Cynthia Miller-Idriss – Anavatanda Nefret: Yeni Küresel Aşırı Sağ

“Bozkurt işareti” mi o, yapıldı, liberalinden solcusuna herkes hizaya geçip savundu mevzuyu. Batı’ya karşı cephe, Türklük bilinci, milliyetçilik falan. Popülizm dalga dalga yayılırken hareketin yakın zamanda nasıl fişteklendiğini anlatmaya çalışanların sesi kısıldı, binlerce yıllık şanlı tarihten falan bahsedenler köklendi, arıza ana akıma bodoslamadan girip normalleşti. Şaşkınlıkla takip ettim şahsen, kısa zamanda ne yaman tutulmalar yaşandı akıllarda, neler dışlanırken benimsendi, uluslararası düzeyde temsilin birliği fikri faşizmi nasıl pörtletti, inanılmaz. İnanılmaz. Küresel tabii, Bu Propaganda Değil: Gerçeğe Karşı Savaş Maceraları‘nda da vardı mesele, gerçeğin oyulan altını ideolojik üfürmelerle doldurunca kitleler mutlu mesut güdülüyorlardı. Hareketin olumlanarak benimsenmesi büyük kayıp, Miller-Idriss sonraki adımlara, hatta en uzak noktalara giderek korkunç olasılıkların üzerinde duruyor. Bunlar gerçek: Norveç’teki katliam Yeni Zelanda’dakine ilham kaynağı olur, İsveç’in bir şehri aşırı sağcıların rüya diyarı haline getirilip liberaller için işkence cenneti olarak tahayyül edilebilir, dünyanın her yerinde göçmenler katledilebilir, dünyanın her yerinde Aryanlardan(?) semboller binlerce yıllık uykularından uyandırılabilir ki Miller-Idriss’in örnek gösterdiği gibi Sparta’ya kadar gidiyor sağ adamlar, geçmişin o pak, temiz ırklarından şimdiye sembol çakıyorlar. “Tartışmamızın konusu olan temellük işlemi, ana akım bilim insanlarının dikkatinden kaçmadı. Antik Yunan ve Roma üzerine çalışma yürüten bilim insanları ile tarihçiler, kendilerini Greko-Romen kültürünün nefret grupları tarafından temellük edilmesini kayıt altına almaya ve buna karşı mücadele etmeye adamış, ‘Pharos: Klasiklerin Hakkını Teslim Et’ adlı internet sitesinin de kurucusu bir grup akademisyenle birlikte antik Yunan ve Roma dönemlerine ait tarihi eserler ile ortaçağ mirasının beyaz üstünlükçü gruplar tarafından suiistimal edilmesini kınadılar.” (s. 201) Yazar aşırı sağ gruplardan bahsediyor, bunlar orta karar muhafazakârları da dürterek daha radikal bir noktaya çekmeye çalıştıkları için oldukça tehlikeliler. Araştırmanın konusu bu tayfaların günümüzdeki vaziyeti, geçtiğimiz yüzyılda özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra piyasadan çekilmiş gibi görünseler de alttan alta çalışmaya devam ederek, şimdilerde sosyal medyayı canavar gibi kullanarak tekrar palazlanan uç nokta. Alıntı bilim insanlarının ve gazetecilerin propagandaya karşı sağlam durduklarına işaret ediyor, bizimkilere bakınca içimi bir umutsuzluk, huzursuzluk kaplıyor. Neyse, geçmiş olsun, nelerle özdeşleşmiş bir sembol kanıksandı. “Ana akım bilim ile tarihsel anlatılar, beyaz üstünlükçü ve antidemokratik hedeflerin meşrulaşması ve haklılık kazanmasına katkı sunması sebebiyle aşırı sağ için kullanışlıdır. Sağcı tezlerle yüklü bu mercek sayesinde neredeyse her şeye bir anlam yüklenebilmektedir.” (s. 201) Falan filan, yazar Batı’daki devinimleri ele alıyor da enstrümanlar işlevsel ve uyarlanabilir, öyle ki Yeni Sağ dalgası aşırı liberalleştiğini düşündüğü üniversiteyi dönüştürebilmek için Gramsci’nin hegemonya nosyonunu benimseyerek tasarlıyor eylemlerini, üniversitelerde nefret söylemlerini duyulur hale getiriyor, çıkartmasından sloganına türlü biçimde, üstünü örterek. Akademi kurmaya bile niyetlenmişler ama akademinin yer alacağı İtalyan kasabasında yaşayanlar tarafından engellenmişler, Soros’la birlikte sayısız STK’nın saçtığı liberal siyasi düşünce yüzünden başarısız olduklarını söylüyorlar. Bunun yanında kurmayı başardıkları eğitim merkezlerinde ırklar arası evliliğin kriminalize edilmesi için “yeterli veri”yi toplamaya çalışıyorlar, Richard Hernstein ile Charles Murray’in tartışmalı verilerle ortaya koydukları sonuca göre Siyahların bilişsel becerilerinin düşüklüğü kesinmiş, bu çıkarım çürütülmüş olmasına rağmen bilgiden çok inanca, göreceliğe değer verildiği için, eh, postmodernizm eleştirisi burada devreye girer. Mesela bunun gittiği noktada “İslam’ın genetik problemi”, “doğuştan agresif Müslüman kişilik” gibi tırt tespitlerle karşılaşıyoruz, insan genomları ırklar arasında %99,9 aynı ama Müslüman, göçmen, esmer, ne varsa sakat. Kadın düşmanlığı da nasibini alıyor bundan, aslında liberallerin gündeminde ne varsa aşırılıkçıların hedefi haline geliyor ama Müslümanlara diş bileyen toplulukların bir kısmı sırf İslam’a çomak sokmak için LGBTQ+ destekçisi misal, birlik yok aralarında. Nefret aşama aşama.

Miller-Idriss başta arzla talebi tanımlıyor, gruplar ve örgütler radikalleşme imkânı sunarken bireyler psikolojik özellikleriyle, çocukluk travmalarıyla, radikalleşmenin bilişsel yönleriyle tetiklenip katılıyorlar gruplara. Periferideki insanları merkeze çekme çalışmaları son yirmi yılda tavan yapmış durumda, yazara göre kafeler, pop ve rock konserleri, spor salonları aşırı sağın yayılması için mekân sağlarken tüketim cephesinde tişörtler, çantalar, envai çeşit zımbırtı nefret söylemini normalleştiriyor, “vatan toprağı”nın savunulması için forumlar, internet siteleri kuruluyor ve ana akım siyasi gündeme sızılıyor bir şekilde, uç fikirler herkesçe kabul edilebilir bir niteliğe bürünüyor böylece. Adım adım ilerlemece, farkında olmadan kabul ettiğimiz, başta tepki gösterip sonradan duyarsızlaştığımız şeyler. Başka kanaldan benzer olay: Aklıma gelen ilk örnek aktarmanın bedava olmaktan çıkarılması. Eskiden para vermiyorduk toplu taşıma aracı değiştirirken. Unutuldu gitti, neyse, tişört satın alıyoruz, paramız nefret suçları yüzünden hapse girmiş beyazlar için kullanılan bir fona aktarılıyor. Aslında ben pırıl pırıl bir dallama olayım şimdi, Miller-Idriss’in anlattığı işgal kuvvetlerinin bir parçasıyım diyelim, neler yaptığımı anlatsam özetlemiş olurum başlıkları. Otoriteryanizmi teşvik ederek demokrasinin, adaletin altını kazıyorum, birkaç dangalak politikacıyı veya gazeteciyi yanıma çekebildiysem ulusal kanallarda görünüyorum, lafım geçiyor, gündemi ben belirlemeye başlıyorum. “Elitler” diye uydurma bir düşmanım var, halkın da düşmanı bunlar, oturdukları masadan dünyayı yönetiyorlar ama benim gibiler sayesinde tepelerine bineceğim bunların. Elleri kolları her yere uzanıyor, Aryan babalarımın soyunu kurutmak için kürtajı destekliyorlar, zayıfların sağlık giderlerini bana yıkmak istiyorlar, Siyahları vatanıma getirerek beni yerimden etmeye çalışıyorlar. Birkaç terim var: “büyük yer değişikliği”, “beyaz soykırımı” ve “Avrabiya” en önemlileri. “Bu teorilerin üçü de beyaz vatandaşları, Hıristiyanları, Amerikalıları ya da Avrupalıları yok edecek ya da onların yerine geçecek göçmenler, Müslümanlar ya da Yahudilere karşı beyazlığın korunması ve savunulması gerekliliğine dikkat çekmektedir. Bu fanteziler, bir yandan beyazların mağdur edildiği anlayışına dayanırken bir yandan da kutsal ulusal mekânı, bölgeyi ve vatan toprağını yeniden ihya etmek adına onu korumak, savunmak ve kahramanca eylemlerde bulunmak adına sık sık yapılan duygusal çağrılarla da bağlantılıdır.” (s. 27) Ufukta büyük bir ırk savaşı olduğunu Team Fortress 2 oynarken duydum, takım arkadaşım ilgili belgeleri atınca, o da ne, memleket kararmak üzere, kıçımı kaldırıp salona yazıldım, savaşın geleceğini söyleyen arkadaşlar aralarına aldılar beni. İstesem zart diye alırım silahı, Ukrayna’ya gidip savaşırım, istersem katliam yaparım ama kafayı çalıştıran adamım ben, üniversitelerde konuşmalara katılıp kışkırtıcı sorular sorarım, ilan asarım falan, ne bileyim, kapı kapı gezip kurabiye satarken çocukları fişteklemeye çalışırım. Kas da yaptık, erkekliği yüceltirim, kadınların bana hizmet etmesi vatanı kurtarırken süper olur. Beyaz olmayanları aşağılamaya başlarım hemen, mem yaratırım, komik komik videolar yaparım, isim takarım bir sürü. İnsan değil o, bunu yaymak için bir dünya araç var elimde. Yasaları çiğnedim, hapse girme tehlikem varsa salondaki abilerden biri daha da abilere ulaşır, kefaletimi falan yatırtır, sağlam avukat tutturur, kurtulurum. Hapiste hemen Aryan kardeşlerimi bulurum, Vernon Schillinger kurtarır beni. Çıktım mı kendi markamı oluştururum, hemen tırı vırı satmaya başlarım, parayı kırıp bir fon da ben kurarım. Kutsal toprakları koruduğum gibi yayılmaya çalışırım bir de, Kızılderililer gibi sonumu beklemem.

Günümüzün kitabı, tam.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!