Yarının nasıl bir gün olacağını hapisteyken soruyor Öz, 1970’li yıllarda. Günlüklerini tuttuğu üç dönem: 1950’ler, 1970’ler ve 1990’ların sonları. İlkinde genç bir yazar Öz, tayfa hazır, üretiyorlar. Günlük de yazsın, bütün özdenliğini, içtenliğini koyup koyamayacağını sorgulasın. Birsel günlük türlerini incelediği bir metninde sonradan okunması için yazılanların kurguya yakın olduğunu söyler, bu günlükler de öyle, kısacası edebî günlük olarak görebiliriz bu ilk dönem kayıtlarını. Öz izah eder çünkü, açıklar, muhatabına anlatır yaşamının seyrini, Gide’in metinlerinden edindiği izlenimleri de katınca o sıcaklığı bulamayız ama yetişen yazarın düşünceleri çok şeydir, dikkate değer. Okuduğu metinlerle ilgili yorumları nedir, izlenimcilik vardır, öznellik ağırlıktadır, alımlama biçimini gösterir Öz. Gide’in bayatlamış, eskimiş bir romantizmin içinden seslendiğini söyler, düşünür yanı daha değerlidir kurmacalarına göre. Temalar üzerinden gideyim, daha kolay: dilini arılaştırmaya çalıştığından bahseder Öz, bu yolda Ataç’ı pusula bellediğini söyler de ustasının her icadını da tutmaz. Yine de Ataç’ın tutan çoğu icadını günlüğüne alacak kadar saygı duyar, Özyalçıner’in de belirttiği gibi o kuşağın dilini Ataç’ın arılığı etkilemiştir. 1950’lerde böyleydi, 1990’larda Ataç’ın metinlerini Can için yayıma hazırlayan Öz kırk yıl sonra kaynağa döner, aynı saygıyı, hayranlığı günlüğüne taşır. Başka, sanata ilgisiz kişilerin dostluklarını da sevmez, edebiyatın insan ayıklayıcı olduğunu söyler. Koşullara göre değişir tabii bu, 1970’lerin başında tutuklanınca hemen hiçbir şey okuyamaz, yazamaz, hapisteki yaşamını günlüklerine olduğu gibi aktarırken edindiği bir iki dostuyla, çokça arkadaşlarıyla yaşadığı yakınlıkları inceler. Estetik ihtiyacın çok uzağına düşünce hiyerarşinin en alt basamaklarına dek geriler Öz, güvenliği sağlamak için koğuştakilerle takıştığı olur, arkadaşlarından yardım ister bazı, düzeni korumaya çalışır zira azıcık kaykılırlarsa iş askerlere düşecek, koğuş sopa yiyecektir. Kahkaha attım bir yerde, sosyalistlerin ve komünistlerin koğuşunda işten kaçan, sinsilik yapan birini kenara çeker Öz, adamı kendilerinden bilmiştir o güne dek, oysa adam bunları gammazladığı gibi komünistliğin gavurluk olduğunu, onların arasında işinin olmadığını söyler. Kaç ay geçirmişlerdir beraber, Öz’ün kafası atar. O güne kadar küfretmemeyi, aşağılamamayı bir ilke bellemiştir, etrafındakileri de küfretmemeleri için uyarıp durur ama bu dallamanın cevapları karşısındaki hayretinin yerini öfke almaya başlar, önce “eşşoğlueşşek”i yapıştırır, en sonunda anasını bilmem ne yapacağını söyleyerek yollar herifi, matrak. Hapis insanların huylarını değiştirir, ilk elden deneyimler Öz, ne umutlarla açtığı kitap dükkânını paketlere yazdığı alıntılar yüzünden ikinciye tutuklanınca hemen kapatmaya karar verir zira eşini, çocuğunu deli gibi özlemiştir, bir de dükkâna dadanan parazitlerden kurtulmak istemektedir, başının belaya girip duracağını anlamıştır yani. Denizler ilk mahpusluk evresinde şöyle bir görünüyorlar, başka metinlerinde uzun uzun anlatıyor zaten Öz, burada sadece kişisel mücadelesi yer alıyor. Askerlerin zalimlikleri, içlerindeki cevheri kaybetmeyenlerin insanlıkları, tam hapishane havası. Özlem hemen her gün düşüyor sayfalara, askerdeki özleme hiç benzemiyor çünkü Türkiye’nin bir ucunda gün saymak var, kavuşma günü aşağı yukarı belli ama hapiste yaşamdan bezdirme yöntemi olarak belirsizlik kullanılıyor, Öz’ün ne zaman yargılanacağı, sorgulanacağı belli değil, aylarca beklemek çok zorluyor. Dışarıda avukatlar tutuluyor, araya birileri de sokuluyordur ama tahliye günü gelmek bilmiyor. Bir yerden sonra Öz de bırakıyor yazmayı, iki tahliyede de mutlu günden önce uzun bir süre kayıt yok. İkinci tutuklanmada Öz’ün eşini de içeri alıyorlar bir süre sonra, büyük yıkım, artık dışarıda bekleyen, her görüş gününe gelen sevgili yok, büyük acı. İlk hapislik uçak kaçırma olayından ötürü, kim varsa toplamışlar, işkenceden geçirip suçluları bulmaya çalışıyorlar da Öz gibi çoğu insanın hiçbir ilgisi yok olayla. Siyasi suçlular yapılan haksızlık yüzünden yok yere yatıyorlar. Haliyle bir sürü sanatçı, düşünür, politikacı gelip geçiyor koğuşlardan, Halil Berktay’la birbirlerini sevmeyişleri başlı başına hikâyedir. Memet Fuat’ın öyküsünü basmayışı da öyledir, belki de 1990’larda bu yüzden eleştirir Fuat’ı Öz. Pek satmayan dergisini inatla ayakta tutmaya çalışan, bu sırada etrafına pek çok dandik yazarı toplayan Fuat işe yaramaz bir adamdır Öz’e göre, edebiyatta vasatlığın temsilcilerinden biridir, hani neredeyse Yaşar Nabi Nayır’ın eski halidir. Yeni halinde Öz’ün ilk romanını basmıştır Yaşar Nabi, bu yüzden el üstünde tutulabilir. Özyalçıner sağlam eleştirir editörü, yazar dostunu da sıkı eleştirir zira yeni yazarların elinden tutmayan bir editörün kararından dönüp Öz’ün metnini basması şeydir biraz. Kırgınlıklar olmuştur bu dönem, anılarda veya mektuplarda rastlanacak bir şey değil gibi görünüyor, kimsenin cüreti yok o kadar. İşte, öyküsünü basacağını söylemiş Memet Fuat, sonradan basmamış, Öz buna kinlenmiş sanki de yıllar sonra eleştirilerini sürdürüyor. 1990’larda tuttuğu günlükte kimi eleştiriyor başka, çok paylaşıldı ama buraya da almalı, Turgut Uyar meselesi. Uyar’ın şiirlerini tabii basmıştır ama sevmez Öz, o şiirlerde laf kalabalığı vardır, anlam yoktur. Tespitlerini genel olarak beğenmedim ben, Öz mesnetsiz sallıyor diye düşündüm, misal bir cümlenin anlamını o cümlenin sentaksını değiştirip tekrarlamak niye gevezelik olsun, şiirin özgül yapısına bakınca bol kepçelik yoksa oturaklıdır şiir, hele Uyar’ın şiiri hepten öyledir. Dengeyi tutturamadığı olmamıştır demiyorum, sadece kaykılmayı başka dengesizliklerle ortadan kaldırmıştır, bu da şiir görgüsüne dönüşmüştür diyorum, Öz’ün eleştirileri haksızca. Başka, 1950’li yıllardaki Gülten Akın da sıklıkla paylaşıldı orada burada, Öz’ün bir ara Akın’a tutulduğu bariz. Evli olmasa hoş kızmış Akın, mutlaka bir şeyler olurmuş aralarında. İsim vermeden bir yakınlaşmayı daha anlatıyor Öz, yine Akın mı acaba, emin olamadım ama “o”nunla oturuyorlar, kadın sevilmediğini söylüyor ve güzel olup olmadığını soruyor. Dedikodudur, burada bırakıp platonik veya yarım kalmış aşklara bakıyorum, Öz bir yerde patlayıp cinselliğe de bodoslamadan girmesi gerektiğini yazıyor. Askerdeydi sanırım, bütün aşkları o tür bir yakınlaşmanın eksikliğiyle damgalanmış, artık boşalıp boşalıp gidecekmiş Öz, isyan ediyor. Sevişmesizlik de bozmuş psikolojisini yazarın, güzel güzel sevişen insanları kıskanacak neredeyse. Başka, Dostoyevski’nin romanlarını okuyor 1990’larda, Camus okuyor, alıntılar yapıyor bunlardan da eksiğiyle fazlasıyla metinleri inceliyor. İlginç bir şey yok, derinliksiz yorumlar. Araya dereye sıkıştırılanlar daha iyi. Orhan Pamuk gelmiş bir gün yayınevine, Öz’ün kitabını imzalatmış, “elimden kaçırdığım yazara” diye. İlknur Özdemir oradaymış, Can’ın kapılarının Pamuk’a her zaman açık olduğunu söylemiş, eh. Şey de tuhaf, Öz kırk yıl önce başlayıp bitiremediği öyküler üzerinde tekrar çalışarak Sular Ne Güzelse‘yi çıkarıyor, iki haftada beş yüz sekiz bin satışa ulaşıldığından falan bahsediyor da eleştiri hiç çıkmamış kitap hakkında, buna takılıyor. Eleştiri veya inceleme beklediği çağdaşları tek kelime etmemişler, bir Fethi Naci azıcık övmüş, başkası deli gibi göklere çıkarmış, o kadar. O kadar okunmamış ki ödüllere katılmaya karar veriyor Öz, aslında nefret ediyor o ödüllerden de daha çok okunmasını sağlayacaksa neden olmasın, hemen başvuruyor. Yani yılların yazarı, dergicisi, daha da neler neleri, okunmayı deli gibi istediği için canavar gibi eleştirdiği ödüle katılıp kazanıyor. Kazanmadan önce daha çok ilgi görüyordu, kesin. Ben burada bıraktım, daha pek çok bilgi kaldı, dönemin sanatçılarıyla ilişkiler mesela. İlgilisi kaçırmasın.
Cevap yaz