İki türlü okuyacağım çünkü bunun ardından yine kötü bir romana başladım, Ahmet Karcılılar’ın kurmaca dünyasının aşırı yaşlandığını görmek canımı sıktı. Zamanında onca oynayanların ehlileşmeleri neden, “gafam şişti sendromu” edebiyatta da mı var, Serbest Düşüş‘ün okunabilir yanı nereye düşüyor, bu soruların cevaplarını arayacağım. Can sıkıntısı. Son sorudan başlayalım, Lacan’da “a” mevzusu, büyük olamaz çünkü küçükte keramet var hani, Şirin konuşmacıyı dinledikten sonra dandik bir soru üfürür, cevabını alıp çıkışa doğru ilerlerken yanına gelen adam ölümden nasıl kurtulduğunu anlatmaya başlar. Şirin de ölümle yüz yüze gelmiştir bir zamanlar, tecrübelerini çakıştırmak ister. İsteğin sebebi metnin yarısını dolduracak, diğer yarısını bu adamın, B.’nin estirdiği fırtınalar dolduracak, bu kadar. Aşk ve arzu üzerine konuşmadan tetiklenenler hemen kafeye geçerler, hikâye devam eder, arzu büyür o sıra, ölümler mor günbatımlarının müşfik gerdanında süzülen kırlangıçların neşidelerinde yıkanır, kısacası aşk pörtler hemen. Başta ayaküstü muhabbet, Şirin çok güzel bir serüvenin başladığını sezer ama erteledikçe erteler ilerleyişi, gündelik engelleri aştıktan sonra buluşurlar Nişantaşı’nda. 11 Eylül’de yıkılan gökdelenlerden birinin üst katlarındadır B., iş kovalamaktadır, sevgilisi Ayça’yla birlikte mutlu yarınlara koşmak isterken hızla geçen uçağın gölgesi üzerine düşer, yan binaya güm. Metnin ilgi uyandıran tek yanı atlayıp zıplamaya meyilli olması, hikâyenin orta yerinde B.’nin adını neden “Bruno” koyduğunu söyleyiverir Şirin, sonra akışı sürdürür. Üç akış, her şey üç kez olduğu için bu anlatılanın üç versiyonunu okuyacağız, B. farklı senaryolarla üç kez çıkacak karşımıza. Ortalaması şu: Rajeev aşağı inmek istememesine rağmen B. ısrar eder, kattaki herkesi cümbür cemaat merdivenlere ve asansöre yönlendirir, bir koşu da o tutturur ama Rajeev gelmek istemez, kurtarılacak başkaları vardır, korkudan kıpırdayamayanları çekip çıkarmalıdır oradan. İkinci uçak bulundukları binaya çarpınca ortalık cehenneme döner, artık kesin inmeleri gerekir çünkü öleceksin yani, tependen eriyik akıyor, dumanı biraz daha solusan tümörlerin oluşup büyüdüklerini göreceksin ciğerlerinde. Kahraman Hindu inmez, B. hemen sevgilisini hatırlatır adama, onun için kaçmalıdırlar da Rajeev sırıtır, âşık olduğu kadın yakın zamanda başka sulara yelken açmıştır, bu yüzden hemen dumanların arasında kaybolup canını vermelidir Rajeev. Verir, B. hemen metroya binip oradan uzaklaşır, dile getirilemeyecek tecrübesini kırık dökük anlatır. Şirin’in yaşadığı da fena, Toulouse’da bindiği tren tepetaklak, yanında kopuk bir kafa, kol, bacak, kendi eliyle ayağı da kırık, saatlerce yatmış öyle. Patrick’i orada unutmuş çünkü evli adamla bir geleceğinin olamayacağını anlamış, Ekrem’i orada sevmiş çünkü bütün tersliklerine rağmen Şirin’i sevmiş Ekrem, onun için Fransa’da iki yıl fazladan kalmış, hukuk eğitimini über noktaya getirdikten sonra zaman öldürmüş. Şimdi bu iki hadisenin açtıkça açtığı ilişki anaforları, çelişki burgaçları falan doğsa, onun üzerinden gitse anlatı ne güzel, Kuyaş bunları fişekleyip tamamen Şirin’in yaşamına odaklandığı için kazalar iptal değil de etkisiz, çıkarsak olur. Bulundukları yere gelmelerini sağlayan başlı başına o facialar değil, tatminsizliklerin kaynağı başka yerde. Geleceğim, şimdilik aralarındaki seher yelinin tarazladığı iplikçiklerden tüylerini silkeleyen gökardıç şişilemelerine bakalım, Şirin’in “Öteki Kadın” dediği kişi sahneye atlayıp arzu şelalesini föşkürtmeye başlayınca tabii hemen tutulurlar birbirlerine, seks eylerler, SMS’ler işveyle doludur derken B. ortadan kaybolur, Şirin’in dünyası başına yıkılır. Ortaya çıktığında aradaki soğukluğu gideremezler, Şirin sitem eder, B. daha da sitem eder ve koparlar. Ekrem’e döner Şirin, adam her zaman yanındadır, şefkatlidir, iyi eştir, dört dörtlük bir insandır, haliyle sezdiği şeyleri eşelemez ve Şirin’den karar vermesini ister. Alev söndüyse de küller kalır, Şirin o deli enerjisini yaratıcılığa aktararak sergilerini açmaya devam eder.
Geriye dönmek, ileriye gitmek, zamanda artistik hareketler yapmak iyiydi, metnin ilgi çeken tek yanı dedik, şimdi aşırı aşırı yorumlarla bakayım: bir yerde bahsi geçiyor gerçi, Şirin aşırı narsisist, pırıl pırıl bir kalastır, Van’daki deprem için yardım toplayan çıtı pıtı arkadaşlarının kutulama işlerine yardım ederken kendini sakatlayabilecek kadar özverilidir, çok üzülmektedir oradaki insanlara ki elinin ucuyla şöyle bir dokunmuştur yaşamlarına, ne mutludur ona. Tutkuyu kendi istediği gibi sürdürmeyen B.’ye hemen saldırması ilginçtir, oysa kızıl gecelerin hüzünlü ve hassas papatyası olarak daha ne seviler, sevişmeler beklemekteydi onu, ne yazık ki hepsi ziyan oldu ve yine gudik Ekrem’e kaldı kadın, dertsiz tasasız olduğu kadar sıkıcı yaşamına geri döndü. Alaçatı’daki evlerinde patlayacak hale gelene kadar zaman öldürdü, eşinin denizle ilişkisine iştirak etmediği için Ekrem’e kızdı çünkü çağırabilirdi adam, teknesiyle açıldığı zaman gelmesini isteyebilirdi ama istemedi. Kadının denizden hazzetmediğinin farkında olup olmaması önemli değil, Şirin’in bir yerde yitirdiği heyecanı -aslında bu heyecana hiç kapılmadığını söylemek aşırı yorum olmaz, gönül borcuna daha yakın bir olgu var ortada- diriltmek için bir şeyler yapmalıydı. Yapmadı değil, Şirin başka yerlerdeydi sadece, altmış yaşına merdiven dayadığında hiç tatmadığı duyguların peşindeydi. O kadar açtı ki ne bulduysa yedi sanki, B. olmasaydı bir başkası olacaktı, ölüm bir bahane olarak iş gördü sadece. Dertlendi mi Şirin iyice, Ekrem’in uyarılarına rağmen -biri Tokyo’da doktora yapan, diğeri New York’ta kafasına göre takılan iki çocukları var, harcamaları çok- kredi kartlarına abandı, kendine aldı alacağını, başkasına da aldı galiba, sonra gidip aile yadigarı yüzüğü kuyumcuya okuttu. Akademide resim, sonra fotoğrafçılık, sergiler, iyi ama pek bir şey kazanmıyor Şirin, galerist arkadaşının söylediğine göre kendini o kadar kapatıyormuş ki pazarlanacak bir şey bırakmıyormuş geride, haliyle ayda yılda bir satın alınan ürünlerinden üç beş kuruş gelse iyi. Ekonomik bağımsızlığı yok anlaşıldığı kadarıyla, Ekrem’in eli açık ama dikkat etmeleri lazım, evlatlar sağlam yiyorlar, özellikle New York’taki. Şirin’in tarifi: “Yoga, reiki, resim… Hayır, faydası yok. İçindeki boşluğun ne kadar yer kapladığı şaşırtıcı. O zaman başladı aç kalma saplantısı. Aç olmak hoşuna gidiyor. Yemekten sonraki doluluğu sevmiyor.” (s. 68) Tek çocuk, annesiyle babasının sevgisinden emin olamamış hiçbir zaman, Ekrem’i böyle kaybediyor. Bir gün ceplerini arıyor adamın, çıktıları buluyor. Mail atmışlar birbirlerine, Ekrem’in yurtdışındaki sevgilisi de en az Ekrem kadar ateşli. Yalnız bu nedir yahu, sene 2013, biri SMS’le haberleşiyor, diğeri elbisesinin cebinde mail çıktılarıyla dolanıyor, değişik madde bunlar.
Sonlara doğru gelirken tüyleri ürperten bir iki kısımdan bahsetmek isterim, günümü gün etti. Şirin “edepsizce konuşmanın lezzetinden, sonsuz heyecanından ve zevkinden” bahsediyor, “şimdi şurana şöyle yapmak istiyorum” diyorlarmış birbirlerine. Diyor”muş” bence, edepsizlik etmeyi bundan ibaret sanıyor olabilir. Bence bu insan Mars’tan falan. Bir kere ismini fısıldamış B., milyon kere zikirden daha etkiliymiş. Yoganın, reikinin kuikinin arasına zikir seansı da karışmıştır herhalde, kim bilir. “Yalan, istese, kalabilirdi, istiyordu da kalmak, ama kalmaması gerektiğini söylüyordu bir ses, heyecanı taksitle satın almak isteyen arsız ve parasız, borçlanmaya hevesli bir tüketici gibiydi o anda.” (s. 117) Yazarların karakterlerine inanmayışını böyle zirvelerden okuyabileceğimize inanıyorum, o kadar ciddiyetle öyle olmadıklarını anlatıyorlar ki öyle olduklarına dair ögeler illa sızıyor çatlaklardan, bu da bir örnek.
Kuyaş’ın bir iki metni daha var bende, yıllar sonra okurum çünkü para vermişim. Okumayıp satarım çünkü taşınmam falan gerekir. Bilmiyorum, başarılar diliyorum.
Cevap yaz