Alıntıların, yaşam parçalarının, diyalogların arasında niyetini belli ediyor Hagen, kafasını akıp giden hayattan kaldırıp kendine baktığı en berrak ân: “Böyle arabesk sesler, özellikle seçip arayarak, hedef gözeterek biriktirmiyordum, hiç uğraşmadan, ter dökmeden, kendiliğinden zamanla oluşacak olan büyük, çoksesli romanım için, sadece aktarılanı kapıyordum. Belki de bir tiyatro eseri çıkarırdım.” (s. 36) Dört beş sayfa yazmış, bazen bir diyaloğu olduğu gibi alıyormuş ki bu diyaloglar genellikle satranç ve dama oynanan kafelerdeki tuhaf tiplerin konuşmalarından. Birinin gözleri görmüyor, diğeri çalıştığı kimya şirketindeki büyük bir patlamadan sonra verilen tazminatı yiyor, bir diğeri tımarhane kaçkını. Birbirlerini çekiştirip duruyorlar, aşağılıyorlar, övüyorlar, oyun stillerini karakterlerinden aldıkları için Hagen kimle oynaması gerektiğini biliyor, en az düşünenle iddiaya girip birkaç papel kazanacak. Hagen birkaç papelin peşinde hep, on sekiz yaşında evden ayrılmış ve bir daha dönmemiş, kardeşinden gelen mektupların içinde para varsa iyi, yoksa sonunun düşkünler evine düşmek olduğunu okumak için açmıyor o zarfları. Hep aynı şişeleri okuttuğu bakkaldan bira parası çıkmış gençken, sonra küçük hırsızlıklar, katakulliler derken yirmi ikisine dek sağ kalabilmiş, helal Hagen. Trainspotting‘in Münih şubesindesin, esrardan ve bir iki haptan öteye gitmediğin için klozetin altındaki denize dalmıyorsun da okyanusunu bütün şehre dökmüşsün, nereye gidersen git kaydedilecek bir şey yaşıyorsun. İncelikli haytasın, okumuşsun, Goethe diyorsun, Rilke de diyorsun bir yerlerde galiba, çocukluk arkadaşlarınla birlikte okumuşsun, okul arkadaşlarınla edebi edebi şeyleri tartışmışsın ve çoğu bir yerlere gelmek üzereler, okullarını okuyorlar, hikâyeni yıllar sonra anlattığını düşünürsek çoktan göbeklenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuşlardır, sezdiriyorsun. Sen yazar olmuşsundur, kuzeyli kardeşin Ambjørnsen’le tanış. Seksenlerde Münih, yapacak daha iyi bir şeyin yoktu görüldüğü kadarıyla. Sayısız insan tanımak, sayısız yokluğa ve zenginliğe aynı anda şahit olmak ve varılamayacak bir ütopya olarak Berlin. Hagen’in müzisyenliği de var, punk sonrası bir kafa patlatmaca. Pek değinmiyor bu uğraşına, aslında o dönemin müzik atmosferini şöyle iyicene görseydik, Alman grupların nelerle meşgul olduklarını anlasaydık iyi olurdu, olmadı. Hagen’in umursamazlığına kurban gidiyor bu da, araması gereken prodüktörü aramıyor Hagen, verecekleri konsere de pek hazırlanmıyor, grup elemanları Berlin’e taşınmaya karar verdiğinde onlarla birlikte gitmiyor, Münih’e hapsetmiş kendini. Münih’in barlarında, oyun alanlarında dolanıp duruyor, neyse ki gece hayatını anlatacak kadar kafası yerinde. Avusturya Punk ve Wave gruplarının çaldığı beleş bir festivale gidiyor Hagen, dazlaklardan uzak durmaya çalışıyor ama kıstırıyorlar, bir omuz, bir yumruk, Hagen yerde tekmelenirken antifaşistler gelip dazlakları döverken sürünerek tuvalet kabinlerinden birine giriyor ve şamatayı dinliyor. Ağzı yüzü şiş, sokağa çıkıp etrafına bakınıyor ve çöplerin arasına uzanıyor, o gecenin sonu. Aslında son derece kibar bir adam Hagen, kibar ev sahibinin gözünde efendi bir çocuk bile sayılabilir, saygısızlığı yok. Var, zenginlerin halılarına sıçmak istiyor. Sıçacak da. Hatta arkadaşlarıyla birlikte sıçacak, havuza işeyecek. Hagen’in evin yanmasıyla bir ilgisi yok, herkesin kafası güzelken o bahçede uzanıyordu. Yürütemediği kitaplar kaldı içeride, çalıp satamadığı birkaç eşya, sugar mummy ses çıkarmadan izliyordu her şeyi, işler yolundaydı, seks iyiydi ve felaket uzaktan güzel görünüyordu. Bu fasıl ayrı bir paragrafı hak ediyor, anlatının geri kalanındaki parçaları bu paragrafa dahil etmek zor ama bir iki şey söylemeli: Flaubert ve Andreyev’in yattığı mezarlıkta uyumak iyidir, eski sevgili Franziska ve para annesi Valerie arasındaki çatışmada paranın tarafını tutmak gerekir, Silke’ye o aşk mektubunu yazmak mümkün olmadıysa kızın sevgilisine para verip Silke’yi “satın almak” lazımdır. Beton gerçekçilik var her yanda, kafayı bir yere çarparsınız illa.
Valerie bambaşka bir şey, semtin porno dükkânında karşılaşıyorlar. Hagen dergileri incelerken Valerie’yi görüyor, öneri istiyor, Valerie gülüp uzaklaşıyor. Sonra dama turnuvasında karşılaşıyorlar, Hagen oyunu sağlam bir paraya satıp Valerie’nin kazanmasını sağlıyor, tanıştılar artık. Kadının saçacak çok parası ve söyleyecek çok yalanı var, yaşı otuz yedi olmayabilir, eşinden ayrılmamış olabilir, babasına da hizmetçilik etmiş Hannah aslında gerçek annesi olabilir, kim bilir? Arabası, evi, parası gerçek, Hagen’e yeter bu. Önce küçük küçük tırtıklamaya başlıyor, sonra gecede üç beş seanstan sonra Valerie’yi iyice tatmin edince musluklar iyice açılıyor. Biriken parayı şarkı kaydı için kullanmayı düşünüyor, bu da ilginç, kestiği pozla alakası olmayan eylemler. Poz gerçi, asla kendi yüzünü göstermiyor Hagen, özellikle Valerie’ye. Yazmaya çalıştığı mektubun taslaklarını bulan Valerie’ye Silken’in bir kurmaca karakteri olduğunu söylüyor, aslında bir roman yazmaya çalışıyormuş Hagen, Valerie yerse ki yiyor, yemekten başka çaresi yok çünkü aylaklığa kapılmak istiyor kadın, kaybedenlikten payını almalı. Hagen pek iyi davranmıyor, iyi davransa hemen şutlanacağını bildiği için Valerie ne zaman duygusal bir şey söylemeye kalksa kabalaşıyor, öyle bir ilişki. Valerie eşiyle bir araya gelmesini sağlayan o romantizmi tekrar bulmaya çalışıyor, bir oyun değil bu, sonra aylaklığı ve kuralsızlığı yakalamaya çalışıyor ve bu da bir oyun değil. Operaya gittikleri zaman canı sıkılıyor Valerie’nin, Hagen izlemeye çalışırken oral işler peşinde koşuyor kadın, iğrenç. Hagen’in arkadaşlarıyla Valerie arasında çıkan tartışmayı izlemek eğlenceli, bir yanda geleceği olmayan gençlik, diğer yanda geleceğini de satın alabilecek kadar zengin Valerie. Aşırı gerilimli bu durum nihayet yıkıyor ilişkiyi, Valerie öfkeden infilak edince Hagen’i arabasından atıyor ve hemen kaza yapıyor çünkü daha dramatik, daha mahvedici bir şey bulamıyor. Olayı günler sonra öğrenen Hagen hastaneye gittiğinde Valerie’den evini kullanma iznini alıyor ama tek bir şartla, neler yaşandıysa olduğu gibi anlatacak. Üçlü beşli sevişmeler, delilikler, ne varsa. İşler önce yolunda gidiyor, hemen her gece evin altını üstüne getiriyorlar, deli eğlence. Yangın sonraları çıkıyor, yanan bir sigaradan veya pipodan, her neyse. İtfaiye ve polisler geldiği zaman herkes arazi oluyor tabii, Hagen dahil. Son telefon konuşmalarında Valerie olanlara inanamıyor ama inanıyor da, bir grup gencin evini yakması süper olay. Hikâyeyi yıllar sonra dinlediğimizi söylemiştim, Hagen’in sağdan soldan duyduklarına göre Valerie kibar ve zengin eşiyle barışmış, tekrar birlikte yaşamaya başlamışlar. Hoş bir sahne: Kalbi kırık eş bir şekilde Hagen’i bulur, oturup konuşurlar. Kazadan sonrası, Valerie hastanede, eşi her şeyi yoluna koymak istiyor ama nasıl yapacağını bilmiyor, Hagen’den yardım istiyor. Erkeklik gururu, boynuzlu kocanın samimiyeti, her şey dönüp dolaşıyor Hagen’in kafasında, adamı aşağılamaya gönlü elvermiyor ama Valerie’yle yaptıkları her şeyi anlatıyor ki adam da biraz şey yapsın, yani sevişirlerken aşağılasın kadını, kıça şaplak atsın, ağza tükürsün, boğaz sıksın ve saçı eline dolayıp kafayı savursun sağa sola, nelerse. Adam duymak istemiyor bunları ama duymak zorunda, belki de Hagen’i tiksintiyle ama iyice dinlediği için bir araya gelebiliyorlar Valerie’yle.
Mesela Clemens Meyer’in Biz Rüya Görürken‘ini düşündüm Krausser’i okurken, Meyer daha az poz kesiyor. Krausser kurgusal anlamda biraz havalı, karakterleri batık gibi görünseler de bir gelecekleri var, Krausser o çıkışsızlığı hiç eşelemiyor ama Meyer’de öyle değil, o çocukların şiddetten geçmeyen bir yolları yok, alt sınıfın dibe çökmemek için verdiği uğraş tam ortada. Bilemiyorum, iki metni arka arkaya okuyup Alman gençliğinin yakın tarihteki hallerini kıyaslamak lazım. Krausser’i de ayrıyeten mutlaka okumalı, Doğan’ın yirmi yıl önce basıp bir daha adını anmadığı yazarları keşfetmeli. Neler çıkıyor oralardan.
Cevap yaz