Erdinç’in öyküleriyle ilgili sözü var başta, “biraz konuşmak istiyor bizlerle”. On beş yıldır politik göçmen Bulgaristan’da, uzaktayken halkının sorunlarını nasıl öğrendiğini anlatıyor: Kemal Özer’le mektuplaşmalarından biliyoruz, Türkiye’de basılan gazeteler, kitaplar gerek Bulgaristan’a gidenlerce gerek Erdinç’in buradaki arkadaşlarınca ulaştırılıyor. Zaten hatırlıyor Erdinç, Nâzım Hikmet’in metinlerinden de iyi biliyor, insanların yoklukla mücadelesi capcanlı hâlâ. Öykülerinde bir gözlemciden ziyade gerçeğe olabildiğince yaklaşan karakterler, anlatıcılar yaratmaya çalıştığını söylüyor, haberlerden ve fotoğraflardan edindiğini genişleterek öyküye dönüştürme çabası. Röportaja yakın metinler de var, öykünün sınırları genişliyor böylece, Erdinç en uygun biçimi bulmak için uğraşıyor. Öykülerden önce haberlerden alıntılar var, örneğin birinin başına bir şey gelmiştir, Erdinç olayın özünü aktardıktan sonra ötesini berisini ekler, kurgular, özneyi başa veya sona koyarak kendi kurgusal zamanını işletir. “Bu yoldan, hikâyeye kardeş biçimlerin ve elemanların da yardımıyla bir sentez aramak, bence geleneksel hikâye normlarını küçümsemek değil, olsa olsa azımsamak ve biraz zorlamaktır.” (s. 9) Zorladığını pek söyleyemeyiz, kendince zorlamıştır Erdinç zira o yıllarda Bilge Karasu yazıyor, Onat Kutlar yazıyor, daha kimler neler yazıyor, Erdinç’in öykülerini düşününce “Çarli Çaplin’in sinemasıyla mukayese edilebilecek bir edebiyat, bir şiir yaratmak”, bu tamam. Görselliği öne çıkmış öykü ama biçimsel değil. Nâzım Hikmet demiş Erdinç’e zamanında, diğer türleri de biraz katarsa iyi ama içerik bağlamında, birazcık da form, o kadar. “Kan Damlaları Pıhtılaşmıştı” doğrudan klasik anlatı mesela, sentezi yok. Mekân muhtemelen Sansaryan, Üsküdar’ın sönük ışıkları görüldüğüne göre. Ve işkence tabii, küçücük hücrelerde yaşam savaşı. Rıfat Ilgaz iyi anlatır o hücreleri, özel yapımdır, mahkumu zorla ayakta tutacak kadar küçüktür. Adam o hücrelerden birinde uyanıyor, iki gündür aç, ayakları patlak. Falakaya yatırmışlar, birkaç sopadan sonra kan topakları patlamış da İsmet Paşa’nın duvardaki resmine sıçramış damlalar. Suyla işkence yapmışlar, tuzlu ekmeği yedirip adamın içini yaktıktan sonra karşısına geçip su içmişler. Broşür yüzünden, adamın cebindeki broşür yakmış başını. İhbar edilmiş de olabilir, bilinmez, dava arkadaşlarından biri işkenceye dayanamayıp. Kaldırıp pencereye “çakıyorlar” adamı, ayazda bir gece geçirince dilinin kilidi açılacak gibi oluyor. Koparıyor o da, ısırdığı gibi paramparça. Sabah gelip bakıyorlar, adam ölü, ağzı kan gölü. Kimseyi satmayacak istese de, oraya düşen altmış dördüncüyse altmış beşinci kurtulacak. Başka bir öykü daha var aynı mekânla ilgili, ampullü işkence yöntemleri üzerine düşünen komutan hemen elektrikçiyi arayarak uygun tesisatın döşenmesi için Ermeni ustayı istiyor. İlkinde gitmiyor adam, komutan tekrar arayıp tehdit edince gitmek zorunda kalıyor. Bağırıyor birileri, duvarlardaki lekelerden neler yapıldığı belli insanlara, adam işi ağırdan alıyor bütün tehlikelere rağmen. Zaten kablolar da yok, memlekette bakır kablo kalmamış, devlet yollamayınca dışarıdan almaya çalışıyor komutan da nerelere satılıyor o kablo, nerelerden çalınıyor da okutuluyor, bir türlü gelmiyor hapishaneye. Ermeni usta kablosuz işleri kotarırken bir mahkumla tanışıyor, adama azıcık konfor sağlamak için elinden geleni yapıyor ama adamın istediği pek bir şey yok, mektup yazsa ulaştırır usta ama mektup yazacak kimsesi de yok. Kablo? Gelmiyor, insanların acı çekmelerine yol açmıyor böylece Agop Usta, içine içine gülüyor. İyi öykü, anlatıcı tepeden bakıp karakterleri kendi gibi düşündürdüğünde işler yolunda, diğer türlü bilgi topakları atıyor ortaya insanlar, karakter olmaktan çıkıp anlatıcılığa soyunuyorlar, olmuyor. Amerikalıların mahvettiği doğayı kurtarmaya çalışan köylülerin konuşmalarında vardır böyle şeyler, durumun vahametini konuşurlarken hikâye anlatmaya başlar biri, diğeri Amerikalıların geldiklerinden beri yedikleri naneleri sıkıştırır araya, öykü bir anda tiyatro oyununa dönüverir. De, Erdinç’in değindiği meseleler arızaların arasında kaybolup gidecek gibi değildir, mesela bu Amerikalıları şikayet etmek için “hökümata” mektup yazmaya düşünürler, sonra çok daha etkili bir yol düşünürler ama “cumhuriyet yazısı” bilen birileri lazımdır zira eski yazıyı bilen bir iki kişinin dağa yazacağı “Emerikeli defol!” yazısı hiçbir işe yaramayacaktır. Başta bulamazlar, köyde yeni yazıyı bilen bir kulcuk yoktur, nihayet birini uydurup yazdırırlar. O da yanlış yazılır, gören hükümetliler dalga geçerler. Cumhuriyet, eğitim falan o köye henüz varmamıştır, Ankara’da yapılan anlaşmalardan, satılan topraklardan da haberleri yoktur köylülerin, boş yere kurtulmaya çalışırlar Amerikalılardan da “koca tomofillerinin” geçeceği köprüleri havaya uçurmaya kalkarlar. İlginçtir, devletin oralara vardığı da olmuştur ama köylü bilmez, öyle garip işlerden hiç anlamaz. Oduna çıkanlar mesela, çobanlar, ağaların hayvanlarını güdenler, bir dünya iş gelir başlarına. Haberde direğin kesildiği, yargılama sonucunda çobanın ceza aldığı vardır bir, Erdinç hikâyeyi genişleterek dört dörtlük kurar. Nedir, namussuz ağanın teki çobanlarına kötü davranır ama en yaşlısını itip kakamaz. Adam hayvanının durumunu bir sesten anlar, otun en bol olduğu yerleri bilir, haliyle birbirlerinin arkasından atıp tutarlar ama yüz yüze gelince sopalarını saklarlar. Vazgeçilmez bir çobandır bu yaşlısı, yanına verilen gencine işi öğretirken soğuktan korunmak için odun bulmaya çalışırlar. Elektrik mi, telgraf mı, bir sıra direk dikmiştir devlet, çobanların bundan haberleri yoktur, genç olanı indiriverir. Hemen asker basar köyü, bizimkileri aldıkları gibi mahkemeye çıkarırlar. Ağa forsludur, komutanı ikna etmeye çalışır ama vatan hainliği vardır burada, hukuk yeni gelmişse de işini eksiksiz yapacaktır. Bilmem kaç yıl hapis, zararı tazminat. Teröristtir çoban, devletin malına zarar verirse olacağı budur. Tepeden inmelere alışamayan halkın başına daha neler neler gelir, görürüz, Erdinç absürt olayları işlemekte başarılı. Hıyar ağasının traktörle imtihanı, “Marşal Katırı”. Ekip biçmeye traktör lazımdır artık, Demirkırat ne işler başarmıştır da Anadolu’ya traktör getirtmiştir, öncekiler başta olsa bir halt yiyemeyeceklerdir ağaya göre. Hemen borç harç bir tane traktör alır, işletmeye başlar, çalışanlarına yol verir. Muhtaç olacaktır sonra, en azından hor gördüğü motor ustasına. Traktör teklemeye başlayınca rica tehdit adamı getirtir, bakar ki kayış yok, bilmem ne parçası gelmiyor, yama tutmuyor traktör, borç da dünyalar kadar, eski sisteme geri dönüp traktörü olduğu gibi gömdürtür. Graeber değiniyor, çokları değiniyor, bu yardımlar falan hep kodamanlara gidiyor işte, parası olanlar da bir güzel tokatlanıyor. Büyük soygun, hâlâ. “Hele bu katırın vantilatör kayışı kopartması, İstanbul’un Tünel kayışı kadar iş açtı ağanın başına.” (s. 59) Hayvan gibi uzun ve kalın bir kayış vardır Tünel’de, kopmasının açtığı sorunları merak ettim, bir yerlerden öğrenmek isterdim. Son olarak “İksir”den bahsedeyim, köylümüzün nasıl sağaldığını ve sayrılandığını anlatan bu müstesna eserle bitireyim yazıyı da gidip boncuk atan tabancamla evin önündeki trafik levhasını vurmaya çalışayım. Evet. Anlatıcı öğretmen, muhtardan istediği ilaçları tekrar istiyor. Üçüncüye mi, beşinciye mi, muhtar şehre iniyor ama almadan geliyor. Konuşuyorlar, listedekileri teker teker silerken açıklama yapıyor muhtar, sargı bezi lazım değilmiş, tentürdiyot yerine bilmem ne hayvanın bokunu sürsünlermiş, iyi gelirmiş, kısacası köye ilaç almaya yanaşmıyor çünkü Demirgırat süper işler yapmak için başa geldiğinde kutlama maksatlı köyün ecza dolabını doldurmuş ama hıyanetlik yapmış köylüler, siyasi dalavere muhtara göre, hastalıktan gebersin pezevenkler. Hele biri, okulun hademesi, İsmet Paşa vilayete gelirken karşılamaya gitmiş de bir dünya sopa yemiş Demirgıratlılardan. Muhtar gitmemesini söylemiş, yine de gittiyse çeksinmiş cezasını, yattığı yerde çürüsünmüş. Adam gerçekten çürüyor, öğretmen ziyarete gittiği zaman bir kâğıda sardığı ilaçtan veriyor da rahatlatıyor adamı. İlaç milaç değil aslında, plasebo. Elde bir o var. Köylerin hali öyle.
Orta karar öyküler, iyileri var arada. Denk gelen okusun.
Cevap yaz