Özür dilemenin metaya dönüşmesinde iki ilginç nokta var, ilki özür dileyenleri kiralayanın kendi suçunu telafi etmede bir aracı olarak sermayesini görmesi, diğeriyse suçun işlenmesinden beri geçen onca zamana rağmen mağdurun affetmeyi bir tür saldırının, suçu işleyenin canını yakmanın eşlikçisi olarak değerlendirmesi, hani ikincisi kiralananları kiralayacak sanki, “affedilenler” ilk elde kendilerini kiralayanın başına iş getirecek, düğüm de böylece çözülecek. Yazarın paralel çizdiği iki hikâyenin konusu ortaksa da Jinman’la Şibong’un Tesis’ten kurtulmalarından sonra yaşadıkları bu özür mevzusuna daha yakından bakmamızı sağlıyor, dış dünyaya özür dileme hizmeti sunmalarının hiçbir şeyi değiştirmediğini, aksine, işleri daha beter hale getirdiğini görüyoruz, neden olmasın, duygusal emek olmadıktan sonra kavramın için bomboş. Şibong’un ablası Şiyon’un evine yerleştikleri zaman Gözlüklü’nün esaretine kolayca girmeleri bizimkilerin de tın teneke olduklarını gösteriyor ama boşluğu isteyenler onlar değil, Şiyon’un sevgilisi Gözlüklü olmasa başka iş bulacaklardı muhtemelen. Kadın fahişelik yaparken Gözlüklü at yarışı kovalıyor, sevgilisinin çantasından para yürütüyor, evin yolunu unuttuğu çok, her şeye rağmen ayrılmıyorlar çünkü Şiyon adamı seviyor, adam da Şiyon’u seviyor ki öğretmenlikten ayrılmış, atılmış veya, ömrünü sevgilisinin evinde geçirmeye razı. Şiyon arada sırada Jinman’ın ne zaman gideceğini sorsa da kapı dışarı etmiyor adamı, Şibong’la beraberken beladan uzak durdukları için belki. Jinman babasını bulunca uzayacağını söylüyor, doğru söyleyip söylemediğini öğrenemeyeceğiz. İki çavuş Tesis’te tanışıyorlar, ayrılmıyorlar bir daha. Ki-Ho’nun sonsözünde belirttiği üzere Kafka’nın kurmacalarından aldığı esinle yürüyen hikâye Kristof’a da yaslanmış ister istemez, ünlü üçlemenin ilk cildindeki ikizleri hatırlarsak çavuşların ilişkisini hatta anlatının biçimini, dilini anlarız. Tesis başlangıç noktası olsa da ortadan ilerliyorum, işkenceli bölümler özür dileme çabalarından daha sönük. Önce Şiyon’un evinin karşısındaki dükkânlara dadanır bizimkiler, Manav’la Kasap’ın dostluğunu gözlemlerler. Laurel ve Hardy adeta, biri dev gibi, diğeri bodur, söylenenlere göre kardeş bunlar, aynı saatte açarlar dükkânlarını, birlikte bira içerler, oyun oynarlar ve komşu dükkânın sahibi olan kadının uyarılarına rağmen ortalığı toparlamazlar, akşam da kilidi vurdukları gibi yolun karşısındaki evlerine. İnsanlık vazifelerini yerine getirseler radara takılmayacaklardı, Şibong’la Jinman’ın kafaları Tesis’te aldıkları uyuşturuculardan ötürü yanmışsa da haktır, adalettir, yitirmemişler insanlıklarını, hemen zayıf halkaya oynamaya başlıyorlar ve kardeşlerin arasını bozmaya çalışıyorlar ki özür dileme işinden para kazanabilsinler. O birasını daha hızlı içiyormuş, yemeğine daha çok malzeme koyup berikinin ekmeğini çalıyormuş, bir dünya kışkırtı, daha da fazla hakaret bizimkilere, en sonunda kavga çıkartmayı başarıyorlar ve kardeşler birbirlerine giriyorlar. İyice büküp kırdıkları için ders oluyor onlara, özür dilenecek hiçbir şey kalmıyor çünkü kardeşlerden biri dükkânına kiralık tabelasını asıp taşınıyor oradan, demek insanları o kadar zorlamamalı. İkinci vaka eşini ve çocuğunu terk eden kodaman, Gözlüklü buluyor bunu. Parayı alıp görevi söylüyor, gerisi çavuşlarda. Kadının yanına gidip durumu anlatıyorlar, özür diliyorlar ama kadın özrü kabul etmiyor çünkü affedilecek hiçbir şey kalmamış, kendisi de çocuğu da değişmiş artık, aynı insanlar değillermiş. Kodaman şaşırıyor bu duruma, hemen suç üretim süreci başlıyor, Gözlüklü telafi masraflarını cebine atarken çavuşlar yapılacak hiçbir şey olmadığını görüyorlar çünkü kadının küllenmiş acısı harlanınca ölüme dönüşüyor arzusu, kodaman ölürse belki rahatlar. Kodaman bu arzudan habersiz, özrü kendisinin dileyeceğini söylüyor, bizimkiler fırsattan istifade edip sarhoş haldeki adamı kadının dükkânının önünde asıyorlar, böylece görev tamamlanıyor, muhteşem bir final. Polisler, sorgular, Şiyon onların lehine ifade veriyor da kurtuluyorlar. Asıl tehlike yaklaşıyor o sıra, haberleri de var ama pek umursamıyorlar. Dünyayı umursadıkları söylenemez, savruluyorlar daha çok. Epizodik anlatıda pek çok pasaj yan hikâyelere ayrılmış, örneğin Jinman babasını bulmak için Tesis’in müdürünün yattığı hapishaneye gidiyor, müdür Jinman’ın babasını hatırlamadığını söyledikten sonra sırıtarak ekliyor, Tesis’in çalışanları bir süre sonra şartlı tahliyeden faydalanacaklar, hapse düşmelerine yol açtıkları için Jinman’la Şibong’un başına gelecek var. Anlıyoruz gerçi, Ki-Ho pek gizlemiyor, sohbet sırasında Şibong bir ara duygusallaşıyor ve bir gün tongaya düşerse, düşüren de Jinman’sa peşin peşin affettiğini söylüyor Jinman’ı, hem özür dileme hem affetme hakkını dostuna teslim ediyor. Yazar bu metni internet üzerinden parça parça yayımlamış, kitap formuna getirirken girintileri çıkıntıları iyice bir törpülemişse de başlangıç gibi bir başlangıç, son gibi bir son yazmamış, dolayısıyla nihai noktayı bulamıyoruz ama o sohbet sırasında konuşulanların temsilini görüyoruz. Yeterli, noktayı arayıp bulamamayı bilmeli okur. Tembelleşmemeli. Kurgu kaç başı mamur değilse değil, kaostan illa bir düzen çıkmazsa çıkmaz. Jinman’ın babası belli, sürprizli, belli olmasa da olurdu. Gözlüklü’nün ne cehenneme kaybolduğundan kime ne, olur öyle.
Tesis’e gelelim, eğlenceli yer. Topluma uyum sağlayamayan insanların son durağı. Sopa yer oraya kim düşerse, sağlam yer, bir aduket kalır yemediği. Hikâye ilk çizginin sonundan başlıyor, ikinci çizgiye geçerken görüyoruz ki idarenin verdiği ilaçları herkes yutmuyor, yaşlı bir adamın telkiniyle bizimkiler de hapları yutmayı kesince ayılıyorlar, amcanın yaptığı gibi yapıp atölyedeki çorap kutularına yardım mesajları yazıp temizlik saatinde duvarın öte tarafına fırlatıyorlar. Bir ay sonra polisler basıyor mekanı, müdürle çalışanları götürüyorlar, bizimkiler serbest kalıyorlar da öncesinde Tesis’teki yaşam, dayaklar, hücrelerin sakinleri uzunca anlatılıyor. “Sabah, öğle ve yatmadan önce üç öğün. Bazı günler sabahı atlıyorlardı. Gelgelelim bu sefer de akşam iki posta dalıyorlardı. Hatta öğlen iki, akşam ise üç kez dövdükleri bile oldu. Copla da saldırırlardı, su borusuyla da. Tokat atarak da, yumruk atarak da. Postalla da vururlardı, kalın kitapla da.” (s. 14) Normali budur oranın, çalışanlardan biri hastalanınca onun işini diğerleri devralır, hastanın iyileştiğini çat çut girişmesinden anlarlar, hep beraber sevinirler. Kurtuldukları zaman üzülür Jinman, sonuçta yıllarını orada geçirmiş ve kişiliğini orada oluşturmuştur, daha da önemlisi hapların verdiği sakinliğe biter, bu yüzden geri dönerler bir süre sonra, kapısına zincir vurulmuş binaya girip hap kaldı mı diye aranırlar. Deli kadının biri gizlenmeyi başarmıştır orada, bir çuval hap verip dışarıda da kafa bulut gezmelerini sağlar. Aynı kadın zamanı gelince Şibong’a ne olduğunu söylemeye de çalışacak ama dinlemeyecektir Jinman, kendi kendine özür dileyip yine kendi kendini affedecektir. Neyse, dayak arsızı olmalarından sonra bir de kazıcı olurlar, Tesis’te ölenlerin gömülmesi için tutulan ikili arkadaki arsada taşlara çarpan kazmaların takır tukuruyla titrerken başlarında bekleyen dayakçılar soğuktan titrerler, durmadan hareket eden ilginç tayfadan yerde yatan kıpırdamaz bir. Ne olur, özür diledikleri zaman o kadar dayak yemediklerini fark ederler. Mesnetsiz suçlamalara karşılık veremedikleri için yedikleri dayaklar yavaş yavaş sonlanmaya başlar, uygarlık Tesis’e de girmiştir, içtenlikle dilenen özre karşı söylenecek hiçbir şey bulamayan görevliler bir iki fiskeyle bırakmaya başlarlar. İyidir bu, başkaları için de özür dilemeye başladıklarında şiddet iyice azalır. Görünürde. Başka taktikler geliştiren görevliler suç üzerine suç işlerler, bizimkiler özür üzerine özür dilerler, insanlar ölmeye devam: “Orta yaşlı adam, yırtıp ip gibi yaptığı atletini, benim yatağımın hemen üstündeki pencere pervazına bağlayıp kendini asmıştı. Anladık ki gece biz uykudayken o cam kenarında sallanıyormuş.” (s. 58)
Dağınıklığı kadar sıkı roman, okunmalı.
Cevap yaz