki yaşamın tek amacı, tam anlamı olabilir, yararlılık ilkesinin olmamasının yanında mutlak zararı vardır ama yaşam da kendi hızıyla ölüme taşır insanı, sigara da, psikolojimiz bunları kafada çorba yaparsa sigarayı yaşamla denkleyebilir. “Bu tutkunun, besbelli yararcılıktan uzak mantığı, estetiğe daha yakın düşer. Sigara içmek, Kant’sı bir sanat yapıtı gibi hiçbir amaca hizmet etmez, kendi dışında hiçbir ereği yoktur. Parnasçı şair Banville, kendi estetik ideolojisini çok andıran bir görüşle ‘sigara, sigara içindir’ türü bir kuram geliştirir gibidir.” (s. 65) Çok saçma bulup yapmayacağım, içime de dert olacak espri: “sigara sigara içindir”.

Ne kaldı, Zeno’nun muhteşem yaşamı, muhteşem psikanalizi ve sigarayla kurduğu muhteşem bağ, tabii koca romanı üç kız kardeşle yaşayacağı ilişkiyle de doldurmuştur karakter, ölüme en uzak olanı en küçük kardeş olduğuna göre en son onu seçecektir, o arada baca gibi tütmeye devam edecektir çünkü ölümü bir o kadar yaklaştırmak ister sanki. Bir de Roosevelt’i harekete geçiren film var işte, Casablanca, ABD’nin mevzuya girmesine bu filmi izledikten sonra karar vermiş Başkan, ilgili ayarlamalardan sonra Fransız direnişçileri fişeklemeye başlamış, gelmiş gerisi. Bilmem, meraklısı okuyup kendi yorumunu getirsin. Ben oldukça istifade ettim bu metinden, Tomris Uyar çevirisi, ilgilisi kaçırmasın.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!