Buzzati’nin Barnabo’sundan bir orman havası geliyordu buram buram, ağacın otun orta yerinde silahlar patlıyor, sihirle gerçek iç içe geçiyordu. Oradan devam, ikinci kitabında da ormanı orta yere koyuyor, dünyanın bol bombalı halinden korumaya çalışıyor. Claudio Toscani’nin değerlendirme yazısından çarpayım, ilk kitabıyla Hitler’in ırkçı yasalarını, Mussolini’nin faşist faşist eylemlerini, İtalya’nın dönemsel zorluklarını 1933 gibi görece erken bir tarihte ele alan Buzzati bu romanıyla tamamen bilinçli bir tercihle kuruyor metnini: “Eylem kültürünü benimseyen faşizm artık düşünce biçimlerine hükmetmektedir. Pek çok yazar faşizm propagandasıyla boğuşurken hermetizmi, büyülü gerçekçiliği ve edebi kaygı gütmeden kaçış niteliğinde eser vermenin güzelliğini kendine yol seçen pek azı kurtulur.” (s. 185) Yaşlı Orman bir vahadır burada, miras aldığı toprağı kollamak için şanstan başka bir destekçisi olmayan ergen Benvenuto okulundaki zorbalardan ve amcası, hikâyenin kötü adamı Albay Sebastiano Procolo’nun şerrinden kurtulmak için bu ormanın uçlarına sığınır, konuşan kuşlar ağaçların dallarında keyiflerine bakar, sincaplar koşturur sağa sola, yeri gelince Albay Procolo bile ormanı mahvetmeyi bırakıp huzuru dalların altında bulacaktır, tabii her şey için çok geçken. Geleceğiz, ekolojik duyarlılığı biraz daha öveyim, Buzzati ormana her türlü varlığı yığmıştır, ağaçlarda yaşayan cinler asırlardır oralara göz kulak olmakta, Albay’ın gelişiyle birlikte ellerinden geleni yaparak ormanı/kendilerini korumaya çalışmaktadır, ayrıca hayvanlar âleminin seçkin üyeleri de mahkeme kurarak Albay’ı yargılama gücüne sahiptir. Sonuçta kıyıcılığından ötürü Albay mahkum edilir, adamın gölgesi dahi isyan eder ve yıllardır peşinden ayrılmadığı büyük savaşçıyı ayıplar. Onurunu yitirmiştir Albay, yeğeninin ölüm fermanını vererek olabileceği kadar kötü olmuş, saygı duyulmayı hak edecek tıynetten çıkmıştır. Ağaçları kestirdiği yetmiyormuş gibi haberci kuşu vurur, lanetlenmesini umursamayarak hayvancağızı öldürür, kardeşini ziyarete gelen diğer kuşu da zorla bekçisi yapar ki onu da vurabilsin. Motivasyonu kazançtır sade, kestirdiği odunları satıp zengin olacak hali yok ama gelen üçü beşi cebe attığı gibi paranın esiri olur. Aslında zayıf bir bağ, adamın parayla hiçbir işi yok ama iktidarını sürdürebilmek için ormanı rahat bırakmasını söyleyen herkese kinlenir, saçtığı öfkeyle doğayı mahvetmeye başlar. Rüzgâr Matteo’yu hapsedildiği yerden kurtarması bile kendi çıkarınadır, ulu rüzgâr kendisini serbest bırakana kul köle olacağını söylediği için koca kayayı mağaranın girişinden çeker Albay, köle gibi kullanmaya başlar Matteo’yu. Nedir, yeğeninin sahip olduğu toprakları ele geçirebilmek için çocuğu öldürmesini ister rüzgârdan, Matteo okul civarında oyun oynayan gençleri çevreler şöyle bir, ahşap kulübeye sığınan Benvenuto’nun dünyasını tepesine yıkmaya çalışır ama çocuğun telkinleriyle ayakta kalan kulübe dayanır, rüzgâra geçit vermez. Yirmi yıl boyunca mağarada kapalı kalan Matteo gücünü kaybetmiş, büyük rüzgârları peşine takıp eski günlerdeki gibi fırtınalar estirememiştir, yenilginin acısını çektikten sonra Benvenuto’yla yakınlaşmasını doğanın bir parçası olduklarını fark etmesine bağlıyorum. Anlatıcının düştüğü hoş dipnotlardan biri: “Hayvanlar ve bitkiler, çocukların neşeli oyunlarına katıldıkları zamanlarda görülmemiş bir canlılık sergilerler ve kendilerini ifade etme yetenekleri, karşılıklı bir sohbete dönüşecek kadar katbekat çoğalır. Ne var ki tek bir yetişkinin varlığı bu büyülü, özel atmosferi bozmaya yeter.” (s. 104) Benvenuto’nun er geç büyüyeceğini Matteo söyler son anlarında, kayıpların ardından yas tutulur da her şey yerli yerine oturur, dünyanın çizgileri belirgin hale gelir, varlık daha bir vardır ya kendi haliyle, işte bütün bunları idrak edeceği âna gelmiştir Benvenuto, Albay’la birlikte ölmeye mahkum Matteo’dan gerçeği dinler ama rüzgârın umudu vardır, çocukluğu yitirmemek mümkündür. Bunu düşündüm, çocukluğu yitirmemek mümkün. Poza, yetişkin rolüne çok kapılmadıkça öyle. O ilk ağacı kestirmeyeceğiz, kestirirsek ikinciyi koruyacağız, yani ormanımızdan bir parça kalacak hep, o zaman. Gözlerden anlıyorum biraz, solmamışsa açılıyorum, yoksa arasını bulmaya çalışmayıp uzak duruyorum. Genellikle ikincisi oluyor, birinciyi bulunca bırakmıyorum. Neyse, roman. Albay’ın rap rapı, Benvenuto’nun saflığı, Matteo’nun püf püfü, diğer her şeyin şıkırı.
Albay güçlü kuvvetli adamdır, kahramanlıkları halkın dilindedir, öğrendiğimize göre fotoğrafları dergilerde, gazetelerde basılmıştır bir zaman. 1920’lerin ortalarına doğru gelir ormana, büyük amcasından miras kalan toprağa yerleşip emeklilik günlerinin tadını çıkarmak ister de ormanı niye mahveder muamma. İnsan kılığına giren cinler usulünce uyarırlar, sürekli piyasaya çıkıp Albay’ın yoluna taş koymaya çalışırlar ama iradesi çelik gibidir adamın, kararından dönmez. Üstelik başkasınındır o orman, Giacomo nam ünlü bir haydut kanundan kaçarken cıbıl yere fidanlar dikmiş, kocaman bir orman büyütmüştür ama seksen yıl geçmiştir bunun üzerinden, geri gelmeyeceği kesindir. Midir, Albay’ı uyarır Bernardi adlı yardımcısı, cin yardımcı, Giacomo onca yıldan sonra geri dönebilir, ormanının kesildiğini görünce neler neler yapar acaba? Mantık sınırlarının ötesinde bir konuşma, Albay yardımcısını susturur ve mantık sınırları dahilindeki kurtarma operasyonuna başlar. Etrafta uçarılık yapan Matteo’yu oranın köylüleri kıstırmış, ıslığa çevirmişlerdir, Albay sesi duyup rüzgârı kurtarınca, işte, Matteo ne emredildiyse onu yapar. Evaristo’yla kapışması yan hikâyecik, Albay’ın iradesinin dışında. Bu iki rüzgâr atışırlar, karşı karşıya geldikleri zaman kurtlar kuşlar toplanır, insanlar patlamış mısırlarıyla vaziyet alırlar, kapışma başlar. Matteo yüce rüzgârlardan birine rastlar, kapkara bulutları toplar ama laçkalaşır, karanlığı bir arada tutamaz, Evaristo şöyle bir iki üfürdüğünde bulutlar dağılır, Matteo kaybeder. Rezil olduğu için ortaya çıkmaz pek, bir tek Albay’ın emirlerini yerine getirmek için kafasını uzatır şöyle. Haddini aşıp Benvenuto’yu öldürmeye çalıştığında forsu iyice kaybolacak, en azından efendisini mutlu etmek için Benvenuto’nun bir çığ altında kaldığını müjdeli bir habermiş gibi söyleyecektir. Oysa çoktan değişmiştir Albay, orman ahalisi tarafından dışlanmış, gölgesini bile yanında tutamamıştır. Aslında bu kişi İtalya olabilir, Milletler Topluluğu tarafından yalnızlığa mahkum edilen İtalya’nın anlatıdaki zuhuru. Evet, haberi alınca bir koşu tutturur, kar yığınının içinde Benvenuto’yu aramaya başlar. Deliye döner adeta, soğuğu duymadan çalışır ve kendini karın içine hapseder. Bacakları donmaya başladığında Matteo gelir, verdiği haberin doğru olmadığını söyler ama artık çok geçtir, şeker şerbet bir adama dönüşen Albay ölümden bir adımcık uzaktadır artık. Matteo’yla vedalaşır, Benvenuto’ya bol şans dileyip ruhunu teslim eder. Matteo’nun son konuşması sonra, kendi yaşamı efendisinin yaşamına bağlı olan rüzgâr Benvenuto’yu karşısına alır, veda konuşmasını yapar: “‘Genellikle insanın başına uykusunda gelir. Evet, sanırım bu defa büyüme sırası senin. Yarın çok daha güçlü olacaksın, senin için yeni bir hayat başlayacak, ama sen pek çok şeyi anlamayacaksın: Seninle konuştuklarında bile, ne ağaçları, ne kuşları, ne nehirleri ne de rüzgârları anlayacaksın. Kalsam bile hiçbir sözümün artık anlamı olmayacak senin için. Sesimi duyacaksın elbette, ama bu sana anlamsız bir hışırtı gibi gelecek; belki de güleceksin buna… Hayır, inan bana, doğru zamanda ayrılıyoruz, belki böylesi çok daha iyi…’” (s. 180) Benvenuto giderek yükselen rüzgâra şapkasını sallayarak veda eder, dünya büyüsünü yitirir ama orman öylece duracaktır, belki Benvenuto orada kaldığı sürece büyümeyi ertelemenin bir yolunu bulur, kim bilir? Yaşlı Orman.
Büyülü gerçekçi, masalsı, savaşın göbeğindeki ülkenin bütün sıkıntılarını taşısa da Benvenuto’yla umudu diri tutan bir roman, hoş.
Cevap yaz