Simavi Yayınları’ndan çıkanı Vatanen’in Tavşanı, sadece tavşanla ilgili bir anlatı olmadığı için yeni çeviride tercih edilen isim daha uygun çünkü bir yılda tepetaklak olur işler, dünya değişiverir, yolda bir tavşan bulmaya bakar her şey. Sıkılmaya bakar, medeniyetin tek dişini kıramamaya, işten güçten yılmaya, ne bileyim, eşya kovalamaya, son teknolojiyi edinemeyince huzursuz olmaktan bıkmaya, uzun ve esnek çalışma saatlerinden gelen gınaya, hasılı yabanla karşılaşmaya ve sarsılmaya. Erlend Loe iyi ama öncesinde Paasilinna varmış meğer, hatta Elke Heidenreich’ı da etkileyecek kadar önceymiş, 1970’lerde öyle bir metin yazmış ki gıpta eder insan, tası tarağı toplayıp yola çıkacakken bakar bir, onca şeye ihtiyacı olmadığını düşünüp geride bırakır ve yalınayak başı kabak düşer yola. Şu su kabını bırakan adam hani, Antik Yunan’ın en lanet edilen düşünür düşünmezlerinden birine su kabının da fazla olduğunu söyledikleri zaman adam avucuyla içmeye başlamış suyu, Vatanen böyle bir eksiltmeye gitmese de yaşamını silkelerken döktükleri yeter basitliğe. Gürbüzleşiyor bir yerden sonra, güneşi daha iyi görüyor, tadını alıyor özgürlüğün. Başta bitkin, kırklarına yakın, evliliğinin yanılgı olduğunu anlamış, düşleri kırık, ülseri başlamak üzere. Gazetecilikten bıkmasının sebebi basit, olanlarla gösterilenler arasındaki uçurum büyüdükçe şizofrenik bir dünyada yaşamaya katlanamamaya başlamış. Ismarlanan haberleri yetiştirmeye çalışırken gerçekliğe sıkı sıkıya yapışmasını sağlayan o tavşanla karşılaşmasaydı kaygılarında boğulmaya devam edecekti, tabloyu gördü nihayet. Kıpkızıl bir güneş, tepeciğin üzerindeki genç tavşanın üzerine düşünce, Vatanen’in fotoğrafçı arkadaşı yola fırlayan tavşancığa çarpınca öyle böyle bir uyanış değil, arabadan çıkıp ormana koşarcasına. Fotoğrafçı sesleniyor, cevap alamayınca küfrederek biniyor aracına, basıp gidiyor. Gerisi Vatanen’in hikâyesi. 1942 doğumlu Kaarlo Vatanen redaktör, gazeteci, kaçak. Helsinki’deki eşine haber gittiği zaman kadın pek umursamıyor, yazı işleri müdürünün de umurunda değil, Vatanen’in kaybolması onlar için haber değeri taşımıyor. Gece geçiyor, şehirdekiler polise haber vermiyorlar, sabah olduğu zaman Vatanen’i bir daha kolay kolay bulamayacaklarını bilmiyorlar. Kuş cıvıltılarıyla uyanıyor Vatanen, kucağındaki tavşanla birlikte ormanı izliyor, suya girip arınıyor şehirden. Eşine dair: “Çirkin, kullanışsız, feci giysiler satın alıp, eninde sonunda aldıklarından kendisi de hoşnut kalmadığından biraz kullanıp atmak gibi bir huyu vardı. Giysilere yaptığı kadar kolay bir şey olsa, kuşkusuz Vatanen’i de hemen değiştirirdi.” (s. 12) Ev mobilyalarla dolu, bir şeye çarpmadan yürümek zor, aslında Şeyler‘deki sıkışıklık bu metinde de var ama Vatanen -serbest dolaylı anlatıcı- pek yansıtmıyor, uyanış ve uyanıştan sonrası daha önemli. Şu da önemli, Vatanen’in eşi kürtaj yaptırdığı zaman adam sadakatin çoktan tükendiğini de biliyor ama kadın ölü bir dölütü kıskanmaya kalkmamasını istiyor eşinden, geldikleri nokta bu.
Rastladıklarını düşünüyorum, hayat inanılmaz derecede doğal, Vatanen o doğallığa da tutulmuş olabilir. Denk geldiği büfenin önünde oturanlar tavşanı gördükleri zaman hemen Vatanen’i de aralarına alıyorlar ve tavşanlarla ilgili bildiklerini sıralamaya başlıyorlar. Gündelik muhabbetler kırsalın insanına yaklaştırıyor Vatanen’i, doğaya zaten tutulmuş, öylesi bir sahicilik büyü yerine geçiyor ve bir evin sundurmasının altında birkaç gün kalıyor Vatanen, gitmek istemiyor ama paraya ihtiyacı var biraz. Plan hazır, dünya masrafa girip satın aldığı tekneyi bir arkadaşına satıyor ve ödemeyi bulunduğu yerdeki banka aracılığıyla almak istiyor, tabii herkese haber uçuyor o sıra. Gazeteden amirler, eş, herkes oraya üşüşüp Vatanen’i yakalamaya çalışıyorlar ama kafası çalışıyor adamın, iki katakulliyle parayı cebe indirip arazi oluyor. Tavşan için bir bakım belgesi, her şey tamam, ormanın uzağına düşmeden gezmeye başlayabilir Vatanen, önünde sayısız macera var. Paasilinna bir yıl boyunca yoracak kahramanını, tuhaf insanlarla yan yana getirecek ama en başta kolluk kuvvetleriyle sınayacak bir. Serserilik suçu Finlandiya’da da yürürlükte, görüyoruz ki tavşanıyla birlikte istediği gibi yaşamaya çalışan bir adamın işi çok zor. İçeri tıkılacağı zaman komiser orada olsaydı çoktan yırtacaktı ama şikayet yukarılardan geldiği için -Vatanen kodamanlardan birinin kapısını çalmak gibi bir hata yapıyor- tutuyorlar karakolda, komiser hemen salıyor ve birlikte komiserin yabandaki evine gidiyorlar. Tuhaflıklardan bahsetmeli, Paasilinna kanuna ölümüne bağlı genç polis memurlarının bürokratik labirentlere sokmak istediği Vatanen üzerinden devletin çarkına tükürüyor, diğer yandan komplo teorileri kuran karakter vasıtasıyla matrak bir kaçıklığı ekliyor anlatıya, insan çeşidi bakımından müthiş zengin bir hikâye.
Orman yangını çıktığı zaman söndürmeye çalışsalar da Finlandiya tarihinin en büyük yangını, ayrı düşmeleri kaçınılmaz. Yol boyunca kimlerle buluşup yolunu ayıracak Vatanen, bir yıl boyunca ne işlere girecek, düşününce şehrin aynılığından bir kez kurtulmayagören hemen akışa kapılıyor, hayatın sürüklediği yerlerden de memnunsa başka hiçbir şey istemiyor, yaşamdan yaşamayı ummaktan başka bir beklentisi yok. Genazino’nun deyişi. Vatanen’in de deyişi, sonlara doğru onca badireyle yüz yüze gelse de yaşamın tam da olduğu şeyle alakasını kuruyor. İsimlerin bir önemi kalmamıştır artık, geçtiği köylerin adlarını hatırlar Vatanen de gittiği yerler aslında su boylarıdır, ormanın dışında kalan tedarik noktalarıdır, geçilecek mekanlardır sadece. Çarpık çurpuk anılar kalır en fazla, mesela dozer operatörü kesin kalmıştır. Yangın sırasında canla başla çalışan operatör densizlik ederek kampçıların balık çorbasına sulanır, şamarı yiyince aracına atladığı gibi kampı mahveder, kafası güzel olduğu için gölün orta yerine sürdüğü dozerinin üzerinde mahsur kalır çünkü yüzme bilmez. Kıyıdakilere sinkaf, tepinmekten infilak, operatör kendini manyak eder de kurtarılmak istemez. Ayrı macera o, bir başka macera yangından sonradır. Vatanen yolda yaşlı bir ormancıya rastlar. Ayyaşlıktan mezun moruk iyi iş görür ve iyi içer, civardaki işverenler sayesinde az biraz kazanan Vatanen’e yardım ederek kazandığı parayı hiç etmede üzerine yoktur. Kafası da çalışır ama, bir gün Vatanen’den yüzme öğrenir ve daldığı gölün dibinde İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma Alman araçlarını ve silahlarını görür, hemen şehre giderek vinç getirtir ve çıkardığı zımbırtıları hurdacıya satar. İyi para kaldırırlar, aslında onca silahı satmak yasalarla sorun yaşamaya davetiye çıkarmaktır ki bunun acısını sonlarda yaşayacaktır Vatanen, şimdilik biraz daha yürümeli. Tadilat işlerini sürdürürken askerî bir tatbikata denk gelince Amerikalı generallerin dahi olduğu bir ortama düşer, orası ayrı matrak. Bütün bunlara şahit olan tavşanın da başından az şey geçmemiştir, bir kezinde heretikliğe varmış bir din adamının kurban ritüelinde kanı akacakken son anda kurtulur, karmaşadan uzak duramaz. Hapse bile beraber girer Vatanen’le birlikte, bölüm sonu canavarı olarak karşımıza çıkan ayıyı avlamak için takip eden Vatanen bilmeden Sovyetler Birliği sınırını geçerek fişini çeker ama biliriz, şansı yine yardım edecektir. Samimiyeti veya, artık ne kazandıysa o yolculukta. Casuslukla suçlanır, bakılır ki hiç o taraklarda bezi yok, hemen Finlandiya’ya postalanır. İşlediği suçlar sıralanmıştır, uygarlığın sürmesi için çıkarılan kanunların Vatanen’e yaşam alanı bırakmadığı malumdur da ses çıkaracak kimse yoktur, bu yüzden kirişi kırar adamımız, tavşanıyla birlikte sırra kadem basar. Bir daha haber alınamaz kendisinden, muhtemelen kuzeye doğru ilerleyip bir kıyı kasabasına varınca yorulduğunu fark etmiştir de yerleşmiştir artık, o kadar hızlı bir yaşamı kaldırmak zor. Meğer yaşam açlığı dinmeyen bir şey olsun.
On numara beş yıldız roman.
Cevap yaz