Adnan Veli – Mapusane Çeşmesi

Yeni düşenler şöyle bir silkelenir, söğüşlenirler, eskiler yine düşerlerse yataklarına geçerler, dışarıdan havadis verirler. Adanalı gibilere ölüm pahasına racon öğretilir yoksa huzuru kaçar ortamın, düzen bozulur. Adanalı delifişek, yirmilerinde, otuz hapishaneden sürgün edilmiş de bağcıyı kovacak. Bir boka benzemiyor bakınca, sıska oğlanın teki ama kendisi gibi üç beş bıçkını etrafına topladı mı tehlike. Kumar oynatacağını söylüyor bir gün, “mano” alacak kumarbazlardan, ağanın işine işeyecek yani. Kürt şöyle sallana sallana geliyor, topuğu kırıyor Adanalı’nın önünde, şamarı indirdi indirecek. Adanalı geri basıyor, plan hazır, bıçağı çektiği gibi sallıyor. Kürt bileğinden yakalıyor çocuğun, yere çalacak ama şiş çıkıyor piyasaya bu kez, bıçkınlar saldırıyorlar. Herkes ranzaların altına, köşelere, cinayet çıkacak besbelli. Kürt’ün sırtına bıçak saplanıyor da acı kuvveti var adamın, önüne geleni indiriyor yarasına beresine rağmen. Kolay yıkılmadığını görenler de saldırıya geçip dünkü bokları tartaklıyorlar ama plan işliyor, kapıya çektikleri yatağa gaz dökmüşler, kibriti çaktıkları gibi alevler yükseliyor, bizimkiler yatakla kapının arasında bekliyorlar ki yangın iyice büyüsün, dumandan zehirlensin moruklar. Tavan ahşap, yataklar tutuşmuş, üst katlarda yüzlerce mahkûm var, facia yaşanacak. Dışarıda askerler mavzerlerini havaya sıkıyorlar, jandarma geliyor da yönetmelik miymiş neymiş, izin tepeden gelmedikçe kapıyı açmaları yasak ki açılacak gibi değil kapı, önünde bekleyenler içeri kimseyi sokmamaya kararlı. Başgardiyan sorumluluğu alıyor da açıyorlar, saldıranları indiriyorlar, herkes hurra dışarı. Adanalı’yı bir temiz dövüp Sinop’a yolluyorlar, orada kalırsa kesin takarlar bıçağı. Üç beş gün içinde yaşanıyor bunlar, yıllardır orada yatanlar var, başlarından geçenlerin haddi hesabı yok. Veli onlarca hikâye toplamış böyle, koğuş insanlarının yaşamlarına pencereler. Anekdot. Bazı öykücükler tek bir karaktere odaklanıyor, bazıları hapishanedeki sosyal yaşamla ilgili doğrudan, bazıları da olağanüstü olaylardan ibaret. Beş kişi birleşip tüp alıyorlar mesela, tüp orada çok kıymetli olduğu için kimseye ricacı olmak istemiyorlar da parayı zar zor denkleştirip. Alet geliyor, öyle yapıyorlar yanmıyor, böyle yapıyorlar yanmıyor, en sonunda arızalı olduğunu kabulleniyorlar da ithal mal, arızalı çıkması büyük şans olduğu için piyango bileti almalarını tavsiye ediyor oradan biri. Alıyorlar, radyonun başına geçiyorlar. Bir, iki, üç, bütün sayılar tutunca şenlik! Kimi gelip kışkırtıyor kumar oynamaları için, kimi yiyecek peşinde, herkes mutlu ama. Nasıl alacaklar parayı, idareye haber verseler paraya el konacak, her hafta 5 papelden fazlası geçmeyecek ellerine. Adam başı 250, çok para, toptan almak istedikleri için ertesi gün hastaneye götürülecek birine veriyorlar bileti, jandarmaya 10 kâğıt ateşleyecekler de dönüş yolunda güzergâh değiştirip piyango idaresine uğrayacak arkadaş. Ertesi gün bekliyorlar, adam yok, meğer jandarmanın elinden kurtulup biletle birlikte arazi. Ne yıkılıyorlar, mahrumiyetin en uç noktada yaşandığı yerde parasız kalmak korkunç. Kumar bağımlıları donlarına kadar satarlar neleri varsa da yine o zarı atarlar, yataksız kalanlar on saniyede kaybederler parayı da yere uzanıverirler. Savaş yılları, yoksullar için günde bir öğün bulgurdan başka yiyecek hiçbir şey yoktur, açlıkla imtihan. Parası olan dışarıdan aldırır, içeride diş geçirenle paylaşır elindekini, ziyaret günü gelen yiyecekler de genellikle paylaşılır. Paylaşmayanın bavulu, dolabı, nesi varsa patlatılır, derstir bu. Hapishanede her şey affedilir, unutulur da ispiyonculuk ve eşcinsellik büyük suçtur, tabii pintilik de. Sıbyan koğuşlarından çekilen çocuklarla ilgili öykü acı, aç kaldığı için para karşılığı ilişkiye giren gencin öyküsü acı, Veli ayar belirlemeden olduğu gibi anlatır bu hikâyeleri. Dehşet verici detaylar: ağalardan biri ölçüyü kaçırınca üç beş gedikli hemen tuzak kurarlar, punduna getirip adamın kafasına indirirler sopayı. Durmazlar, öfkeleri dinmez, sopaları dan dun indirmeye devam ederler. Etraflarındakiler durdurmaya çalışır da öküz gücüyle saldırmaya devam ederler. Adamdan geriye pelte kalır resmen, bir gözü fırlayıp yanağına düşmüştür, sinirler açıktadır, diğer gözü bilmem nerededir, dişleri ortalıktadır adamın, kırık kemikleri vücudundan fırlamıştır falan, tam gore. Sopa atanların gündelik yaşamına şahit olunca şaşırırız, hiç de döve döve adam öldürecek insanlar değildirler. Eşini katleden, yan masadaki adamın kafasını patlatan vardır da koğuşa girince ıslah olmaya meyillenirler sanki. Anlatıcıya göre mümkün değildir bu, ortam o kadar sıkış tepiştir, sıkıcıdır, tehlikelidir ki sağalmalarının imkânı yoktur, hayatta kalmaya çalışırlar bir.

Yemek yok, yatak yok, ısınma dert. Kömür tozu verirler ısınmaları için, kırık camlardan giren rüzgâr süpürmezse işe yarar azıcık. Herkes ne bulduysa üzerine sarar, korunmanın başka yolu yoktur. Nefes, sigara, ısı yayacak ne varsa nimettir, leş kokusundan kimse şikayetçi değildir. Kısa süreliğine misafir olanlardan bazıları kışı geçirmek için girerler içeri, bazıları şanssızlıkları yüzünden, uzun kalacakların çoğuysa işledikleri suçu inkâr ederler ya da suçun o kadar da büyük olmadığını savunurlar. “‘Biz mi bu dünyanın en namussuz, en şerefsiz insanlarıyız? Bir adam öldürdük diye mi bunlar? Evet, kabahatimiz kabahat. Ama öte yanda, yüz adam öldürenler, bin adam öldürenler göğüslerine nişan takıp geziyorlar. Ya buna ne demeli?’” (s. 201) Namus cinayeti işleyenler, kız kaçıranlar el üstünde tutulurlar, siyasilere hiç bulaşmazlar çünkü konuştukları anda koğuşlar basılır, sorgular başlar, vatana millete kötülük edecekler diye sopa üzerine sopa yerler. Yıllar geçmez böyle, mutlaka kaçmaya çalışanlar çıkacaktır. Birkaç öyküde görüyoruz, tünel kazıp kaçmaya çalışan üç kafadardan birinden uzun süre ses çıkmayınca diğer ikisi inip bakarlar, kör karanlıkta ilerlerler. Göçük altında kalmıştır arkadaşları, bedenini çıkarırlar da kazmaya devam ederler. Başka ekip, iki kişiler bu kez, biri parmaklıkları kazıya kazıya koparır da gecenin bir vakti uzarlar, birinin satışı yüzünden özgürlüğe bir adım kala yakalanırlar. Yağa bala fit olmuştur adam, planı yapan arkadaşının önünden geçerken boynunu büker. Rahat yüzü görmeyecektir, arkadaşını satana kimse iyi gözle bakmaz.

Hiçbir şey karşılıksız değildir, dert dinlemeye bile bedel ödenmelidir. İki paket sigaraya yarım saatlik tarife uygular dinleyiciler, pazarlık payı var. Can sıkıcı hikâyeler için böyle tabii, iyi anlatıcıların hikâyeleri baş üstüne, mahpuslar yeni biri geldiğinde iyiden bir umutlanırlar bu yüzden. Kolıma Öyküleri‘nde de vardı bu, hikâye anlatıcısının iyisi el üstünde tutulur çünkü zaman geçirmek için iyi hikâyeler dinlemekten daha iyisi yoktur. Parası olmayan iyilik yapar, karşılığını öder de başlar konuşmaya, aynı hikâyenin lacivertini anlatırlar genelde. Veli ağızları iyi verir de herkesi aynı biçimde konuşturur, kötü. Hapishane argosunu muazzam yansıtır, çok iyi. Öyle kalıplar var ki güldürüyor ama o ortamda işitilse kızdırır veya sindirir. “Bacısını kuşluk vakti dere kenarında dolanırken gördüğüm” gibi bombastik sözler. Sersemler insan ya duyunca, duruma göre gülesi gelir, ne bileyim. Sonuçta herkesin ağzı laf yapar, ağzı laf yapmayan ezilir, ayakçı olur. Çok sayıda tayfa yok da ezilmemek için dincilere yanlayan var kesin, hani Kareem Said’in kurduğu sistem yoktur da dinci tayfa yine güçlüdür hapishanede, gardiyanlar bunlara eziyet edemezler kolay kolay, kafası çalışan o şair olmasa herkesi güdecek kadar güçlüdürler.

Hikâyelerin sonu gelmez, 1940’ların hapishanelerinden bulduğunu çıkarmıştır Veli de daha neler olmuştur kim bilir. Kadınlar koğuşu ayrı dünya, siyasi hükümlülerin koğuşu ayrı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!