Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.
“Nasıl Olmuş Olabileceği Üzerine” başlı başına öykü olabilirmiş. Çıplak ve vahşi görünüşlü insanlardan oluşan küçük bir grup, diz boyuna ulaşan bozkır çayırlarında ilerlemekte. Sivri kemiklerden yapılma silahlar, ok ve yay güven verse de yırtıcılar süratle saldırabilir. Hayvanlara has bir uyarılmışlıkla yürüyorlar, bakışları karanlık, oysa günümüz insanından pek de farklı değiller. Kendilerinden daha güçlü bir grup tarafından kovulmuşlar, yaşamaya elverişli bir yer arıyorlar. Grubun liderini öldüren kılıç dişli kaplan etrafta olabilir, etraflarındaki altın çakallardan ürkmezler ama hayvanların beleşçiliği yüzünden taş atarlar onlara. Çakalların faydası henüz bilinmemektedir. Bilinecektir. Uluyan çakalın sesini pürdikkat dinler grup, çıt çıkarmaz, genç bir adam sürünün liderine yabandomuzu etinden bir parça atarak binlerce yıllık dostluğun ilk adımını atar. Hep birlikte ateşin etrafına çökerler, insanlar uyurlarken çakallar ateşin etrafına yerleşir. İyi uyku, çakallara taş atmak yok artık. Gündüz uyuyup gece takılan çakallardan bazıları düzeni tersine döndürmüş, insanlarla birlikte yürümeye başlar. Av sahnesi: yaralı bir kısrak peşindekilerden kurtulmak için kilometrelerce yol gider, sonra bıraktığı izlere basarak geri döner ve çalılık bir yerde yön değiştirir. Bu kısım pek ikna edici değil ama olsun, savunma mekanizması bu kadar gelişkin bir kısrağın genleri günümüze kesin kalmıştır. Kalmamıştır, çakal sürüsünün boz burunlu, ihtiyar dişi üyesi, insanların fark edemediğini fark eder ve kan izlerini takip ederken katakulliye düşmez, kısrağın peşinden koşmaya başlar. Konum ve sıralama belirlenmiştir: köpek öndeyken avcı arkada. Kısrağı sıkıştırıp avlarlar, etinin bir parçasını çakala verirler, hayvan kuyruğunu sallamaya başlar. Dünyada bir ilk. “Belki de düzenli ve bilinçli olarak avcıları yönlendirip yaban hayvanını ablukaya alan, onun türünün çok sonraki bir üyesiydi.” (s. 18) Karıncalarda da var bu, bıraktıkları sıvıyla sürüyü yönlendiren karıncalardan bazıları rotadan sapar, bilinmeyene doğru ilerlemeye başlar. Neden? Bir nevi merak, kökü belirsiz bir itki. İnsan bunu soyut düşünceyle becerdiği sırada etrafında yarı evcilleşmiş çakal sürüleri vardı, Baltık Denizi kıyılarına gelene kadar çoktan evcilleşmişlerdi, kalıntılar öyle söylüyor. Suyun üzerine kazıklar çakarak kurulan evlerin önünde beklemeye başladıkları zaman her şey belirlenmişti artık, “ev hayvanı” emrinizde.
Lorenz ölüme kadar götürecek mevzuyu, insanın yok oluşla başa çıkmasına değinecek ama öncesinde o aşamaya kadar gelmeliyiz. Nereden, Lorenz’in kendi deneyimlerinden, köpeklerin doğasından, insanın doğasından. Köpeğinkine bakalım, içgüdüsel iki kaynak belirlemiş Lorenz: anne-babaya sıkı sıkıya bağlayan düşkünlük ve sadakat duygusu. “Bağlılığın bu ikinci kaynağı, kurt kanı taşıyan bütün köpeklerde, çakal kökenli köpeklere kıyasla daha güçlüdür çünkü sürü birliğinin bozulmaması, sürü üyeleri arasındaki bağlılık, kurdun yaşamında çok önemli bir rol oynar.” (s. 26) Aureus kanı taşıyan köpekler yaşamları boyunca efendilerine bağlı kalırlar, tipik itaatkârlığa sahip olmayanlarsa eli kıçı ısırdıktan sonra paparayı yiyince “N’aptım ki?” diye şaşırırlar. Kıçımı ısırdın abi, ne n’aptın. Anlamaz, çocuksuluğunu sürdürür. “Bu koşullar da, Aureus ve Lupus köpeklerinin karakterindeki temel farkları ortaya koyar: Biri efendisini, doğal ortamındaki ebeveyni olarak görürken, diğeri efendisinde sürü lideri kurdu görür; biri çocuksu bir düşkünlük gösterirken, diğeri sadakatini kişiye göre ayarlar ve korur.” (s. 32) Lorenz insana atfedilenleri hayvana yüklerken iyice bir ayırır ikisini, hayvanın çocuksu olması aslında bambaşka bir şeydir de böyle bilelim biz, çocuk zihnine sahip hayvan yani. Aerus köpekleriyle ilgili bir vaka var, klasik: 1940 baharında doğan Stasi komutları hızla öğrenir, temizlik işini kendi beller, süper bir köpektir yani. İki ay sonra gitmek zorunda kalır Lorenz, Königsberg Üniversitesi Psikoloji Bölümü beklemektedir, Stasi aşırı üzülür ama Noel tatili için dönen arkadaşını -insan merkezli düşünce, unutmayın- görünce havalara uçar, üç ayda değişen hiçbir şey olmamıştır. Sıkıntı ayrılık safhasında başlar, Stasi bahçenin bir köşesine çekilir ve kendisini yakalamak isteyenlerden kaçar. Tren istasyonuna kadar gelecek, Lorenz’in bindiği trenin peşinden koşacaktır, gerisi perişanlık. Königsberg’e huzursuz edici haberler gelmeye başlar, Stasi komşunun bir düzine tavuğunu öldürmüş, çevrede serseri gibi dolanmaya başlamıştır, kimseye itaat etmediği için kafestedir artık. Birkaç ay sonra yine aynı mutluluk ama ne yazık ki hikâye mutlu sonla bitmiyor. “1944 Haziranı’nda cepheye sevk edildiğimde de, Stasi’yi altı yavrusuyla birlikte Schönbrunn Hayvanat Bahçesi’ne götürdük. Stasi orada, savaşın bitimine çok az bir zaman kala, bir bombardımana kurban gitti.” (s. 39) Yavrularından birini alan komşu sayesinde Lorenz’in yetiştirdiği bütün köpekler Stasi’den iz taşır. Sadakat. Bağlılık.
“Eğitim” kısmı biraz can sıkıcı olabilir, köpekleri böyle eğitmemek lazım sanıyorum ama köpek uzmanı değilim, bilmem. Nedir, bir kere cezayı eylemden hemen sonra vermek gerekir ki hayvan ne için cezalandırıldığını bilsin. Klasik koşullanmada bunun bir adı vardı, “tezlik” diyeyim. Köpeğe bir iki tokat atmak makul, burnuna vurmadığınız sürece. Özgüvenini ve yaşam sevincini yitirebilirmiş yoksa, en iyisi hayvanı ensesinden yakalayıp havaya kaldırmak ve silkelemek. Hakiki bir lider kurt yaparmış bunu, ayar hareketi. Eğitimi oyuna dönüştürmemeli, istenen davranış gösterilince mutlaka ödül vermeli. Köpek öğretilen hareketi yaratıcı bir şekilde de yapıyorsa tamamdır, oldu o. Kavga gürültü nasıl oluyor evin içinde, köpeklerin kavgacılığı değil de avlanma merakı azalıyor evin içinde, dolayısıyla başka bir köpek geldiği zaman itikleşebilir ve hain köpek gittikten sonra bizimki evin her yerine işeyebilir, böylece misafirin bıraktığı izi silip kendi alanını tekrar belirler. Lorenz’e göre “sosyal engel”, “tutukluk hali” denen bir mevzu var, hayvanlar sadece daha sonra avlayabilecekleri hayvanlara dalmayabiliyorlar, kurt inlerinin yakınındaki karaca yavrularının rahatsız edilmeden büyümeleri bundan, köpeklerin sadece boğuşmaları da. Biliyoruz ama alıntılayayım yine de: “Niyeti kötü olan köpeğin mimiklerini ve nefret ifade eden hareketlerini çok iyi tanıdığım için, acı verici ama gene de bir bakıma rahatlatıcı çelişkinin bilincine vardım: Yırtıcı hayvanlar öldürürken nefret duymaz. Hayvanın, karşısındaki diğer canlıyı öldürürken ona kızdığı filan yoktur. Avlama niyetinde olduğu hayvan, yırtıcı için bir ‘sen’ değildir!” (s. 155) Bully’ye bakalım, evdeki kedi yavrusunu öldürmek ister ama arkadaşının komutuyla sakin durur, duramayana kadar. Bir yandan kuyruk sallar ki arkadaşını dinlediğini göstersin, diğer yandan hunharca ısırır ve hedefini hacamat eder. Çelişki. Kışkırtma da vardır belki, bakışlar niyeti belli eder. “Çekingen bir kedinin ya da korkak bir köpeğin güvenini kazanmak isteyen, ona keskin bakışlarla bakmamayı, bunun yerine gözünü sadece hayvanın üzerinden gezdirip sanki gözü sadece tesadüfen bir süreliğine takılmış gibi yapmayı kural edinmelidir.” (s. 167) Lorenz’e göre “dostluk” mide bulandırıcıdır çünkü hayvanın zihniyle insanınki bambaşkadır, bu türden ilişkiler kurmak mümkün değildir. Bir nevi yoldaşlıktır kurulan, yani hayvanın birlikte yaşama tecrübesidir, insan için belirgin olanla hayvan için geçerli olanın ortaklığı vardır ve yoktur. Biz mesela, çit var diyelim, öbür taraftakine küfür kâfir gidebiliriz, çit olmasa başka şeyler de olabilir ama köpeklerde başka bir iş var. Videosu vardı bunun, iki köpek birbirine dişlerini gösterip havlıyor, sonra çit boyunca ilerliyorlar, hop, çitin olmadığı yere geldikleri zaman sakinleşiyorlar. O kadardı çünkü, fiziksel bir temas değildi amaç. “Kaçma mesafesi” diyor Lorenz, hayvanlar arasında mesafe yoksa büyük ihtimal dalaşacaklar, yoksa şekil şukuldan sonra yollarına gidecekler. Daha da bir sürü şey, köpüşlerimizi daha iyi tanımak için.
Cevap yaz