Kenzaburo Oe – Sessiz Çığlık

Mitsusaburo Nedokoro’nun kişisel hikâyesini giderek genişleyecek bir çemberin ilk hali, sıfır noktası olarak alalım, karakterlerin yaşadıkları dönemden yüz yıl öncesinin siyasi eylemlerine -1860 Ayaklanması- varana dek uzayan toplumsal tarihçeyi, türlü psikolojik arızayı da katalım metne, yani bireyselle toplumsalı şöyle iyi bir çalkalayalım, Nobel’e giden yolu açacak büyük romanlardan biri çıkar karşımıza. Oe’nin karanlığı cabası, Kişisel Bir Şey‘de sıkı bir örneğini görmüştük, yaşamı cendereye alacak travmaların her an canlanabildiği bir patolojiden mustarip tüm karakterler, romanın geçtiği yıllarda doludizgin süren Japon milliyetçiliğini katıp Koreli Süpermarket İmparatoru’nu düşman belleyince vadinin insanları, Mitsu’nun kardeşi Takaşi’nin ABD’de gençlik eylemlerinden apardığı örgütleme yeteneğiyle aile geçmişine duyduğu, gerçekliği çarpıtmasına yol açan tutkuyu birleştirmesiyle açığa çıkan takıntısı Japon gençleri fiştekleyince yüz yıllık başarısızlık nihayet seyir değiştirebilir gibi görünüyor. Mitsu’nun gerçeğe davetini zerre umursamıyor Taka, Korelileri büyük savaş sırasında tutsak olarak zorunlu iskâna tabi tutan Japonlar değilmiş gibi kuruyor tarihi. Yerel tarihçi başrahibin yorumları objektif, alalım az: “‘Vadidekiler 20 yıl önce ormanda zorla ağaç kesme işlerinde çalıştırılan Korelilerin, şimdilerde ekonomik olarak hükmeder konuma gelmelerini kabullenmek istemiyorlar. Üstelik öylesi bir ruh halinin gölgesine saklanarak, o adama tutup da İmparator demek zorunda kaldılar. Vadi artık mahşer öncesi günlerini yaşıyor.’” (s. 132) Dalga yükselmiş, şartlar hazır, Mitsu’yla birlikte sattıkları ata mülkünden elde ettiği gelirin Mitsu’ya düşen payının yarısıyla top mop alarak talim ettirdiği gençleri süpermarketin yağmalanmasında kullanıyor Taka, diğer yandan abisinin eşi Natsu’yla büyük emelleri uğruna(!) birlikte olup evlenmeye kalkıyor ama hem intihar eden arkadaşını hem de kardeşini mücadelelerinde yalnız bıraktığını düşünerek o güne dek kendine işkence eden Mitsu aşağılıyor kardeşini, oldukça zarif bir aşağılama, hiçbir karakterin kavgaya tutuştuğunu veya yağma dışında şiddete karıştığını görmeyiz, Taka kafasına sıkıp yüzünü paramparça ettiğinde Mitsu’nun bir nevi kurtulmasını sağlar acısından. Şimdi kuş uçuşu bakıyorum hikâyeye, anlam birimlerine sığdırmaya çalıştıkça taşan, dışarıda kalan ögeleri düşünüyorum, birkaç olayla veri üzerinden anlatmak daha sağlıklı olacak. Mitsu’nun noksanları: sağ göz, zihinsel engelli kız kardeş, en yakın arkadaş, zihinsel engelli evlat. İlkokul çocuklarının bir gün saçma sapan attıkları taşlar yüzünden sağ gözünden olmuştur, kız kardeşin intiharının Taka’yla ilgili olduğuna değinip geçeyim zira balyoz gibi iniyor kafaya bu hikâye, çok sert, en yakın arkadaşın intiharında Taka’nın da payının olup olmadığı şüpheli, ABD’de karşılaştıkları zaman -Taka mensubu olduğu partinin sağ kolunun düzenlediği turneyle ABD’ye gidip aslında Japonlar için gayet aşağılayıcı bir tiyatro oyununda görev almıştır- biri diğerinin ilaç masraflarını karşılar, nedenini Taka’nın bir eylemde abisinin yakın arkadaşının kafasına sopa indirmiş olması ihtimalinde bulabiliriz. Arkadaş saçlarını kızıla boyayıp götüne hıyar soktuktan sonra intihar etmiştir, bir türlü iyileşememesi Mitsu’nun yaşamında derin izler bırakmıştır ki ilerleyen bölümlerde bu kızıl saçla kıça sokulan hıyarı defalarca anar, kendi zihinsel sancılarının bir uzantısı kılar. Alkolik eşi unutmadan: zihinsel engelli bebeklerini bakımevine bıraktıktan sonra içmeden duramaz Natsu, vadideki olaylar büyüyünce nihayet yaşamak için bir amaca sahip olduğunu düşünerek arınacak, Taka’nın adım adım genişlettiği hareketin bir parçası olacak, hatta eşini üstü kapalı olarak korkaklıkla dahi suçlayacaktır, son aşamadaysa Taka’yla birlikte olarak hamile kalıp bebeği doğurmak istediğini söyleyecektir Mitsu’ya, kendi çocuklarını da geri alarak yeniden bir aile olmayı denemeyi teklif edecektir. Milliyetçi damar minyatür bir toplulukta tekrar pörtlemiş, eşlerden çocuklara her bireyi hareketin parçaları olarak yutmuştur, Mitsu büyük bir kararlılıkla Taka’nın karşısında yer alarak doğup büyüdüğü topraklarda kök salan isyanı pasifliğiyle sönümlendirir. Taka’yı cinsellikle ilgili arızası söz konusu olunca yüzler, zaten dükkânın yağmalanmasının ardı da gelmeyecek gibidir özellikle mafyatik tipleri getirmesi düşünülen İmparator’dan çekindikleri için, dolayısıyla yerel halk ilk aşamada geri çekilir de elde kalan gençlerin kaba enerjisi topyekun bir mücadeleyi desteksiz sürdüremez. Taka’nın büyük büyük dedesinin kardeşinin davayı satmasına tepkisi de, eğer Taka biraz daha uzun yaşasaydı muhakkak dinerdi çünkü bilinenin, oralarda anlatılan hikâyenin aksine Restorasyon’a karşı gelenlerin önünü kesmemiş, dava arkadaşlarını satıp kimlik değiştirdikten sonra devlette önemli konumlara gelmemiştir malum kişi, evlerinin bodrumunda yapılan çalışmalarda ortaya çıkar. Korelinin önayak olması ironiktir bu konuda, iki kardeşten satın aldığı yapının bodruma sahip olduğunu iddia eder de inandıramaz Mitsu’yu, adamları kazma kürekle girişip gerçekten de sağlam gizlenmiş bodrumu açığa çıkardıklarında hainin gizli karargâhını bulduklarını anlar Mitsu, birkaç kitabı incelediğinde -Japon tarihine aşina olanlar elden gelsin, biraz araştırmayla çözülmeyecek bir şey değil gerçi- büyük büyük amcasının ortadan kaybolmuş izlenimi yarattığını anlar, onca yıl boyunca gizlenerek mücadeleyi yürütmüştür aslında. Geçmişten gelen hikâyelerle dolu metin, özellikle o yörenin en büyük ailesi Nedokoro’nun tarihini çıkaran başrahip, yerel tarihçi aktarıyor köylülerin nasıl bir araya geldiklerini, ağalara paşalara nasıl saldırdıklarını. Rejim değişiyor ama değişimi isteyen köylü yok açıkçası, kapitalist rejimlere karşı hoşnutsuzluklarını gösteren köylülerin Japon versiyonları desem aşırı yoruma kaçar mıyım bilmem, elbet başlarına neyin geleceğini tam olarak kestiremezler ama hayal edebilirler. Süpermarkete yapılan saldırıyı yüz yıllık nefretin uyanmasına bağlayabiliriz.

Olabildiğince geniş açı, olabildiğince özet, kayıp. Biraz daha yakından bakalım, Mitsu’nun bunaltısı su dolu bir çukurda saatlerce oturup düşünce pratikleri yapmasına neden olacak kadar yoğun, Natsu’nun çukurdaki eşini uzun süre izlemesi ayrı bir mesele, aile boyu mutsuzluk. “Acı bir burgaçlanan çökkünlük rüzgârının vücudunun özünü uçurup dalgalandırmaya başladığını” falan hissediyor bir yerde Mitsu, daha da neler hissediyor ama korkunçluk fırtınalarının raspasız kulaçlarında bir ölüm kuğusu kadar zarif aynı zamanda, alıntısına yer verildiğine göre Henry Miller’ın, daha da kimlerin kimlerin sıkıntılarından el alındığını söyleyebiliriz. Mikro fişeklere bakıyorum, canlandırılan Buda’ya Saygı Dansı var, kaç yıldan sonra ilk kez bütün vadi dans etmeye başlıyor ki galeyana gelenleri iyice coşturuyor. Amerikan askerlerinin hatırası daha taze bu arada, araçlar vadinin yollarına girdiğinde tarlada bahçede çalışanlar başlarını eğiyorlar, azıcık olsun bakamıyorlar gelenlere, sadece kısa süre önce okullarda öğretilmeye başlanan İngilizceyi azıcık sökmüş çocuklar koşturuyorlar ciplerin arkasından, “Hello!” diye bağırdıklarının akşamına evde paparayı yemişlerdir sanıyorum. S Ağabey vakası sona kaldı, yine yıllar sonra çözülen bir mesele: Taka’yla Mitsu’nun asker abileri Korelilerle Japonlar arasında çıkan bir kargaşada kafasına defalarca sopa yiyerek ölüyor, beyni yola saçılmış, kolları bacakları açık. Aile yıllar boyunca Korelilerin öldürdüğünü düşünmüş S’yi, oysa İmparator olaylar patlak verdiği zaman her şeye şahit olduğu için Mitsu’ya anlatıyor olanları. Japonların yediği haltlar varmış önce, S’nin arkadaşları gidip Koreli bir genci öldürdükten sonra ikinci çatışmaya tam teçhizatlı gitmişler de kaybın diyetini S tek başına ödemiş, birbirine girenlerin arasına kollarını açarak girince çat çut indirmişler. İki taraf da vurmuş, dolayısıyla hangi tarafın katil olduğu belli değil ama ailenin yanında çalışmış yaşlı emekçi Cin’e göre bütün suç Korelilerde. Tam bir akıl tutulması yaşıyor insanlar, büyük sıkıntılarına rağmen Mitsu mantığını korumayı başarıyor ve suçlandığı gibi korkak olmadığını düşünüyor aslında, yani doğruluğundan emin olmadığı fikirleri savunmak uğruna kimsenin kafasını patlatmak istemiyor. Kendi kafası hariç, kendine bu kadar hınç duyan karakter azdır sanıyorum.

Saçaklı, karmaşık, büyük roman.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!