Diciembre nam tiyatro kumpanyası ülkenin iç savaşa sürüklendiği yıllarda çıkıyor ortaya, “HALK İÇİN TİYATRO!” sloganıyla hemen her yerde sahneye çıkıyorlar. Polis tacizi, terörist olduklarına dair suçlamalar, yine de kentidir, köyüdür, madenidir, iskelesidir, seyircinin olduğu yere kuruyorlar sahneyi. Henry Nuñez, başaktör tutuklanana kadar Peru’yu geziyorlar, gazetelere çıktıkları var, ortalık cehenneme dönerken sanatın soluğu onlar. Henry’nin yazdığı Ahmak Cumhurbaşkanı‘nı iki kez sahneledikten sonra işleri bitiyor, halkı kışkırtmaktan suçlu bulunan Henry hemen Collectors nam hapishaneye atılıyor, aylarca orada kalacak. O sıra esas oğlan Nelson altı yaşında, ileride deli gibi özleyeceği babasına oyun yazarının ne olduğunu soruyor. Hikâye anlatıcısı. Abisi Francesco’ya soruyor Nelson, ne yazar hikâye anlatıcısı, işte, Nelson’un okuldaki sevgilisine yazdığı türden saçmalıklar. Temel bilgileri ediniyoruz başlarda, çember genişçe çiziliyor, daha sonra noktalar büyüyecek de hikâyeleri genişleyecek. Bodoslamadan bir giriş, sanki şahitlik. Gerçekten öyle, anlatıcının niteliğini henüz belirleyemesek de duyduğu rivayetleri toparlayan, diyalogları verdiğine göre anlattığı insanlarla da görüşmeler yapan biri çıkacak karşımıza, hikâyeye tam neresinde dahil olduğunu romanın ortalarına kadar bilemeyeceğiz ama karakterlerin tepkilerinden anlıyoruz ki yabancı, tanıyanı yok, bildiklerinin kaynağını belirtmeye meyilliyse de dışarıdan birinin o kadar şey bilmesi şüphe uyandırıcı. Birkaç karakter konuşmayı reddetmiş mesela, hikâyenin bazı yanları karanlıkta kalmış, diğerlerinin anlattıklarından fikir yürütebiliyoruz. Kesin olarak bilinenlerden biri Konservatuvar’dan birkaç radikalin ülkede savaştan başka bir şeyin konuşulmasını da sağlamak istemeleri. “Fransız sürrealistlerini okumuşlar ve Quechua mitlerinden uyarlanma doğaçlamalar yapmışlar, ucuz tütün içip bayağı sözleri olan protest şarkılar söylemişler. Dişlerini göstererek ve çocukları korkutarak, siyasi bir eylemmişçesine ulu orta gülmüşler. Saflarında, kabaca, birbirleriyle örtüşen şu genç çevrelerden insanlar toplanmıştı: Uzun saçlılar, işçiler, seks düşkünleri, pozcular, taşralılar, alkolikler, duygusal muhtaçlar, demagoglar, fırsatçılar, punklar, beleşçiler ve takıntılılar.” (s. 13) Yani hava tanıdık, Bolaño’nun çetesi Peru’da zuhur etse bu kadar ederdi. Geniş çemberdeyiz hâlâ: Henry hapse girince oyunu bir de içeride oynatmaya kalkmış, mahkumlar pek iyi oynayıp izlemişler, Camus ve Ionesco’dan kotardığı cümlelerle anlatmış sonra bunları Henry. Oyunun hapishanede sahnelendiğine dair hiçbir kayıt yok, Henry’nin anlattıklarına güvenirsek olan bu ama. Oyun sırasında hapishane bombalanınca üç yüz mahkum ölmüş, aralarında Henry’nin âşığı Rogelio da varmış. Dile getirmiyor aşkını Henry, diğerleri T.’ye gittikleri zaman anlayacaklar. Kumpanyanın tekrar kurulmasıyla kadroya dahil olan diğerleri. İki kişi aslında, kalabalık tayfadan Henry’nin can dostu kalmış bir, ikincisi de Konservatuvar’dan yeni mezun olan Nelson. Çizgiler birleşti. Eski tüfek Patalarga katılıyor, oyunda üç karakter var zaten. İç savaşın resmî olarak bittiği yıl, 2000’lerin başında turneye çıkıyorlar, Henry on beş yıldan sonra ilk kez sahneye çıkıyor, aslında bir efsanenin dirilişi bu. Diciembre’nin namı yayılmış yıllar boyunca, silah ve bomba sesleri tiyatronun sesini bastırsa da grubun deliliği genel olarak takdirle anılmış. Öyle eleştirel bir oyunu öyle bir ortamda oynamak tam Henry’nin işi. Dar çemberlere nasıl geçeceğimi bilemiyorum, anlatıcının karakterlerle görüşmeleri olduğu gibi yer alıyor metinde, karakterlerin anlattıkları hikâyelerle iç içe geçiyor, anlatıcı başlarda andığı bir olayı görüşmeler sırasında sorular sorarak açabiliyor veya ilerleyen bölümlerde detaylarıyla anlatabiliyor, zaman çizgileriyle güzel oynuyor yani Alarcón. Oyuncuların tuhaflıklarını diyalogları kullanarak dört dörtlük yansıtıyor, komik hallerini aynı şekilde, kafası gidik Henry’nin huylarıyla aşkını geride bırakan Nelson’un hüznü bir şekilde uyuşuyor. Sanat vasıtasıyla tabii, gevezelik gibi görünen kuramsal tartışmalar başarılı, oyundaki karakterlerin canlandırılmasındaki taktikler, yöntemler doğrudan yaşamlarıyla ilgili olunca buradan da yakarız gider.
Karakterlerin geçmişleri esas hikâyeye ilişiyor bir yerden, Nelson’unki özellikle. Babasını küçükken kaybettikten sonra Henry’yle karşılaşana kadar sürüklenecektir Nelson, abisiyle kuramadığı yakınlık yıllar boyunca başına bela olmuştur, annesinin zincirlerinden kurtulmak ayrı dert. Rolü aldığını öğrendiği zaman hemen Ixta’yla paylaşmak istemiş ama ilişkileri sallantıdaymış o sıra, telefonda Mindo’nun sesi gelmiş arkadan. Şaşırtıcı değil, Ixta’yla Mindo’nun birlikte olduklarını biliyor Nelson ama Mindo’nun Nelson’dan haberi yok. Ixta gizleyemeyinceye kadar. Eski sevgili işte, ara sıra görüşüyorlar. Ixta’nın aşkı sönmemiş ama, Alarcón incelikle işliyor o mesafeyi, bir şeyler bitmiş işte. Nelson zaten okulda da sürekli gideceğini söylermiş, abisi Fransisco’nun belgeleri toparlamasını bekliyormuş, yaz tatili geçtikten sonra yine çıkıyormuş piyasaya. Orada ayrı bir hayal kırıklığı var Nelson için, abisinin ABD vatandaşlığı -anneyle baba ABD’ye göçtükten sonra, 1960’larda doğuyor Francesco, Nixon’ın dışlayıcı politikalarının etkisiyle memlekete dönüyorlar da büyük oğlan yaşamını ABD’de sürdürmek isteyince uçuyor yuvadan- yaşamını değiştirecek diye düşünüyor ama kopuyor ailesinden Francesco, babasının ölümünden ötürü döndüğü zaman suçluluk hissediyor, annesinin enkazını kaldırmaya çalışan kardeşine acıyor. O kadar işte, hikâyeden çıkıyor sonra, Peru’ya veda. Bir daha eskisi gibi olamıyor Nelson, babasının ölümü hayatını bulanıklaştırıyor, Ixta’dan ayrılmasına yol açıyor. Ara sıra görüşecekler, Mindo olsa da. Mesafe. Turneye çıkmadan önce tekrar başlamak istiyor Nelson, geride bıraktığı kırık kalple mümkün değil. Yoksunluğu aşamayacak uzun zaman, sırf bu yüzden kırsaldan kaçıp kente geri döndüğünü söyleyebiliriz. Dönüşün hikâyesi ayrı ama oralara varmayacağım, Alarcón’un tek bir çizgiyi nasıl dallandırıp budaklandırdığını anlatmamalı. Henry başka dünya, tiyatroya ömrünü adıyor resmen de çekeceği dert başka yerden. Rogelio’yu kaybettikten sonra çıkıyor hapishaneden, birkaç ay içinde o kadar değişmiş ki eşi ne yapacağını bilemiyor başlarda. Taksicilik yapan Henry müşterilerle her gün sikiştiğini söylüyor, su içermiş gibi söylüyor bunu, eşi inanmıyor çünkü Henry çok şey söylüyor. Kadın bir süre sonra anlıyor Henry’nin doğru söylediğini, hemen boşanıyor ama dost kalıyorlar, başka türlüsü mümkün değil Henry’yle. Düşününce, karakterlerin ince ince kıyan ilişkileri var, hüzünlü, birbirleriyle sırf buradan uyuşabilirler.
Patalarga ayarlamış mekânları, yola koyuluyorlar, olmadık yerlerde oynuyorlar. Madenci kasabası gibi büyülü yerler var, köy mü demeli aslında, sahneye çıktıkları zaman kimsenin gelmediğini gördüklerinde üzülüyorlar. İşçilerin halini unuttular mı, mekânın sahibi hatırlatıyor, bir süre sonra gelecekler. Tepelerden inen ışıklar, mırıltılar, ateş böcekleri gibi gelen madenciler boş yer bırakmıyorlar ortamda, coşkuyla izlemeye başlıyorlar. Oyunu durdurup soru soranı, taşkınlık yapanı, her türlü seyirci var, cumhurbaşkanının sömüre sömüre doymadığı halkın temsilcileri. Nelson’u iyi hatırlıyorlar, anlatıcı soruşturmasını sürdürürken o genç, yakışıklı, sıska oyuncuya dair övgüler duyacak sık sık. Üç beş seyircili geceler, dolu salonlu geceler, her durumda mutlular, oynuyorlar, ta ki T.’ye gelene kadar. Hikâyenin takla attığı yer. Rogelio’yla ilgili bir mesele. Henry’nin ısrarıyla rotadan sapıp da gelmişler oraya, sevdiği adamın evine giden Henry söylememesi gereken şeyi söyleyene kadar anne ve ablayla güzel güzel konuşmuş. Söylediği son cümlenin arasına sıkıştırdığı şey, eh, bildiklerini zannediyormuş ama Rogelio’nun abisi başka bir hikâye anlatıyormuş onlara, sonuç şu: “Bir sessizlik olmuş, Henry’nin bir şeylerin fena halde ters gittiğini anlamasına yetecek kadar uzun bir sessizlik. Bunu iki kadının yüzünde, gözlerini kendisine bakma biçimlerinde görmüş. Anabel Hanım’ın gözleri iyice küçülmüş ve Henry yaşlı kadının yanaklarından kanın çekildiğini izlemiş.” (s. 159) Acayip etkileyici bir sahne, öncesi ve sonrasıyla, “Hassiktir!” çektim ben okurken. Bu noktadan sonra tempo düştü, anlatıcının zamanları bağlama işi tavsadı biraz, yine de koparmadan bağladı finale. O nasıl final, bu nasıl hikâye, şahane. Tavsiye ederim, on numara roman.
Cevap yaz