Take the Money and Run‘ın parçalarını Crimes and Misdemeanors‘ınkilere katınca tamam. Şunu alalım, “temporary side effect” işte, yan etki. Allen’ın metinlerindeki karakterler Virgil’la bir, yan etkiler gırla, hani o kadar çok ki boğuyor bazen, arada güldürüyor çünkü komik. Evet. Sandor Needleman ölmüş, küllerini üniversiteye bağışlamış, şöyle bir savurup kavanozu da hırdavatçıya satmışlar. Columbia’da Eisenhower’ı halı tokacıyla dövmesinin sebebi teneffüs zilinin derse girişi veya çıkışı, neyi belirttiği, şutlamışlar hemen. Öğle arasında bir binanın yıkımını izliyormuş Needleman, kafasına gülle çarpmış da ölmüş, son sözü: “Almayayım; bende penguen var zaten.” Binayı gülleyle yıkma işinin çok eğlenceli olduğunu düşünüyorum, gülle operatörü olsam gülleyi tek seferde pencereden içeri sokacağıma dair iddiaya girerdim hep, iyi bir gülleci olurdum sanıyorum. Gülleyi iyice sallayıp vurmak için aleti döndürüp döndürüp durur, topuz alıp evimde antrenman yapardım, makinenin kolunu kendi kolummuş gibi düşünebilmek için metafizik araştırmalarına, yani güncel varlıkbilimi reddetmiştir Needleman, insanın sonsuzluktan da önce var olduğunu söylemiştir, varoluş zaten var oluşun bir parçası olduğuna göre daha da uzmanlaşmaya gerek yok, varoluş var oluşun içindeyse “her şeyin var oluşu” gibi bir teori bütün oluşları çözerdi. Tanrı suskun bu konuda, insanoğlu da çenesini kapasa daha kolay anlaşılabilecek bir meşgale. “Needleman’a göre biricik Varlık’a ancak hafta sonları, o da bir araba aracılığıyla ulaşılabilirdi. Onun için insan, doğadan ayrı bir ‘şey’ değildi, doğanın ‘içine karışık’tı. İnsanın kendi varlığını gözlemlemesi için, önce onunla hiç ilgilenmiyormuş gibi yapması, ardından bulunduğu mekanın diğer köşesine seğirtivermesi ve oradan kendisine bakmaya başlaması gerekirdi.” (s. 9) Adam bunu başaramadığı için var olmadığını düşünüyor, arkadaşları da yok, var olan tek şey banka borcuyla vergi kaygısı. Bunu çok iyi anlıyorum çünkü on yıl önce bakaya kalınca 300 TL ceza kakmışlardı, silerler diye bekledim, askere gidip geldim, hâlâ duruyor. Faiz de işlemiyor, öyle 300 TL, kendi halinde. Durdu öyle, üç yıl önce falan abim, “Öde oğlum şunu, hesabını falan kilitlerler 300 TL için,” deyince gittim ödedim, enflasyonla kuşa dönmüştü zaten. Faizsiz borçları bu yüzden seviyorum, tefeciler faiz koymasa bence daha çok iş yaparlar. Enflasyon farkını alsınlar, o tamam. Düşünürümüz bu konuda Einstein’la aynı düşünceye sahip, ayakkabı kalıplarını çıkarırlarsa bagaja daha çok eşya koyabilirler, ayrıca Einstein çalışmalarının birbirine çok benzediğini ama Needleman’ın çalışmasının ne olduğunu tam anlayamadığını söylemiş, alınabilecek en büyük övgü herhalde. Çok da gururlu adam, Milano’da opera izlerken azıcık eğilince locadan orkestra çukuruna güm, bir ay boyunca operaya gidip aynı şekilde atmış kendini. Komünist partiyle ilişkisi yüzünden soruşturma geçirmesi bir yana, Los Alamos’a gidip oturma eylemi yapması diğer yana, bombanın patlatılacağını öğrenince topukları tersine vura vura kaçması başka bir yana. Needleman’a böyle veda ediyoruz, akademik araştırmalarının yaktığı beyinlerden mesul olmasını diliyoruz.
Dünyanın en yüzeysel insanının geçtiği öyküde bu dünyalık, enlik, yüzeysellik ve insanlık farklı okunabilir, Lenny Mendel gayet sıradan bir adam, yüzeyselliği tartışılır. Poker tayfasından bir arkadaşı hastaneye kaldırılınca herkes ziyarete gitmiş de Mendel gitmemiş, ölüm döşeğinde yatan biriyle ne konuşacağını bilmediğinden mevzuyu sürekli ertelemiş. “Yemek tepsileri, lazımlıklar, yaşlı ve kırık insanların beyaz pijamalarla koridorlarda sessizce dolanması, ağır havayı dolduran bin bir türlü mikrop… Ya kanserin bir virüs olduğu iddiaları doğruysa üstelik?” (s. 120) Çok yakın olmadığımız insanların ziyaretine gitmek, hani kan vermeye bile zor gittim bir kez, gecenin bir köründe otuz yıllık -o zamanlar yirmi yıllıktı- arkadaşım babası için kan vermemi istediğinde, “Abi ben korkuyom öyle şeylerden ya, gelmeyim,” demiştim, kısa bir sessizlikten sonra az daha konuşup kapamıştık telefonu. Ertesi sabah yediğim haltı anlayıp hemen telefon ettim, Göztepe’ye gidip o sandalyeye oturdum. İğneyi soktukları an yanımda vır vır konuşan arkadaşlarıma susmalarını söyledim, ölüyordum, nabzımı kontrol etmelilerdi. Ölmedim ama başka da kan vermedim, vücuduma sivri bir şeyin girmesinden ürktüm hep, ameliyat olduğum zaman şu ele sokulan serum iğnesinin verdiği histen kurtulamadım. Her an bir şey batıyor, kabus. Mendel dedik, bahaneleri nihayet tüketince gidiyor hastaneye, hemşirelerden birine âşık oluyor. Her gün orada artık, arkadaşı öldükten sonra hemşireyle sevgili de oluyor, bir yıl sonra ayrılsalar da vefası bir efsane gibi yayılıyor ortamlarda, arkadaşının bir gün olsun yalnız bırakmadı. Hikâyesini dinleyenler farklı yorumluyorlar olayı, kendi çıkarları için hastaneye giden Mendel hayvanın teki, ne olursa olsun arkadaşını yalnız bırakmadığı için Mendel iyi bir yoldaş, yüzeysel bir adam, dünyanın en âşığı, neyse ne. Sonuçta iğneden korksam da gidip kan verdim, bence iyi bir arkadaşım. Kan grubumu bilmediğim için söyleyemedim, kullanamamışlardı galiba kanımı. Hâlâ bilmem. Kızılay’la başka bir kurumun suçu, ilkokulda iki kart vermişlerdi, ikisinde de farklıydı kan grubum. A Rh(-) galiba doğru olan. Makarna diye bir gerçek var üstelik, bunu düşünmeliyiz. Mario Spinelli’nin yaptığı makarnanın eleştirisinden akademik bir tartışma çıktığı için biliyoruz, Marksist düşüncesini hissedilmez bir biçimde tortelliniye karıştırmayı bilir Spinelli, İtalyan Yeni Gerçekçi Nişasta Akımı’nın bayrak taşıyanlarındandır. “İnsanın aklına, Spinelli’nin aşçılığında sık sık ortaya çıkan Webern geliyor mutlaka. Stravinsky hakkında yazan Robert Craft, Schoenberg’in Spinelli’nin salataları üzerindeki ve Spinelli’nin de Stravinsky’nin Re Minör Keman Konçertosu üzerindeki etkisine değinir. Öyle ki, sebze çorbası, ahenksizliğe mükemmel bir örnektir.” (s. 145) Hemen karşı eleştiriler gelir, fiyatlar makuldür de Eliot’ın “Dört Kuartet”i de makul müdür? Gödel’in mantıksal kalkülüsüne toslamaz mı? Spinelli o zamanlar vestiyerdeki kız Tina’yı uyarmamıştır, oysa Sovyetler Birliği’ndeki tüm vestiyer görevlilerinin evlerinden uzaklaştırılıp Stalinci serserilerin kıyafetlerini asmak zorunda bırakılmalarını protesto etmek için herkesi işe koşmalıydı. Aydınlar durumu görmezden gelerek insanlık suçu işlerler, başta Spinelli olmak üzere adaleti görmezden gelenler şamarı yiyecektir er geç.
Son olarak Heimlich’in meşhur manevrasını az daha başkalarına kaptıracağına dair şahane hikâyeye dikiz: laboratuvar kayıtlarına baktığımızda üç bilim insanının ne kadar ince çalıştığını görebiliyoruz, biri fareler üzerinde deney yapmak isterken diğeri mahkumlara beş saniye aralıklarla et parçaları “tıkmak” gerektiğini söylüyor, neyse ki aklın yolu bir, farelerle çalışıyorlar önce. İri parçalı Gouda peynirini yiyen fareyi hemen güldürüyorlar, besin yanlış boruya girince farenin kuyruğundan tutup “şaklatıyorlar”, peynir fırlıyor, öyleyse insanı da şaklatabilecek bir yerinden tutup sallamak lazım. Kobay kalmayınca lokantaları gezmeye başlıyorlar, bir kadını ayaklarından tutup sallayınca bir tabak bulgur çıkartıyorlar ama tıkanma eksik, başarısız oluyorlar yani. “Wolfsheim, kurbanların sırtına vurabileceğimizi söyledi ve bu sırta vurma fikrinin kendisine Fermi tarafından otuz iki yıl önce, Zürih’teki bir sempozyumda verildiğini anlattı. Ancak hükümet nükleer çalışmalara öncelik verince bu araştırma için burs bulamamış.” (s. 114) Uzun ve korkunç görünümlü pens icat ediyorlar, aleti görenlerin boğazına kaçan yiyecekler öksürükle çıkarken bu alet hiç kullanılamıyor çünkü o ne öyle.
Allen’ın filmlerinin senaryolarını okuyorsunuz basbayağı, beş filmlik malzeme. Eğlenceli.
Cevap yaz