Tek bir bakış açısından görüyoruz her şeyi, bunu anlatı boyunca unutmamak lazım. Anlatıcının görüştüğü iki karakterin “olaya” bakışları bambaşka ve her görüşmede bilinmeyenin farklı bir yönünü açığa çıkarıyorlar ama yine emin olamıyoruz, örtük yalanla doğrudan yalan okurun da peşin hükümlü olmaması gerektiğini gösteriyor. Açıkçası 12 Angry Men‘de Henry Fonda’nın oynadığı karakter kadar tarafsız olmaya çalışıyoruz, zor. Anlatıcının işi de zor, kırk yıl önce yaşanmış bir tecavüz olayının detaylarını ortaya çıkarmaya çalışırken arkadaşının suçlu olduğunu seziyor ama sessiz kalmayı yeğliyor, üstelik çocukluğunda tanıştığı kadınla görüşürken kendi cinsini üstü kapalı olarak savunurken buluyor kendini, kanıt yoksa suç da yok. Aslında çoğu argümanı duyduk, fail Marco Rosedale kırk yıl önce IRA’nın kadına şiddet içeren bir eylemini kayıt altına alırken birlikte çalıştığı Julia Gault’un neden onca zamandan sonra ortaya çıktığını sorguluyor, Julia’nın iddiaları yaşamını tepetaklak edebilecek kadar ağır. Şu paragraf Marco’nun en sarih özeti: “Benden Marco’ya karşılık vermem değil, yalnızca dinlemem ve asırlardır erkeklerin kadınlara yaptıkları haksızlıkları tam anlamıyla kabul etmediğini ma eden yorumlarla onu sinirlendirmemem bekleniyordu, çünkü Marco bunları kabul ediyordu; yalnızca kendini o erkeklerden biri olarak hiç görmemişti ve şimdi, çetin sınavını kazasız belasız atlatmışken bile, bunu hak edecek hiçbir şey yapmadığı halde o erkeklerden biri olarak yaftalanma tehdidi ağırına gidiyordu.” (s. 8) Daha en başta kadının bir şekilde susturulduğunu öğreniyoruz, nasılını göreceğiz. “Sol tandanslı bohem burjuvaların” arasında büyüyen iki adam gençliklerinde pek yakın değiller, yetişkinken yakınlaşıyorlar ama mesafe bariz, anlatıcı Marco’yu hiçbir şekilde olumlamıyor, aslında hiç yorum yapmıyor, dinliyor sadece. Julia susturulduktan sonra bir kez üzerine gidecek adamın, o da tehlikenin geçmesiyle ortaya çıkan rahatlığın eseri gibi gözüküyor. Julia’yla görüştüğü zaman bu kez kadının güvenilirliğini sınıyor, beyanı esas görmüyor, aslında anlatıcının iki yana da esnediğini ama muhtemelen kendi konforunu bozmamak için gidişatı değiştirecek zamanları kasten ıskaladığını düşünebiliriz. Marco’ya hak vermediği ayan beyan ortadaysa da eylem yok, erkeğin suskusu kadının uğradığı haksızlığı olumluyor.
Marco bir zamanlar basının parlak yıldızıydı, bu yüzden Julia’nın çenesini kapatması için elinden geleni yapıyor. Her şeyin başladığı nokta Twitter üzerinden yollanan bir mesaj, Mel Sauer ulusal bir gazetenin çalışanı olarak önemli bir konu hakkında konuşmak için Marco’yla iletişime geçmek istiyor. İletişim kuruluyor hemen, Marco’nun eski sevgililerinden birinin hatıralarından bir bölümünü basmak istediğini söylüyor Sauer, Marco’nun da onayını almalı. Marco metni telefonda anlatıcıyla anlatıcının eşi Caitlin’e okuyor, 1970’lerin cinsel âdetlerini ve erkek davranışlarını kısaca anlattıktan sonra Marco’yla ilgili kısım başlıyor. İlk okuduğunda hiçbir sorun görmüyor Marco, ataerkilliğin etkisi. İkinci okumada “saldırı” anlamına gelecek bölümü fark ediyor, Julia sevişmek istemediğini, erkek arkadaşı olduğunu söylüyor ama Marco dinlemiyor kadını. Her detaya dikkat etmemiz gerekiyor, anlatıya dağıtılmış nüanslar aydınlatıyor olup biteni. Julia kendini “çırılçıplak buluveriyor” ve “her şey çok çabuk bitiveriyor”, Marco’nun göremediği sorun o dönemlerin normalliğinde kayboluyor ama 1975’ten 2015’e dek çok şey değişti tabii, özellikle “#MeToo” hareketinden sonra “güçlü” erkeklerin suçları bir bir ortaya çıktıkça yaşananları hatırlayıveriyor Marco, korkuya kapılıyor. Başlangıçta Sauer’a gözdağı vermenin yeterli olacağını düşünse de cevap hakkını sunmakla idare etmeye çalışıyor Sauer, Marco’ya ve ailesine duyduğu kinin sebebini sonradan öğreneceğiz. Bir süre ses seda çıkmıyor gazeteden, sonra Marco’nun sevgilisiyle kızının da olduğu bir ev toplaşmasında telesekreter Julia’dan gelen mesajı kaydetmeye başlıyor. O zamana kadar Marco’yla Julia iletişim kurmamışlar, biraz da bu yüzden Julia’nın telefondaki sesi yüksek ve çatlak, öfke yüzünden kontrolünü kaybeden kadın anılarını basacak bir yayınevi bulduğunu, Marco’nun tecavüzcü olduğunu söylüyor. Ailesine hiçbir şey söylememiş Marco, açıklama yapmak zorunda kalıyor ve mevzuya engel olamayacağını anlayınca anlatıcının önerisini dikkate alarak bütün bu saçmalığa dahil etmek istemediği hukukçu babasını devreye sokuyor. Baba Sir Alec Rosedale doksan yaşında, belki de ülkenin en ünlü hukukçularından biri, hemen bir ekip kurarak çalışmaya başlıyor. İddiayı destekleyecek bir kanıt yok, malum geceden sonra Julia’nın sevgilisinden Marco’ya gelen bir mektup savunmanın elini kuvvetlendirse de Marco’nun babasının esas işi Julia’yı köşeye sıkıştıracak eylemleri veya metinleri keşfetmek, pis oynuyorlar bu oyunu yani. Gerçekten de Julia’nın bir zamanlar Nazi sempatizanı gibi görünen bir kadın hakkında yazdığı metni buluyorlar ve eşi toplama kamplarında hayatını kaybetmiş yayınevi sahibine çıtlatıyorlar mevzuyu, kadın Julia’nın hatıralarını basmaktan vazgeçiyor. Mesele böylece kapanıyor ama anlatıcının mevzuyu çözme isteği dinmiyor, annesinin vefatıyla eski tanıdıklara ulaşırken Julia’nın telefonunu da buluyor ve görüşme talep ediyor. Julia da aynı sınıftan, bir zamanlar Marco’nun annesiyle çok yakın olduğu için görüşmek istiyor ve evine çağırıyor anlatıcıyı. Orada hikâyenin bilmediği kısımlarını dinliyor anlatıcı, Julia’nın en başta tecavüz olarak görmediği olayı Marco’nun engelleyici tavırlarından ötürü baştan değerlendirdiğini ve yaşananın aslında tecavüz olduğunu anladığını söylüyor, bir de düpedüz yalan sıkıyor ki güvenilirliğini mahvediyor bu, anlatıcı zaten istemsizce Marco’nun tarafını tuttuğu için Julia’nın söylediklerine inansa da şaibenin gölgesinde kalıyor her şey. Anlatıcıya ertesi gün telefon ederek yalanından bahseden Julia anlattığı diğer her şeyin doğru olduğunu söylüyor, anlatıcı da içten içe biliyor ama son yüzleşmeye kadar Marco’ya hiçbir hususta karşı çıkmıyor, Julia’ya dair savunması da çok zayıf zaten. Julia’nın kısılan sesiyle bitiyor anlatı, söylenecek çok şey var ama sürpriz bozulmasın diye değinmemeli.
Marco’nun cinsellik algısıyla bitireyim, konuşmalarından birinde anlatıcıya üniversitede seviştiği hocasıyla deneyiminden bahsederken kitabın adı anlam kazanıyor. Nijinsky’nin ünlü balesinin hikâyesine değiniliyor biraz, kısaca söylemeli, hoca sınırları belirgin bir sertlikten, zorlamadan hoşlanıyor ve on dokuz yaşındaki Marco’ya kadınları “ele geçirmek” için eşsiz bir teknik öğrettiğini söylüyor, basıyor tekmeyi. Marco bir iki kadında denediği sertliğin işe yaradığını görünce, IRA’nın zifte ve kuş tüyüne buladığı kadının yaşadıklarından da tahrik olunca Julia’nın sevişmek istememesini umursamıyor ve kadını zorlayarak ilişkiye giriyor, doğrudan anlatmasa da tereddüdünden ve detaylara inmemesinden anlıyor mevzuyu anlatıcı. 1970’lerin erkek egemen dünyasında normalleştirilmiş bir şey bu, Julia bile kırk yıl sonra farkına varıyor, geçmişe dönük bir aydınlanma. Kadın hareketlerinin uyandırdığı bir dünyayla erkeğin daha acımasız olduğu dünya arasındaki fark muazzam.
Yan hikâyeciklere de dikkat etmek gerekiyor, anlatıcının ders verdiği üniversitede öğrencilerin cinselliğe karşı tutumları mesela. Gençler klasik metinlerdeki erkeklik ve kadınlık rolleri hakkında konuşmak istemiyorlar, Victoria dönemindeki püriten ahlak anlayışının geri dönmesinden şikayet eden anlatıcı altmış yaşında bir adamın cinsellik hakkında konuşmasının tedirginlik uyandıracağı bir dünyada yaşadığını Marco’nun yorumlarıyla kavrayabiliyor ancak, anlatıcının aydınlanma aşamalarını izlemek de önemli. Caitlin muhabbet sırasında bazen kendisinin de sevişmek istemediği halde seviştiğinden bahsediyor, anlatıcı alınganlık yapıp yapmamak arasında kaldıktan sonra eşinin konuşmasını bölmemeye karar veriyor, Caitlin’i başka nelere zorladığını ilk kez o an düşünüyor, bunlar erkeklik algısının ne kadar çarpık olduğunu gösteriyor. Anlatıcının bahçesinde dolanan hindilerin hareketleri, anne hindiye Caitlin’in ve anlatıcının yaklaşımı daha sembolik, yine önemli. Kısacası metinde birçok kod var, çözülmeyi bekliyor. Bu olaylar seçimler sırasında gerçekleştiği için münazaraları izliyor bizimkiler, Trump’ın cinsiyetçi söylemlerini bir güzel eleştiriyorlar ama kendileri uyanmıyorlar ya da geç uyanıyorlar, bu da hoştu.
İyi bir roman, okunmalı.
Cevap yaz