Tedavi edilen hastaların mutlu sonlarının ağırlıkta olduğu metinlerden ayrılıyor David’in metni, denenen hiçbir tedaviye cevap vermeyen hastaların halleri nörolojiye dair alınacak çok yol olduğunu gösteriyor. Son elli yıldaki muazzam zıplama pek çok problemi ortadan kaldırmaya yettiyse de David’e göre biyoloji, psikoloji ve sosyolojinin katılımıyla modern psikiyatri yeni bir “biyopsikoloji modeli” örmesine rağmen bürokrasi ve teşhis koymanın zorluğu iyileşme sürecini yavaşlatabiliyor. Adı geçen üç bilim dalından “üç iplik” diye bahseden David’in dediği: “Yeni bir hastayla her karşılaştığımızda bu üç iplikten hangisinin en önemli olduğuna karar vermek zorunda kalırız; aksi takdirde elimizde her şeyi açıklayan, dolayısıyla hiçbir şeyi açıklamayan bir kuram kalır.” (s. 7) Hangi kitaptaydı, bütün hastalıkların ve vakaların yer alacağı bir veritabanından bahsediliyordu, böylece 2001’de Fiji’de çözülmüş bir nöropsikiyatrik gizem elli yıl sonra dünyanın öbür ucundaki bir vakaya ışık tutabilecek. Çalışmalar sürüyordu en son, tıp dünyasında devrim gibi bir şey. Neyse, Karl Jaspers’ın “dipsiz çukur” kavramı bazı davranışların nedeninin belirlenememesine dair bir metafor, Jaspers’a göre “anlama dayalı” ve “nedensel” olmak üzere iki tür yaklaşım mümkün, anlatılan hikâyeler ve kurulan empati, eşduyum anlama dayalı bulanıklığı ortadan kaldırır, diğer yandan DNA’nın, hastalıkların ve tesadüflerin yol açtığı neden-sonuç ilişkilerini göz ardı etmemek gerek. David davranışların anlaşılmasında “boynumuzun üzerinde kendi koruyucu kutusu içinde sessiz sakin oturan yağsı madde yığını”nın öneminden bahsediyor başlarda, ele aldığı yedi vakada da nörolojik bozukluklar ön planda yer alacak. Tabii her zaman doğru bir yaklaşım olmadığı görülecek bunun, daha doğrusu sosyal çevrenin etkisi önemsenmediğinde bozukluğun nedenini bulmak zorlaşıyor. Hasara yıllar boyunca baskı yapan babanın yol açtığını bilmek hastayı daha etkin bir tedaviyle daha kısa sürede iyileştirebilir. David’in anlattığı hikâyelerde birazcık dedektiflik de var, sonuçta hastaların takip edilmesi ve gerekirse hukuki yollara başvurarak tedavi altına alınması gerekiyor, birkaç örneği var bu olayların. Jennifer’la başlıyoruz, dopaminle ilgili bir sıkıntısı var. Güzel sanatlar okulunda fotoğrafçılık eğitimi alırken kafasında iki sesin kendisiyle konuşmaya başladığı noktaya kadar geliyor, “yaşamının kaydını tutmak için” yanında fotoğraf makinesiyle geziyor ve hemen her şeyin fotoğrafını çekiyor. Antipsikotik ilaçlar almaya başladığı zaman beynindeki dopamin reseptörlerini bloke ederek Parkinson hastalığının semptomlarını yaşatıyor, almayınca şizofrenisi ortaya çıkıyor, kötü durum. 1960’lı yıllarda dopaminin Parkinson tedavisinde kullanılabileceğini keşfeden Arvid Carlsson bu çalışmasından ötürü 2000’de Nobel kazanmış, büyük buluş ama istenmeyen çıktılar da sağlıyor. “İlk defa bir tedavi psikoz semptomlarını azaltmada çok etkili oluyordu, ama doktorlar Parkinson hastalığını andıran yan etkiler ürettiğini fark ettiler. Böylece bu iki hastalığı birbirinin ayna görüntüsü sayar olduk: ŞŞizofreni, beynin kilit bölgelerindeki dopamin fazlasından kaynaklanırken, Parkinson hastalığı dopamin azlığından doğuyordu.” (s. 17) 1976’da Tim Crow’un yayımladığı dört vaka dizisi işi daha da karmaşıklaştırıyor, vakalar farklı zamanlarda da olsa iki hastalıkla mücadele etmişler ve hiçbiri dopaminle tedavi edilmemiş. Jennifer tedaviye cevap vermeyince deney hayvanına dönüştürülmüş resmen, biraz ondan konmuş, biraz bu çıkarılmış, kadın da tedaviden kaçmaya başlamış haliyle. David’e göre bir şeyin işe yarayacağı düşünülüyormuş ama neyin yarayacağı bilinmiyormuş, korkunç bir durum. Uzun bir süre Jennifer’dan haber alamadıkları zaman evine girilmiş, kadını katatonik halde bulmuşlar. Sonuçta uygun ilaçlar bulunmuş, Jennifer tam olarak iyileşememiş ama sağlığı hiçbir zaman eskisi kadar bozulmamış. Hastanenin uğraşı terapisi bölümünde açılan sergide Jennifer’ın çektiği fotoğrafa bakan David bulanıklığı fark etmiş. Parkinson etkisi. Yine de iyiymiş fotoğraf, Jennifer’ın durumunda olabileceklerin en iyisi. Kesin bir çare bulunamıyor bazen, yaşam standardı olabildiğince yükseltiliyor ancak.
Patrick. Sağlıklı, yaşam delisi, spor meraklısı, başarılı bir gazeteci. Kısa süre önce evlenmiş, eşiyle mutlu ve bisiklete binmeyi seviyor. Arkasından hızla gelen kamyonetin çarpmasıyla hayatı altüst. Uzunca bir süre tedavi, sonra fizik tedavi görüyor ve daha evine dönmeden önce bir şeylerin yolunda olmadığını anlıyor. Gerçeklik algısı sakatlandığı için bazı şeylerin bildiği şeyler olmadığını düşünüyor, sanki tanıdığı insanların yerine başkaları geçmiş, nesneler aslında bambaşka ama bildiği nesnelermiş gibi görünüyor, böyle bir kafa hali. Eşinin gerçek eşi olmadığını düşünüyor çünkü o güzel iç çamaşırlarını giymiyormuş mesela, bu yüzden kadından uzaklaşmaya başlıyor. David’e anlatıyor durumu, David görüşme sırasında Vicky’ye eşinin söylediklerinden bahsedince Vicky tedaviye çok para harcadığını, o güzel iç çamaşırlarını artık alamadığını söylüyor. Patrick’in neden-sonuç sistemi bozulduğu için David bu yetiyi kazandırmak için terapi uyguluyor ve başarılı oluyor. Nihilist sanrılar yavaş yavaş geçiyor, Patrick öldüğünü ve ölü bir dünyada olduğunu düşünmüyor mesela, canlıların dünyasına geri dönüyor ama sanırım Sam Kean’in dediği gibi bu hastalığa yakalananlar dünyayı yeterince anlamlandıramıyorlar, hikâye örüntülerinin farkına varamıyorlar ve kendi dünyalarına hapsoluyorlar. Şu benzer bir örnek: “Kötü bir insan olduğunuz yönündeki inanç ezici boyuttaysa, sarsılmıyorsa, kafanızı meşgul ediyorsa, sizi strese sokuyorsa, canınıza kıymak istemenize yol açıyorsa, o zaman kesinlikle ‘anormal’ ya da ‘patolojik’tir.” (s. 35) Tetkiklerde Patrick’in beyninin çok yaşlı bir insanın beyniyle aynı özellikleri gösterdiği görülmüş, belleğin zayıflaması ve mantık ilişkilerinin kurulamaması bundan. İçgörüden yoksun, fikirlerini değiştiremiyor, Patrick tek bir düşüncenin pençesine düşmüş. Vicky durumla başa çıkabileceğini düşünüyor, Patrick’in iyileşme emareleri göstermeye başlamasıyla evlerine dönüyorlar, David sonra ne olduğunu bilmiyor. Bu bölümün adı “Sonsuz Çilek Tarlaları”, The Beatles’tan tabii. Bir sonraki bölüm “Dini İnancımı Kaybediyorum”, grubu söylemeye gerek yok. Thomas’ın depresyonu ve intiharı var bu bölümde. Son derece dindar bir adam, işverenine bildirmeyi unuttuğu bir bilgiden ötürü pişmanlık duymaya başlıyor, pişmanlık giderek büyüyor, en sonunda Thomas’ın depresyonunu azdırıyor ve adam hastaneye yatmak zorunda kalıyor. Tedavisi umut verici, ev ziyaretleri için verilen izinler artıyor ama hiç beklenmeyen bir zamanda kendini yola atıveriyor Thomas, intihar ediyor. Bu mevzu üzerinden Durkheim’in çığır açan çalışmasına değiniyor David, bir de güvenlik önlemlerinin artırılmasıyla birlikte intihar sayılarındaki düşüşten bahsediyor. Bu itki dalga gibi, uygun şartlarda geldiği zaman insan kendini öldürebiliyor ama başka zamanlarda ölmek için planlar yapmıyor, en azından uygulamaya koymuyor planlarını. Belli bir yöntemin önü kesildiğinde insanlar alternatiflere yönelmiyor, mesela metrolardaki kapılar çok intiharı önlemiştir. Tabii Yenikapı’dakinde yok mesela, Ümraniye’ye gidende var, her yerde olmalı aslında. Sylvia Plath’in kullandığı yöntemi ele alalım, İngiltere’de evlerde kullanılan yakıtın türü değiştiği zaman intiharlardaki düşüş dikkat çekici.
Babasının ısrarı yüzünden sıkı bir tedavi göremeyen kızın mahkeme kararıyla hastaneye yatırıldığı vaka da ilginç, kız uzun süredir nöbet geçirmesine rağmen baba faktörünü düşünmemiş muhtemelen. Bir de Christopher’ın vakası var, kardeşi Leo’nun otizminden ötürü zorluk yaşasalar da ailenin üyeleri birbirlerine dayanak oluyorlar, idare ediyorlar bir şekilde. Christopher ergenliğe girince sigara içmeye başlıyor, alkol alıyor derken paparayı yiyor bir güzel, ertesi gün krizler başlıyor ve hastaneye yatmak zorunda kalıyor genç adam. Testlerde dişe dokunur bir şey çıkmamasına rağmen çocuk nöbet geçiriyor sürekli, aile daha ciddi tetkikler için başvuruda bulunmuyor çünkü ikisi de devlet memuru, devlete yük olmak istemiyorlar. Zor bir durum, David genellikle orta yolu bulup işe koyuluyor ama onca uğraşmasa çok daha başarılı işler çıkartabilirdi sanıyorum.
Yedi vaka, nöropsikiyatriye ilgi duyan varsa buyursun.
Cevap yaz