Baba mayına basıp havaya uçtu, ikizlerden biri babanın cesedine basıp sınırın ötesine geçti, adı faş olan Lucas eve dönüp gölgeliğe uzandı. Askerler sorguya geliyorlar, Lucas hiçbir şey söylemiyor. Lucas hiçbir şey yemiyor, içmiyor, bağa bakmıyor, hayvanların yemini veriyor çünkü ses çıkarıyor keçiler, boşluğu yırtabiliyor. Bir ömür belki, sokaklarda yürürken bekleyeceği süreyi düşünüyor Lucas, kardeşi öte tarafta ne yapıyor, dönecek mi, defteri kim dolduracak, tavan arasına tırmanıp sandığı açıyor, defteri kapıp döşeğe uzanıyor, yazacakları var Lucas’ın. İşi bitince Joseph’in yanına iniyor, bahçıvanın azarını yedikten sonra toparlıyor mu biraz, Papaz’ın yalnız kaldığını öğrenince. Agnès nam kız çocuğunun telkiniyle adamı ziyarete gidecek ama öncesinde kızı sıkıştıracak, kollarını acıtacak, ağlarken yalnız kalmanın acısını yaşayacak. Kristof üçüncü tekili kullanırken öznenin -genellikle Lucas’ın- davranışlarını nesnenin verdiği tepkiler üzerinden yansıtmayı tercih ediyor, Agnès’le birlikte pek çok karakter karanlığı dağıtmaya çalışsa da bir noktaya kadar görebileceğiz olanları, Lucas hiçbir zaman tam netliğe kavuşmayacak. İyiliği veya kötülüğü tartışılır, Papaz’a göre ayinlere katılmaması doğru değil ama kutsal kitaplar hâlâ ezberinde, Papaz’a göre bu onu Tanrı’nın sevgili kulu yapabilir. Yapamaz, Lucas kutsal kitapları okumayı çoktan bıraktığını, başka şeyler okuduğunu ve içinde sevgiye, iyiliğe dair hiçbir şey olmadığını söylüyor. Davranışlarına bakalım, tacize varacak kadar ısrar edebiliyor kadınlar konusunda, çocuklara para vermekten erinmiyor, zor durumdaki insanlara yardım etmekten çekinmiyor, otorite tanımıyor, bir çocuğun iyiliği için cinayet işleyebiliyor, üstelik suçsuz bir kadını öldürüyor. Hani chaotic good desem bütünüyle kapsamıyor, yine de uygun. Yaşamaya nasıl devam edebileceğini bilmediğini düşünürsek “gerileme”ye kapılması normal, altı yaşındayken ikiziyle birlikte anneannesinden sorumluydu, başka birinin sorumluluğunu üstlenmesi lazım. Bu aşamaya kadar yaptıkları başarısız gerileme evreleri olarak görülebilir, müzik yaptıkları mekanlarda armonika çalarak arıyor huzuru, yok, sık sık uğradığı kitapçı Victor’un aracılığıyla kimlik çıkartmak için gittiği Peter’ın eşcinsel eğilimlerine uyum sağlaması, yok, hani Alman komutanın yatağında ne hissedeceğini bilmeden yatabiliyordu, hissizliğine çok şey borçluydu ama on beşine geldi, yaşadığını hissetmek istiyor, yaralı bir bedenden medet umacak. Yasmine’in ortaya çıkışı, mükemmel zamanlama. Kucağındaki bebeği derede boğmak istiyor kadın, beceremeyince Lucas yardım edebileceğini söylüyor. Eder, bağ kurmadığı insanlara yapabileceklerinin sınırı yok. Ne ki çocuk sakat, teyzesi Yasmine’yi kovmuş, gidecek yerleri yok. Lucas evini açıyor hemen, hikâyeyi öğreniyor: hamileliğini gizlemek için giydiği korseler hem kadına hem çocuğa zarar vermiş, sıkılık yüzünden sakat Mathias, oysa babayla girilen cinsel ilişki, hamilelik, gen faktörü esas sebep. Başkasıyla evlenmeyecek Yasmine, babasının dokunduğu memelerini açacak, yıllar sonra bacaklarını açacak. Kristof’un anlatısı sert, karakterlerin doğallığı açısından da öyle. “Yasmine susup Lucas’a bakıyor. Siyah gözleri parlıyor, etli dudakları aralanıyor. Göğsünün tekini çıkarıp, ‘İster misin?’ diye soruyor.” (s. 160) Bödöf bödöf gidiyorlar sonra, Lucas kadının ensesini ısırıp içine giriyor falan, çiğ gerçek. Sovyet rejimine dair eleştiriler de bam güm, her yerden fırlayabilir. Mathias kitap canavarı çıkınca Victor’a gidip çocuk kitabı soruyor Lucas, rezalet olmayanından istiyor. Victor’un cevabı: “‘Ne zannediyorsunuz ki? Yetişkinler için olan kitaplar da aynı. Bakın Rejimi göklere çıkaran birkaç roman. Ülkemizde yazar kalmamış gibi.’” (s. 169) Sovyet tankları Macaristan’a girince küçücük kasaba birkaç radyodan öğrenir olup bitenleri, şehirlerde kıyamet koparken kasabalar derin bir huzursuzlukla bekler, Peter başına geleceklerden ürküp cehennem azabı yaşamaya başlar çünkü direniş saflarında yer almıştır geçmişte. Bunlardan önce Lucas sakıncalı kitapları merak ettiği için kütüphaneye gider, kütüphaneci Clara’ya tutulur, kadına ıstırap olur resmen. Geç vakit kadının evini ziyaret eden avukatın kafasını kırar, Clara’yla birlikte olmaya başlamalarından sonra eve geç gittiği için Yasmine ve Mathias’la papaz olmaya başlar, dünyalar arasındaki uyumu kuramaz bir türlü. Çatışmalar yayılmaya başlayınca ardında bir not bırakıp eşinin intikamını almak için şehre giden Clara geride boş bir kabuk bırakır adeta, Lucas eve döner ama Yasmine’ye katlanamaz, her şeyiyle Mathias’a odaklanır. Yasmine’in hikâyeden çıkması, bambaşka bir formda tekrar görünmesi Lucas’ın ruhunun ne kadar kararabileceğini gösterir, önemlidir, esas oğlan iyilik meleği değil.
Yan hikâye çok, Victor’unkine bakıyorum, ülkesinin işgalinden sonra dünyanın haline tahammülü kalmayınca gidip yıllardır hayal ettiği romanı yazmaya çalışması ve başarısız olması tam Bernhard karakterlerinin işi. Çocukluğundan beri tanıdığı adamın arzusunu yerine getirmesi için el verir Lucas, ninesinin mezarında gizlediği altınları çıkarır, biriktirdiği paralarla birleştirir, Victor’dan dükkânla evi satın alır. Ablasının yanına gidip o çok istediği romanı yazabilecektir Victor, sevinçle yola çıkar ve ablasının yasaklarına uyarak çalışmalara başlar. Victor’un yaşadıklarını ulusal basında yer alan cinayet haberinden sonra öğreneceğiz, Peter arkadaşının geride bıraktığı kâğıtları getirince. Alkol, sigara, ne kadar zararlı alışkanlığı varsa bırakıp aklını tamamen yazmaya vermek ister Victor, veremez, yavaş yavaş yoldan çıkar ve ablasının tepesini attırır. Uzunca bir zaman şefkatle yaklaştığı kardeşinin hiçbir şey yazamadığını öğrenen abla çıldırır, ağzına geleni söyler, Victor aynı şekilde mukabele eder, aslında bu kısım Bir Düşüşün Anatomisi‘ndeki muazzam tartışmanın çok benzeri. Victor idam cezası alır, ziyareti sırasında Peter’a geride cesedini bırakmak istemediğini söyler, izin verseler çok daha iyisini, romanını bırakacaktır. Geride metin bırakma işi bizi üçlemenin üçüncü kitabına götürecek, Lucas defterler dolusu yaşantıya Victor’u, Peter’ı, karşılaştığı bütün insanları, yaşadığı bütün olayları sıkıştırmıştır, Claus -ikizinin- bir gün geri dönünce aralarındaki mesafe o defterler vasıtasıyla kapanacaktır. Öyle olur gerçekten, yıllar sonra kasabaya bir yabancı gelir, söylediğine göre şehirde doğmuş, çocukluğunun bir kısmını o kasabada geçirmiştir. İkizini sorup soruşturur, ninesinin eski evinin bulunduğu yerdeki sahaya hayretle bakar, her şeyin değişmesinden ürker çünkü Lucas da değişmiş olabilir. Kitapçının durduğunu görünce anıları canlanır, hemen içeri girer ve Peter’la karşılaşır, ilk aşama. Lucas’ın uzun zaman önce oradan ayrıldığını, dükkânı Claus gelene kadar kendisine bıraktığını söyler Peter, sonra onca defteri Claus’a verir. Bir gecede defterleri okuyarak Lucas’a “yetişir” Claus, kardeşinin nereye gittiğini araştırmaya başlar ama oturum izninin dördüncü kez uzatılmaması yüzünden paketlenir, kodese tıkılır. Lucas’ın ortadan kaybolması başka hikâye, dükkânı aldıktan sonra hayatının daha iyiye gitmesi büyük ihtimalken Mathias’ın patolojisiyle uğraşmaya başlar. Mathias’a göre annesi gibi gidecektir Lucas da, başka çocuklara duyduğu ilgi bunun kanıtıdır. Aslında değildir, Mathias’a duymak istediği her şeyi söyleyip fırtınayı her seferinde dindirir Lucas ama Yasmine’nin kemikleri ortaya çıkınca Mathias kaldıramayacağı yükün altında ezilir. Yedi yaşındadır daha, okulun en çalışkan öğrencisidir, zehir gibidir zekâsı, geleceği parlaktır, vücudu deforme olsa da aklıyla yapamayacağı iş yoktur. Lucas’a gitmekten başka çare kalmaz bu yıkımdan sonra, ikiziyle karşılaşmayı beklediği yıllar kalbini kırar. İskeletler açığa çıktığında bile kızmamıştı Lucas, annesiyle bebeğinin tavan arasındaki iskeletlerini bulan Mathias’a hemen hiç çıkışmaz, bir tek onca defteri okumamasını söyler. Defterler önemlidir, kişisel tarihi bir arada tutar, Claus’un da kendi defterlerini tuttuğundan emin olan Lucas onları okumak için bekler de bekler. Claus da yazıyordur mutlaka, sonuçta “büyük defter”i birlikte doldurmuşlardı. Gerisi üçüncü bölümde, bakalım. Muadilleri elbet var ama ele aldığı zaman aralığı, karakterlerin kurgusal gücü, üslubu farklı kılıyor Kristof’un metinlerini.
Cevap yaz