Yüz yirmi üç nokta sekiz yayınevinden ret yiyip basıldıktan sonra seksen iki yüz bin üç ödül kazanan, milyon yüz üç dile çevrilen bu kitabın bütün bu sayı kalabalığına yol açmasının bir sebebi var mı, bence yok ama var da, kopkoyu Alman ve Katolik bir köydeki olağanüstü şahıslar ilginç şeyler yapacaklar ve kendilerini okutacaklar, bu tamam da hikâyeye yüklenmiş, başka bir albenisi olmayan kurgunun nesine o beğeniler, bilemiyorum ama beğenilmesini de anlıyorum, özellikle Elias’ın yüzlerce insanı müziğiyle hipnotize ettiği bölüm gerçekten şahaneydi. Bir bölümün hatırına koca roman da sevilmez şimdi, Elias’ın Elsbeth’e duyduğu yüceler yücesi aşkın bir anda sönmesi, hikâyeyle en ilgisiz karakterin uzun uzun anlatılmasına rağmen Elsbeth’in düşüncelerine şöyle bir bakılıp geçilmesi, şu bu derken hoşnutsuzluk kalıyor geriye. Anlatıcı ayrı bir âlem, sonlara doğru kendisini unutturmanın zamanının geldiğinden bahsedip ortalıktan çekilir de öncesinde o kadar çok görünür ki varlığını hissederiz. Gevezedir, dönemin anlatıcılarına öykünmüştür desek dönem de pek tutmuyor, olaylar 18. yüzyılın sonlarında başlasa da 19. yüzyılın sonunu görüyoruz. Bir de Alman köylülerinin evlerinin barklarının defalarca cayır cayır yanmasına rağmen ısrarla aynı yere köy kurduklarını görüyoruz, ilginç. Fön rüzgârları dağdan bir geldi mi mum alevini uygun malzemelerle buluşturarak koca bir ateş kasırgasına dönüştürebiliyor, bu yüzden deli köylülerden biri rüzgâr vakti ev ev gezerek bütün ateşleri söndürmekten sorumlu, yangın her şeyi alıp götürdüğü zaman aşağılara inerek köle gibi çalışmak zorunda kalmalarına rağmen hiçbir çekiciliği olmayan o yamaçlarda ne yapıyorlar? Aşağıdakiler ne yapıyorlarsa aynını yapıyorlar, hayvan besleyip tarımla uğraşıyorlar, yakınlardaki kasabaya ara sıra gidip geliyorlar bir, her önemli gün ve haftada kilise toplantılarına katılıyorlar, yaşamları böyle geçiyor. Modern zamanlar o yüksekliğe anca ulaşabildiği için başlangıcını görüyoruz da etkisini pek göremiyoruz. Köyün kendi zamanı yortularla, pentekostla, ne bileyim, Meryem’le İsa’nın süper mucizelerinin kutlandığı günlerle bölümlenmiş. Dinle müziğin iç içe geçmesi Elias’ın olağanüstü yeteneğini gösterme şansı bulması açısından mühim. Anlatıcı da değiniyor, böyle mahrumiyet bölgelerinde dünyaya gelen nice yetenekli gençler harcanıp gitmiştir, nice dağ Mozart’ı, ada Shakespeare’i yediği zehirli bir meyveden ötürü hiçbir şey üretemeden hayata depiği vurmuştur, yazık. Elias’a da üzülür anlatıcı, kendisini keşfedecek kimse gelmez oralara, çocuk bir başına büyürken yetenekleriyle başa çıkmak zorunda kalır. Köydeki iki aile arasındaki evlilikler yüzyıllardır sürdüğünden genetik nihayet isyan etmiş ve anlatıcıya göre “mongol” çocukların doğmasına yol açmıştır, kimilerinin çenesi çıkıktır, kimileri bilmem ne bela, Peter’le Elias’ın tuhaflıklarını bu bozukluktan bilebiliriz. Peter ve Elias birlikte vaftiz edilirler çünkü çok yakın zamanlarda doğarlar, kuzenler ama öyle ailevi bir yakınlık yok. Aile kavramı da yok pek, sonlara doğru bir adamın kız kardeşine tecavüz ettiğini görürüz, sıradan bir olaydır orası için. İşte, Peter hissizdir, insanların duygularını anlayamaz, kendisinin de herhangi bir duygusu yoktur. Merak belki, biraz da habislik. Hayvanlara işkence ederken yakalandığı zaman Elsbeth’in öfkesiyle karşılaşır, Elias üzülür ve işkencenin nedenini sorar. Öyledir Peter, gücünü kullanır ve gerisini sorgulamaz. Elias’a duyduğu aşkı da sorgulamaz, çocuğun cinsel organıyla oyunlar oynamak ister de o kadar yakınlaşamaz çocukken. Elias muhtemelen Tanrı’nın atıverdiği koca bir taşın üzerinde yatarken müzik yeteneğine kavuşur, o sıra gözleri yeşilden sarıya dönüp cinsel organı canavar gibi olunca ucube yerine konacak, annesiyle babası tarafından odasına tıkılacaktır da bir Peter gelecektir camının altına, aşağıdan uzun uzun bakacaktır. Bu yakınlığı hiçbir zaman unutmaz Elias, Peter ne yaparsa yapsın arkasında duracaktır o andan sonra. Peter koca köyü yakıp kendilerinden beş yaş küçük Elsbeth’i ortadan kaldırmaya çalıştığında köfteyi çakan Elias hiçbir şey söylemeyecek, iyilik isteme hakkını da yıllarca unutmayacaktır. Nedir, Elsbeth doğar doğmaz Elias’ın kalbiyle bebeğin kalbinin atışları eşlenir, Elias bir tuhaf olur, kızı hayatının aşkı beller. Taştan aldığı müzik sevdasını da aşkı beller, iki aşkı birden taşımaya çalıştığı için kaşı gözü kayar, dışlanır da kiliseye gidip amcasının yarım yamalak çaldığı orga oturduğunda dünyası değişir, köyü de değiştirir diğer yandan. Herkesin saygısını kazanır, çocukların öğretmeni olur, saçını uzatıp siyah siyah giyinmeye başlar. Elias ve Peter son maceraya hazırdır artık.
Yan hikâyeler değişen çağın izlerini taşır. Yanlışlıkla cadı diye yakılmaya çalışılan kadının hayatı son anda kurtarılır, civarda atölyeler, seri üretim faaliyetleri görülür, köy modern dünyaya hazırlansa da birkaç nesil daha gereklidir değişime. Peter’in çıkardığı yangından kasten sorumlu tutulan marangoz feci şekilde katledilir, evi yağmalanır, linç mekanizması kusursuz bir şekilde çalışmaktadır hâlâ. Babasının yağmayı başlattığını anlayan Elias yıkılır adeta, annesi o güne dek ucube gibi davranmıştır da babası gerçekten yakınlık göstermiştir oğluna, bu yüzden Elias babasıyla arasına mesafe koyar da adamı dertten derde sürükler. Baba günah çıkarınca barışırlar, aslında tam zamanıdır çünkü Elias yarışma için kasabaya gidecek, bir daha da dönmeyecektir. İyiliği ister Peter’den, öldüğünü kimselerin duymamasını sağlar. Ayrı hikâye, Elias’ın bir iki özelliğinden bahsedip değineyim o hikâyeye. Tanrı’dan el aldığı zaman insanların niyetlerini seslerinden anlamaya başlar, sesleri kusursuzca taklit edebilir ve en önemlisi mutlak kulağa kavuşur, ayrıca sonsuz bir müzik sezgisine. Bir kez dinlediği ezgiyi inanılmaz biçimde çalabilir, müziği öyle bir zenginleştirir ki dinleyiciler huşudan çıldırır adeta, daha iyi insanlara dönüşürler. İki kez yaşanır bu, ilki köyde ve ikincisi kasabada. Haytalığı da vardır Elias’ın, Peter’e uyup köyün hayat kadınını kandırır, kadını soyundurup çamurlar içinde yuvarlatır. Aşk için. Aşktan çekmeyen karakter yok gibidir, Elsbeth’in ansızın bir başkasıyla evlenip hamile kaldığını -“ansızın”, anlatıcı uçuruyor hikâyeyi- duyan Elias kiliseye gider, yeteneğini ihsan eden Tanrı’ya çıkışır, aşkından kurtulmak için öfkeyle haykırır. Anlatıcı orgdan gelen sesi rüzgârın boruları doldurmasına verir de ağzından kan boşanan çocuğu mantığa oturtamaz: Elias çocuğu gördükten sonra nihayet aşkından kurtulur ama yaşam sevgisini de kaybeder, aşkın verdiği acıdır yaşamı sevdiren. Hikâyeler biçime uygun değildir aslında, baştan sona aynı bölümlemeler ve aynı bağlamalar belli bir yapıyı, en azından eş uzunluktaki hikâyeleri derleyecek gibiyse de ortaya karışık bir manzara çıkarır. Buradan nereye gider anlatı, mesela köye kasabadan bir kilise çalgıcısı gelsin ve köyün kilisesinde Elias’ı dinlesin, nota bilmeyen çocuğun doğaçlamalarından dehşete düşsün ve kasabadaki büyük yarışmaya çağırsın Elias’ı. Şöyle, anlatının bu noktaya kadarki bölümü kısaltılsa da sonrasının başlangıcı olsa, koca roman bir öyküye dönüşse tammış. Evet, Elias ve Peter yola çıkar, birkaç yarışmacıyı dinlerler ve Elias nihayet çalmaya başlar. “Uykunun kardeşi” kutsal kitaplardan önce Yunan mitolojisinde yer alır da Elias’ı ilgilendiren bu kalıbın yer aldığı kısmı doğaçlamaktır. Dediğim gibi muhteşem bir bölüm var burada, Elias’ın yaptıklarına iki tepki: Müzik profesörü dört jüri üyesinden biri, “Mümkün değil! İmkansız!” diye haykırır müziği duyduğunda, kadının biriyse, “Cenneti görüyorum!” diye haykırır. İki buçuk saatlik bir doğaçlamanın sonunda kül rengi yüzüyle dinleyicilerin karşısına çıkar Elias, kilo vermiştir, bütün gücünü yitirmiştir. Buna rağmen müziği bütün ilahî kararları kadük kılar, Elias tekrar aşkına kavuşur da uykuyla ölüme takmıştır bir kez. Aslında iki kez, çeviriden kaynaklı mı bilmiyorum ama iki üç kısım metinde tekrarlanır, bazı cümleler olduğu gibi tekrarlanır, neden bilmem. Uyku, yani insanın sevmesini engelleyen lüzumsuz zaman aralığı. Elias uyumamaya karar verir köyüne dönerken, Peter’a söz verdirdiği sırada günlerce sürecek intiharına yeni başlamıştır. Aşkını kendi standartlarınca yaşar, hoş final.
Okumaya değer, tesiri hemen azalır, öyle bir roman.
Cevap yaz