Barbara Ehrenreich & Deirdre English – Cadılar, Ebeler ve Hemşireler

Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.

Doğum, ölüm, sağalma, kadınlar yaşamın her ânında anatomi uzmanı olarak yer alıyorlardı. “Uzman” kadim bilginin aktarıldığı kişiydi, lisans eğitiminin sadece üst sınıfa bahşedildiği, hele kadınlara hiç hak görülmediği tarihlerde kadınlar köy köy dolaşarak ebelik yapıyorlar, bilgi ediniyorlar ve öğrenmek isteyene bildiklerini anlatıyorlardı. Gezici okul, öğretmen, kürtajcı, ebe, otacı, şifacı, her neyse. Halk onlara “bilge kadın” derken otoriteler “cadı” ya da “şarlatan” dedi, araştırmanın yazarları bu ithamların yol açtığı korkunç sonuçları, o sonuçların günümüze yansımalarını aktarıyorlar hatta günümüzde de “erkek dünyası” kılınmaya çalışılan tıp kurumlarının cinsiyetçilik yüzünden yoksullaştığını örnekliyorlar. Mücadelenin kazanımları sonucu kadınlar sağaltımın bir parçası olma hakkını söke söke aldılarsa da doktorluktan ziyade hemşirelik, ebelik gibi işlere iteleniyorlar. Florence Nightingale’ın Kırım’da yaşadıkları ibretliktir: erkek doktorlar yaralıların yanına yaklaştırmazlar hemşireleri, müdahalede bulunmalarını istemezler. Savaş şiddetlenir, kadınlar hiçbir şey yapmadan kendilerine ayrılan köşede sessiz protestolarını sürdürürler, nihayet “pek de zararlı olmayacakları” düşünülüp işe koşulurlar, ellerinden geleni yaparak nice insanın hayatını kurtarırlar. Adım adım kazanırlar başkalarının gözündeki yetkinliklerini, yüzyıllardan sonra nihayet kabul edilirler bilim dünyasına. Kısmen. Hidden Figures başka cephede süren aynı mücadelenin filmi, aklıma geldi. Sonra işçi sınıfının örgütlenme çabaları sırasında, geçtiğimiz yüzyılın başlarında beyaz kadınların Siyah kadınları örgütlerinde istemediklerini okuduğum Grev!, direnişi engelleyebilmek için kullanışlı enstrümanlar üreten, yıkımı içten getirmeye çalışan iktidarın silahlarını afişe etmesiyle mühimdi. Örgütlenme önemli. Neyse, itaat bilgisizlikten ve bilgisizliğin dayatılmasından kaynaklanır, kadın sağlık çalışanlarının “kadınsı” işlerle sınırlandırılması, pasifize edilmesi karşısında boyun eğdikçe özgür ve yaratıcı failler ketlenecektir. “Geleneksel tıp tarihlerinin beslediği diğer bir mit ise erkek çalışanların, üstün teknolojileri sayesinde [kadınlara] galip geldiğidir. Bu anlatılara göre (erkek) bilim neredeyse kendiliğinden (kadın) bâtılla yer değiştirmiştir; o tarihten beri de bu ‘bâtıl’a ‘koca karı hikâyeleri’ denmiştir.” (s. 32) Çatışma sürdükçe tıp siyasi ve ekonomik olarak tekelleşiyor, resmî kurumlar oluşurken gücünü zayıflatacak heretikleri -kadınların şifacılıkla Kilise’ye isyan ettiklerine kadar varmıştı iş- ortadan kaldırmak için harekete geçiyordu, yönetici sınıfın köylü kadınlara karşı başlattığı kırım bunun en bilinen örneği. Daha da önemlisi şu ki en şiddetli cadı avlarının yaşandığı dönemlerde kitlesel köylü ayaklanmaları feodalizmin köklerini sarsmaya başlamıştı, tam da kapitalizmin ve Protestanlığın yükseldiği zamanlar. “Bazı bölgelerde cadılığın, kadınların önderlik ettiği köylü isyanlarını temsil ettiğine dair, feministlerin peşini bırakmaması gereken dağınık kanıtlar mevcuttur.” (s. 40) Mevzunun bu boyutunu hiç bilmiyordum ben, şaşırdım. İşte, İncil’i İngilizce yerine Latince baskısından okumak bile suç sayılıyordu, cadılığın şeytan işi olduğunu anlatan kitaplarda Kilise’nin yönergeleri dışında dinî pratiklerde bulunan ve Hristiyanlığa küfür anlamına gelebilecek uygulamaları gerçekleştiren kişilerin tez mahvedilmesi gerektiği söyleniyor, oldukça muğlak metinler otoritenin gücünü belirsizleşmiş sınırların ötesine konuşlandırıyordu, cezalandırılmak istenen kişinin kurtulma şansı yoktu. Üç temel suçlamanın ön plana çıktığını söyleniyor: “Birincisi, erkeklere karşı işlenen akla gelen her cinsel suçtan cadılar sorumlu tutuldu. Açıkça, kadın cinselliğinden dolayı ‘suçlu’ bulundular. İkincisi, örgütlü olmakla suçlandılar. Üçüncüsü ise sağlığı etkileyen -hem iyileştirici hem kötüleştirici- büyülü güçlere sahip olmakla itham edildiler. Sıklıkla ve spesifik olarak tıbbi ve doğumla ilgili becerilere sahip olmakla suçlandılar.” (s. 45) Kilise’nin evlere şenlik görüşlerini de anmalı, öğretilere göre erkek, cinsel ilişki sırasında kadını ruhu da olan bir fetüs, “küçük insan” emanet eder, dokuz ay boyunca rahimde barınan fetüsü kadından korumak lazımdır, zaten İsa’nın diriliş gününden sonra bütün insanların erkek olarak yeniden doğacakları da düşünülmektedir. Tam bir erkek dünyası, dehşet verici. Kadınlar seksle ilişkilendi, seksten alınacak hazlar kadının aleyhine tanımlandı çünkü ancak Şeytan böylesi hazları verebilirdi. Cadıların penisleri yok ettiğine dair söylentiler ayyuka çıktı, e zaten elma dalgası da kadının başının altından çıkmıştı, kadın suçluydu, üstelik pek çoğu buluşup buluşup iblisçe işler peşinde koşuyorlardı. Aslında bayram günlerinde buluştuklarını gösteren kaynaklar var, paganik ayin düzenlemeyenleri bir önceki buluşmadan sonra edindikleri haberleri paylaşıyorlar ve şifalı bitkilerle ilgili bilgileri iletiyorlar, bu. Erkek şifacılar makbuldü ama, onlar Kilise’ye gönülden bağlıysa arıza çıkmıyordu, suçlamalar sadece kadınlara yönelik. Doğum sancısı Havva’nın ilk günahının cezasıyken ağrıyı azaltmak için çavdar mahmuzu kullanmak nesi, kullanmayacaklar. Din veya dogmalara güvenmektense deneme yanılmaya, sebeplerle sonuçlara inanmak ne oluyor, Kitap ne derse o. Makbul olan hangi dilde yazılmış olansa ona uyulacak tabii. Aslında bâtın olanın tepeye binmesinin tarihidir bu, tıp bir meslek sağlayıcı olarak biçimlendirildiğinde kadın şifacılar ortadan kaldırılıyordu zaten, günah çıkarmayı reddeden bir hastanın tedavi edilmesi de yasaktı mesela, hele cerrahi hiçbir halta yaramadığı düşünüldüğü için aşağılanıyor, bayağılık olarak görülüyordu, bir bedenin kesilip incelenmesinden daha saçma bir şey olamazdı. Kurumsallaşan şiddet sayesinde otoritenin beceriksizliğine de kılıf uyduruldu, eğer okullu veya en azından makbul görülen hekimin tedavi edemediği bir hasta varsa başarısızlığın kaynağı büyücülüktü, mutlaka cadıların işiydi yaşananlar. Mantığın sesini duyurmaya çalışan hükümdarlar, düşünürler oldu ama eziyet yerleşmişti artık, Aydınlanma uç eylemleri bitirdiyse de genel kanıyı değiştiremedi: “İngiltere’deki kadın ebeler örgütlendi ve işgalci erkekleri bu hizmeti ticarileştirmek ve forsepsi tehlikeli biçimde kullanmakla suçladı. Ama artık çok geçti; kadınlar geçmişin hurafelerine tutunan cahil ‘yaşlı kadınlar’ olarak gösterilip kolayca sindirildiler.” (s. 65)

İkinci bölüm ABD’de tıp mesleğinin yükselişini ve kadınların bu süreçteki vaziyetini içeriyor. Sınıf ve cinsiyet mücadelesinin 19. yüzyılda nasıl ilerlediğini, kadınlar üzerinde tahakkümün nasıl kurulduğunu görüyoruz, devletin baskısı daha doğrudan: “1800 yılından itibaren moda bile üst ve orta sınıf kadınların doğum hizmetini ‘hakiki’ erkek doktorlardan alması gerektiğini dayatıyordu ki bu, daha sade yaşayan insanların fena halde yakışıksız bulduğu bir âdetti.” (s. 71) Diplomalarını alan orta sınıftan doktorlar hemen piyasaya çıkıp fahiş fiyat çekerek iş yapmaya başlamışlar, üstelik o zamanlar Avrupa’nın epey gerisinde kalan tıp bilgisi yüzünden saçma sapan uygulamalarla sayısız ölüme yol açmışlar. 1830’da başlayan Halk Sağlığı Hareketi ve feminist hareket omuz omza vermiş o dönem, küçük de olsa kazanımlar elde edilmiş ki çığın başladığı nokta da orasıdır, ne ki hemen karşı atak başlamış ve kadınların tıptan anlamadıkları, anlamalarının da pek mümkün olmadığı, temel birkaç iş dışında hiçbir şeye bulaşmamaları söylenmiş, üstelik tıp eğitimi iyice pahalı bir hale getirilerek “ayaktakımına” kapatılmış kapılar. Carnegie tayfasının görevlendirdiği Abraham Flexner’ın verdiği raporlar tıp eğitimini standartlaştırırken alternatifleri yok etmiş, tabuta çakılan son çivi: “1910’da yayınlanan Flexner Raporu, vakıfların Amerikan tıbbına verdiği bir ültimatom niteliğindeydi. Yarattığı rüzgârla birlikte çok sayıda tıp okulu kapatıldı; Amerika’nın siyahiler için açılmış sekiz tıp okulundan altısı ve kadın öğrenciler için sığınak vazifesi gören ‘hakiki olmayan’ okulların büyük çoğunluğu da buna dahildi. Tıp, kati şekilde bir ‘yüksek’ eğitim branşı olarak kurulmuştu ve ona ancak çok uzun ve pahalı bir üniversite eğitimiyle erişilebilirdi.” (s. 86) Orta sınıf beyaz bir erkek için ideal mesleğin doktorluk haline gelmesinin, kadınların alandan yavaş yavaş uzaklaştırılmasının hikâyesi baştan sona. Dikkatle okuyunuz. Erkek ne lanet bir virüstür ya.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!