Dalya’dan Cenan’a gelen mektubun bir kısmıyla başlıyor roman, kırk yıllık arkadaşlıkları boyunca memleketten mektup göndermeyi sürdüren Dalya’nın yanında Latife Nisyan var, taş bebek, Cenan hatırlar mı oynadıkları o bebeği? Çok iyi hatırladığını hatta korkuyla andığını anlatının sonunda göreceğiz, zaman çizgisinin bölümlenip dağıtılmış parçalarını bir araya getirince o bebeğin önemi ortaya çıkacak. Kırk yıl sonrasına pek uğramıyoruz, Dalya’nın mektubundan parçaların yanında Cenan’ı geçmişe dair yorumları kısa paragraflar halinde yer alıyor. 1930’ların Yeşilce’sinde, küçük bir sahil kasabasında yaşanan olayların ardı bu kısa paragraflarla işaret edildikten, sezdirildikten ve okurun merakı artırıldıktan sonra kronolojik seyir sürüyor, hemen hep 1930’lardayız. Yunanların kaçmadan önce yakıp yıkmadıkları evlere mübadiller yerleşmiş, dağlarda Yörükler yaşamaya çalışıyorlar, yoksulluk kendini belli etmiyorsa da gölgesi düşmüş. Kızamık salgını göçürüyor çocukları üstelik, Cenan kurtulanlardan biri. Anlatılan iki yazın ilkine yataktan kalkarak giriyor kız, evin emektar Haçça Teyze’si üzerine titrese de Doktor Nejat’a göre biraz dolanması iyi gelecek. Kasaba küçük, dolayısıyla adı geçenlerle defalarca karşılaşacağız, bazıları olayların kalbinde yer alacak ama sırları çok sonra ortaya çıkacak. Nejat son derece yakışıklı ve genç, vukuat çıkarmasına biraz var. Dalya’nın abisi Eşber ve annesi Mihri arıza karakterler, esas kadro Padişah’ın Cenan’ın evine gelmesiyle tamamlanacak. Padişah güzel kız, babası Hıdır Çavuş yeni doğan bebeğini büyütürken zorluk çekmemek için Haçça’yı ikna ederek kızını bırakmak istiyor. Elli liraya oluyor iş, Haçça kızda iş olduğunu anlayarak kefen parasının tamamını veriyor, anlaşıyorlar. Ad garip, Padişah hemen Sitem’e dönüşüyor, kader belirleniyor böylece. Sitem ve Cenan arasında doğan arkadaşlık dostluğa evrilecek tabii, birbirlerine sırlarını anlatacaklar ama bazı şeyler karanlıkta kalacak, erkekler hoyrat davranışlarıyla aralarını açacak sonlara doğru. Cenan’ın akar gönlü sorun aslında, meyletmediği kimse kalmayınca Eşber’de karar kılmak yaşamını mahvetmeye yetiyor. O yaz her şey güzel gerçi, kızlar kendi aralarında zaman geçirirlerken İstanbul’da okuyan Eşber ve Giray’ın Yeşilce’ye dönmeleriyle birlikte kalp çarpıntılarına tutuluyorlar, ne hissettiklerini anlamaları için Mihri’nin yaşadıklarından pay çıkarmak gerek. Mihri’nin eşi Mahmut eczacı, çoğunlukla mal almaya gidiyor, ortalarda yok. Mihri’nin kırdığı cevizleri bütün kasaba bilse de İstanbullu kadının cesaretine saygı duyuyorlar, kimse ses çıkarmıyor. Affan Bey’le seviştiği malum, onun yanında daha kaç kişiyle birlikte olduğu belirsiz. Bir gün Affan Bey mebusluk yolunu açan bir evlilik için Yeşilce’den ayrıldığı zaman Mihri hemen yeni eğlenceler buluyor, öğle sıcağında kimsenin sokaklarda olmadığı bir gün Sitem’le Cenan’ın kendisini izlediğinden habersiz. Sitem arkadaşından iki üç yaş daha büyük, erkeklere karşı bakışı daha çabuk değişiyor ve Eşber’in kendisine yeşillenmesine başlarda tepki gösterse de gönlünü kaptırdıktan sonra yokuş aşağı gidiyor hayatı. Sınıf farkının katılığı bariz, Sitem hiçbir zaman Eşber gibi biriyle evlenemeyeceğini bilse de kalbine söz geçiremiyor. Cinselliğin detaylı anlatımı da önemli, Cenan bir gün gizlice evden çıkıp günaşırı gittiği araziye gelince Sitem’le Eşber’i görüyor, Sitem genç adamın kasıklarına eğilmiş. Anlatıda sosyal ve cinsel yaşamın bir nevi zıtlığı hoş, tuhaf bir anlatımın ortaya çıkmasını sağlıyor, karakterler aslında ahlak kumkuması olmasalar da sürekli gündelik yaşamlarındaki halleriyle karşılaştığımız için cinsel yaşamlarına dair hiçbir sezi oluşmuyor, örneğin Sitem’i her işin peşinde koşan, iyilik timsali genç bir kız olarak gördükten sonra Eşber’e oral seks yaparken rastlamak küçük bir şok etkisi yaratıyor, diğer karakterlerin cinsel yaşamları açısından da böyle bu. İlerleyen bölümlerde Cenan’ın babasıyla Haççe arasında da bir şeylerin döndüğünü görecek iki arkadaş, tutulup kalacaklar öyle. Cenan için yıkım, Haççe Teyze’siyle can babası arasında öyle şeyler olabileceği aklının ucundan geçmezken Sitem’in duvarda açtığı bir delikten gördüğü yıkıyor kızı resmen. Aynı delikten baktığı başka bir gün Mihri’yi görünce lezbiyen ilişkinin de yaşandığını düşünebiliriz, yanılırız. Mihri hamile, Haççe’den bebeği almasını istediği için gelmiş ama çok geç artık, Haççe bebeği alamayacağını söylüyor. Mihri civarda nam yapmış bir kadına gittiğinde kapı duvar, civardaki adamlardan biri gülerek yanaşıyor ve Mihri’den hemen orayı terk etmesini istiyor. Herkesin her şeyden haberdar olduğu ve hiç kimsenin doğrudan bir şey söylemediği tipik bir Anadolu kasabası, aslında küçük yerde bir süre yaşayanlar için sıradan mevzular ama kurmacada kendiliğinden, doğal bir şaşkınlık yaratıyor, belki de gerçeğin doğrudan yansıması olduğu için. Neyse, bebek doğar, Eşber annesini öldürmek ister ama eli gitmez, Nejat’ı bir temiz döver anladığımız kadarıyla, sonra bebeği dışlar, Mihri de bebeği dışlar, Mahmut’un her şeyden haberdar olmasına rağmen hiçbir tepki vermediğini görürüz, babasının yapmadığını yapacağını söyler hatta. Mahmut ilginç bir karakter, genellikle evden uzak olsa da döndüğü zamanlarda da uzakta gibidir, aslında biraz daha derinleşse anlatıyı da derinleştirirmiş. Sitem tabii, Tomurcuk dediği küçük kardeşine duyduğu özlem Mihri’nin bebeğiyle canlanır, bebeği sahiplenir adeta. Emzirir, gezdirir, yaşamı bebeğe bağlıdır artık. Bir gün ıssız bir arazide bebeği emzirirken tuvaletini yapar bir köşeye, döndüğünde bebek yok. Çıldırır, herkes iki gün boyunca bebeği arar ama bulamazlar. Cenan bir gece Eşber’in çukur kazıp minik bir bebeği gömdüğünü görür, aşkından gözü hiçbir şey görmediği için Eşber’in söylediklerine inanır. Latife Nisyan’ı gömmüştür Eşber, annesinden intikamını almıştır. Sonra kırk yıl geçer, Eşber çocukken kendisine âşık olan Cenan’ı görmeye gelmektedir, Cenan mektubun son sayfasını okurken merdivenlerde yankılanan ayak seslerini duyar. Taşlar yerine oturur ama yüzleşme gerçekleşmez, metin bu noktada sonlanır. Girift bir kurgunun, zor bağlantılar rahatça kurulduğu için başarılı bir hikâyenin keyfi açığa çıkar ama bazı gedikler can sıkar açıkçası.
Cenan’ın ikna ediciliği düşük, Eşber’in suçlu olduğunu bilmesine rağmen sırrı saklaması için aşkının derinliğine dair bir şeyler görmeliydik. Eşber’den önce iki gence daha tutuluyor kendisi, rüzgâr nereden eserse oraya döndüğü için kısa sürede o kadar derin duygular beslemeye başlaması, eh. Aslında Mihri hariç karakterlerin değişimine dair pek bir şey görmediğimizden, karakterlerin tiplere yakınlığından kaynaklanıyor bu, iki boyutlu görünüme bir anda üçüncüyü eklemek yadırgatıcı. Eşber’in bıçkın erkek rolünden, “Anneciğim!” diye haykıran küçük çocuğa çok ani geçişi, doktoru çata çuta indirmesi, annesini kovalaması tezat. Babasıyla nasıl bir ilişki kurduğunu da bilmiyoruz, eczanede birlikte çalışıyorlar ama ne sohbet ediyorlar ne birlikte zaman geçiriyorlar, bağları daha gevşek bir dünya detayın yanında böyle önemli ilişkilerin es geçilmesi üzdü. Şıhzade’ye dair sondaki numara da lazım mıydı bilemiyorum, bu Şıhzade zamanında Menemen’de Kubilay’ı şehit eden yobaz tayfadan, bir şekilde kurtulmuş ve kasabada yobazlık rüzgârları estiriyor, kuytuda kıstırdığı Sitem’in memesini sıkıp kıza sinir krizi geçirtiyor, tokatlık adam. Sonlara doğru Sitem evden kaçıp kaybolunca evine aldığı kadının Sitem olduğu düşünülüyor ama Sitem değilmiş o, İzmir’den bir pavyon kadınıymış. Bundaki maksat? Sitem kaybolan bebeği iki gün aradıktan sonra ardında bir mektup bırakarak ortadan kayboluyor, arayıp bulamıyorlar. Dalya’nın mektubundan öğreniyoruz ki Cenan’la Dalya’nın evinin arasında eski bir tünel varmış, Yunanlar oralarda silah depolarmış falan, Eşber bebeği kaçırdığında o tünele saklamış da Sitem sesi duyup iki gece boyunca Cenan’ı uykudan uyandırıp aşağı indirmiş, sesleri dinlemişler ama bulamamışlar bebeği. Sitem nihayet bulmuş ama canından olmuş, Eşber kızı da öldürüvermiş tünelde. Ayak sesleri geliyor, Eşber kapıda. Ne söyler?
Dönemin insanları, yaşamı, dünyası şahane anlatılmış, ayrıntılar hayranlık uyandırıcı. Kurgu iyi, karakterlerin bazılarından razı değilim. Sonuç olarak okunur.
Cevap yaz