Hagop Mıntzuri – Armıdan Fırat’ın Öte Yanı

Mıntzuri’nin yaşamını anlattığı giriş yazısından başlamalı, öyküleriyle anıları iç içe geçtiğine göre kendini kurma biçimini görmeliyiz. 1886’da doğuyor Mıntzuri, Armıdan’da, en yakın şehir Eğin, karşıda Munzur var. Vadilerden, dağlardan ibaret bir yaşam alanı, düzlük yok. “Köyleriyle, giysileriyle, ahalisiyle, haleti ruhiyesiyle, panoramasının en ince ayrıntısıyla benim içimde yaşar oralar.” (s. 8) İlkokulda Fransızca öğrenir Mıntzuri, eğitim parasızdır, kilisenin tarlalarının ürünleriyle finanse edilir. Galata yılları sonra, Robert Kolej. İyi bir öğrenci değil, okullarla ilgili iyi bir anısı yok. Mıntzuri’ye göre montajımızı kendimiz yapmazsak okulun verdiği biçim çöküverir, çok okuyarak ayakta kalmış yazar. Robert Kolej’in kütüphanesine dadanmış, Fransızcasının yanına İngilizceyi de kattığından okuma alanı genişlemiş, Ermeni öğrenci birliğinin kitaplıkları cabası. Taine, Rus romancılarının İngilizce çevirileri, Doğu Ermenicesiyle yazan yazarlar, tükenmeyen dünya. “Ancak kendi ellerimle yaptığım montajım cezalandırdı beni. Etiket koymadı üstüme. İçinde yaşadığımız toplum onu istiyor. Ölçüsü o. Bende yok o. Öbürünü anlamıyor.” (s. 8) Köy var aklında, yaşadığı günler ve kronolojileri var, bütün bunları köy tasvirleriyle, masallarla, öykülerle veriyor ki öykülere baktığımızda tansiyonun son bölümlerde olduğunu görürüz, geri kalanı hemen hemen tasvirden ibarettir. Yemeklere, besinlere bu kadar geniş yer ayrılmamıştır belki, Mıntzuri bir karakterine yemek mi yedirecek, sofrada ne varsa sayıp döker. Neyse, sırf Ermenileri anlatmaz, Türk, Kürt, “Kızılbaş”, oralarda yaşayan kim varsa şöyle bir görünür, bazen öykünün baş köşesine oturur. Ne yazarsa yazsın bitirdikten sonra göbek bağını koparır Mıntzuri, dönüp bakmaz, gazete ve dergilerde bırakır. Sonradan kitaplaşacaktır tabii. Yazmadan duramaz çünkü gelirler, kendilerini yazdırırlar. Öyledir, hatta iyisinin öyle olduğunu iddia edeceğim, yazmak için oturulmaz masaya, bir şey sancır da zorla oturtur, zorla yazdırır kendini, has budur. Giriş yazısında yok ama bademciklerinin sayesinde yaşamının nasıl kurtulduğunu da anlatmalı, Mıntzuri 1897’de İstanbul’a gelip ailesinin işlettiği fırında çıraklık yapmaya başlar, söz gelişi Üsküdar’daki fırınları köylülerinin işlettiğini öykülerinde belirtecektir, 1907’de köyüne dönüp öğretmenlik yapmaya başlar, 1914’te tedavi olmak için İstanbul’a gelişiyle birlikte hayatı toptan değişir: önce evine götürecek vapuru kaçırır, sonra Birinci Dünya Savaşı patlar ve hiç dönemez Mıntzuri, böylece hayatı kurtulur zira Armıdan’dan tehcir edilen dedesi, annesi, eşi ve dört çocuğundan bir daha haber alamayacaktır. Ömrü boyunca İstanbul’dan ayrılmayacaktır, tahayyül edilemeyecek bir acı. Özle iç içe geçen mekânın kaybı, bu yüzden köyünden başka pek bir şey yazmayacaktır Mıntzuri, çok sevdiği toprakları öykülerinde yaşatıp teselli bulacaktır. Metinleri de bu yüzden çoğunlukla durgundur belki, zaman akmaz gibidir, manzaraya kıyasla çok az yer tutan olaylar az mıdır, metinlerde tekrar anlatılır bu yüzden, karakterler köyün sakinleri olduğu için defalarca karşımıza çıkarlar, başlarından geçenleri diğer metinlerin başlangıç noktalarında görüp anlarız ki Mıntzuri bir çizginin üzerini defalarca çizer, farklı noktalarda başlayıp farklı noktalarda bitirerek.

“Gosdan” tipik bir Mıntzuri öyküsü. Başta akrabaları, tanışları sesleniyorlar, Gosdan cuma günü bağa gidip nöbete durmuş, bağları sulayıp ağaçlardan dökülen dutları sulama sırası ailesinde. Tıbirlerin gelini olan Hanbakların kızı Tışhu iki oğlunu, eltisi Pırapon’un iki oğlunu, büyük kızı Pupul’u alıp bağa gider pazar günü, kocasını iş başında görmeyince bağ evinin dışında bağırmaya başlarlar. Metinlerde karakterlerin soyu sopu verilir böyle, kimin neci olduğu anlaşılır, sonra toprakla uğraşları açıklanır. “Doğrusunu isterseniz kendilerinden hiç değilse bir kişi bağlarda yatmalıydı. Üç bağdı. Gece gündüz orada birisi olmalı, her gün ağaçlardan dökülen dutları toplayacak biri bulunmalıydı, ama olmuyordu. Çocuklar küçüktü, onlara güvenilmezdi. Büyüklerin de yapacağı çok iş vardı, bağa gelip kalamazlardı. Çift sürme, ot biçe ayıydı. Tarlalar sürülecek, dağların otları biçilecekti. Kim yapacaktı? Öyle bir kişiyle, iki üç kişiyle başa çıkılacak işler değildi.” (s. 12) Vartavar ayında bitiremedikleri işler kalacaktır çünkü her ay yeni bir iş çıkar, arpalar biçilemezse kalır, dağlarda ot kalmaz, kışın dört ay yiyecek sıkıntısı çekerler. Köylünün zamanı bölümleme biçimini kutsal aylar, günler ve haftalar oluşturur, Tufan’dan kurtuluşu simgeleyen bayram olan Vartavar’ın kutlandığı ayın işleri bellidir, Zadik’inki bellidir, önemli günlerin, bayramların dipnotlarla verilmesi aydınlatmış öyküleri. Neyse, üç gün içinde hemen hiçbir iş yapmamıştır Gosdan, tıpkı erkek çocukları gibi bir toplayıp on gezinmemiştir dahi, oysa annelerle kız çocukları nasıl da durmadan çalışırlar! Hoş bir ayrıntı, kadınların resmen evi çekip çevirdiklerini görürüz, tarla bahçe işlerinde çalışmasalar erkeklerin aç kalacakları defalarca örneklendirilir metinlerde, hatta kadınlar emekleri ölçüsünde konuşurlar, erkekleri bastırırlar yeri gelince, hakkaniyet gözetmeyen erkekleri yadırgarlar. Erkeğin sorumsuzluğudur bu öykünün temeli, zamanında yapılmayan işlerin büyük sıkıntılara yol açacağı malumken adamımız uyuyakalmış, üç gün boyunca davar gibi yatmış, nihayetinde ağıtlar koparken uyanmıştır. Eve zar zor girerler, adamın öldüğünü sandıkları için önce toprağa düşer insanlar, acılarından haykırmaya başlarlar, sonra Gosdan’ın sesiyle kendilerine gelirler. Karnının acıktığını söyler Gosdan, karısından yiyecek ister. Son. İki noktadan bahsetmeli, Mıntzuri diğer metinlerinde açacağı veya anacağı olayları önceden haber verir sanki, Minas dayının ikinci karısı Dantzlı’nın bir gün Gabanlar’dan çıkacağım derken eliyle taşa tutunduğunda elinden kurtulan taşla birlikte boşluğa düştüğünü söylüyor mesela, Gosdan’ın da başına benzer bir şeyin geldiğini düşünen karakterler köyün hafızasını oluşturuyorlar, ayrıca başka bir metinde Dantzlı’nın, Minas dayının beş kez evlenmesinin hikâyesini izleyebiliyoruz. Beşinci evliliğe karşı çıkıyor Minas’ın kardeşi, beşincinin edepsizlik olduğunu söylüyor, yaşlı başlı adam kaç tane daha alacak? Çatışıyorlar, Minas işine karışılmamasını söylüyor, rahip kardeşinden nikahlarını kıymalarını istiyor. Mırıl mırıl okuyor “Göklerdeki Babamız”ı kardeş, öfkeyle, Minas’ın daha kaç kadın alacağını merak ederek. Köyün hikâyeleri anlatmakla bitecek gibi değil, ayı olduğunu zannettikleri çalılar yüzünden yolda kalan köylüleri alaya alan diğer köyün sakinleri, Türk olmasına rağmen Ermeni köyünde büyüdüğü için yolculuğu sırasında Ermeni rolü yapan, Ermeni bir ailenin yanında geceleyen adamın macerası, gerçi buna azıcık değinmeli: adamımız duasından ritüeline her şeyi yapıp ev sahiplerini ikna etmeye çalışır, eder, yemeğini yiyip verilen odaya çekilir. Duvarlar inceciktir, yan odada konuşan çifti dinlemeye başlar, kadın kocasına misafirin zerre Ermeni olmadığını söyler de inandıramaz, kocaya göre en haso Ermenilerden biridir adam. Başından geçenleri kendi ağzından dinleriz, kadını nasıl inandıramadığına hayret eder adam, yalanını açığa çıkaracak bir şey mi yapmıştır bilinmez. “Benim Memleketimin Türkçesi”ni gördüm şimdi, “k” harfinin “ğ” ile değiştirilmesinin örneklerini verir Mıntzuri, verirken köyün rutin uğraşlarını anlatır. Kürt muhtarın öyküsü, eh, politik gelişmeler de işlenmiştir öykülerde. Kalın kafalı, civarda yaşayanların pek sevmediği bir Kürt çağrılır kaymakamlığa, muhtarlık beratını alınca kasıla kasıla yola çıkar, karşılaştıklarına esip gürler ya da hava basar. Muhtardır artık, herkes eline bakacaktır, keyfini çıkarır. Şaban’a bağlar hatta, köyünün ahalisini meydana toplar, sonra dağılmalarını söyler. Yapabilir çünkü, gücünün sınırı yoktur artık. Bir de Sılo’nun köyünden çıkıp İstanbul’a gitmesinin hikâyesi vardır ki, yani öyle bir İstanbul manzarası pek az metinde vardır, mutlaka okunmalı. Mıntzuri’nin nesi varsa okuyacağım.

Ek: Armıdan’ı Armutlu yapan en uzun yılın öyküsü.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!