Aleksandar Hemon – Hayatlarımın Kitabı

Semezdin Mehmedinoviç’in Saraybosna Blues‘uyla paralel okunmalı. Mahalleler farklı olsa da korku aynı, iki yazar da katliamdan sorumlu aynı kişilerden bahsediyorlar, baktıkları nokta farklı bir. Hemon kurmaca metinlerinde Bosna’dan kaçmayı başaran karakterini Greenpeace gönüllüsü olarak kapı kapı gezdirirken katliama dair basına düşebilen haberlerin uydurmaca olduğunu söyleyen insanlardan bahsediyordu, gerçekte hepsinin karşılığı var. Anılar çoğunlukta, araya kurgu dışı başka metinler karışmış. Derme kitap. Savaştan önceki Bosna’nın Sovyet gölgesindeki günlerinden sıkıntılar dökülüyor, Ukrayna günlerinden hiç bahis yok çünkü Hemon uzun uzun anlatmıştı o ortamı, başka metinlerinde detaylarıyla anlattığı günlerinin üzerinde pek durmuyor veya başka noktalara bakarak duruyor, hiç anlatmadıklarını da detaylandırıyor, aslında Hemon okumaya başlamak için ideal kitap bu. En başta kardeşinin doğumu var, 27 Mart 1969’da Kristina doğuyor, babası Leningrad’da yüksek elektrik mühendisliği derecesinin peşinde koşuyor o sıra, annesiyle Aleks bakıyorlar Kristina’ya bir süre. Kıskançlık az kalsın faciaya yol açacakmış, Hemon kardeşinin boğazını sıkmaya başlıyor bir akşam, gözde çocuğun canını alıp tekrar bir numaraya yükselecek. Kristina’nın yüzü morarınca sıkmayı bırakıyor, çocuk kusup haykırmaya başlayınca anne koşup geliyor, ne olduğunu sorunca yaptığı şeyi soğukkanlılıkla anlatıyor Hemon. “Kız kardeş katli denemesi” ilk hatıra, sonrasında Saraybosna’da geçen çocukluk geliyor. Pal Sokağı Çocukları’ndan farksızlar, kendi bölgelerini korumaya çalışan veletler kafa göz kırmaktan erinmiyorlar, büyük çocukların kendi mıntıkalarında salıncağa binmelerini, kuytuya işeyip sıçmalarını engelleyemiyorlar ama başka mahalleden gelenlerle dişe diş boğuşuyorlar. Hemon okulda olmadığı veya kitap okumadığı zamanlarda tayfasının projelerinde yer alıyor, sıkı arkadaşlar. Milliyet bilincinin ortaya çıkması yıkıcı oluyor biraz, Hemon herkesi Yugoslav olarak gördüğü için doğum günü partisine katıldığı bir arkadaşına kıyafetinden ötürü, “Demek sen bir Türk’sün!” diyor. Şaka da değil, çocuk saçmalığı işte, bir anlamı yok. Arkadaşı ağlamaya başlıyor, iş büyüyor, Hemon’u mahalle grubundan atıyorlar. Annesiyle babası “Türk” sözünün Bosnalı bir Müslüman için aşağılayıcı, ırkçı bir söylem olduğunu belirtiyorlar. Hemon için mevzunun özeti şu: “Almir’e şaka yapmak tam da aramızda kalıcı, temel bir farklılık olmadığı için mümkündü. Ancak bir farklılığı dile getirdiğiniz anda, yaşınız ne olursa olsun, her biri gelişigüzel olan ve niyetlerinizle uzaktan yakından ilgisi olmayan, hiçbirini sizin seçmediğiniz, zaten mevcut bir farklılıklar sistemine giriyorsunuz. Birini ötekileştirdiğiniz anda, kendiniz ötekileşmiş oluyorsunuz.” (s. 16) Başka bir farklılaşma-farklılaşmama meselesi göç üzerinden işleniyor. Hemon 1992’de kültürel bir eğitim görmek için bir aylığına ABD’ye gittiğinde geri dönemeyeceğini bilmiyordu, Chicago’ya yerleşip İngilizce öğrendi, çeşitli işlerde çalıştı ve öyküleri tutmaya başlayınca tamamen yazarlığa döndü, ailesiyse Bosna’da kaldı ve 1993’te Ontario’ya göçene kadar dehşetin kalbinde değil de hemen yanında yaşamak zorunda kaldılar. Dördü de Bosnalı olduklarını bir an olsun unutmadılar, ailenin diğer üç üyesi Kanadalıların yaşamıyla kendi yaşamlarını kıyaslayarak, ne ölçüde farklılaştıklarını anlayarak özlerini korumaya çalıştılar. “Saraybosna’daki arkadaşlarının fikrine göre annemle babam, farklılaştırma konusundaki üstün gayretlerine karşın en azından kısmen Kanadalı; ikisi de bunu ister istemez biliyor. Kanadalılaştılar ve bunu görebiliyorlar, çünkü daima Bosnalı kaldılar.” (s. 21) Hemon’sa edebiyata ve müziğe sarıldı, vasıfsız işçilikten yazarlığa yükseldi. Başarı hikâyesidir aslında, memlekette Amerikan kültürüyle içli dışlı olan Hemon sudan çıkmış balığa dönse de Chicago’ya çabuk alışıyor, hızla kilo alıyor ve akışa kaptırıyor kendini. Bir dergi için yazdığı Chicago’ya dair yazıda şehri ne kadar benimsediğini görebiliriz. Göç dalgası artınca mahallesine gelen Bosnalıları yürüyüşlerinden şıp diye tanırken biraz garipsiyor da, kendi insanlarının grup halindeki yürüyüşünü çok uzaklarda görmüştü, orada ne işi var? Kendisi de orada olduğuna göre ne ölçüde değiştiğini anlayabilir. Yemekler söz konusu olunca yine ikilik, borş çorbası bir orduyu besleyebilecek kadar çok yapıldığından Hemon en çok bu çorbayı özlemiş. Askerlik zamanından kalma anılarında kötü yemeklerin acısını ailesinin ziyareti sırasında bu çorbadan içerek çıkardığını söylüyor. Bu doğrudur, askerlikte en çok özlenen şeyin halıya basmak olduğu söylenir ama esas özlenen şey yemektir bence, benim için öyleydi en azından. Mutfakta vasıfsız gençlerle iki yıllık bilgisayar teknisyenliğini bitiren bir arkadaş çalışıyordu, çıkan yemeklerden bahsetmek istemem ki yemek olduklarını söylemek bile zor. Haliyle özlüyor insan, Hemon çok daha zor durumda üstelik. Mükemmel bir çorbanın en önemli malzemesinin geniş, aç bir aile olduğunu söyleyerek aile özlemini de dile getirmiş oluyor, Chicago’dan Ontario’ya gitmek maddi yönden pek kolay olmasa gerek başlarda.

Saraybosna günleri. Hemon 1985’te Saraybosna Üniversitesi’nde okurken o zamanki sevgilisi Isidora’yla tanışıyor, yakın arkadaşlarıyla birlikte Volens-Nolens grubunu oluşturuyorlar. Kasıntılığa karşı duyulan öfke, sokaklarda amaçsızca gezmek, bir de kültürel etkinlikler, grubun özeti bu üçü. John Cage’in sessizliğini “çalıyorlar” ama ayna çıkmıyor ortaya, herkes etkinliğin sona erdiğini düşünerek kapıya yöneliyor, komik. Daha da komiği 1986’daki doğum günü partisinin yol açtığı ulusal skandal. Hemon doğum günü partilerinde rahat durmuyor görüldüğü gibi, bu partide Nazi sempatizanlığıyla alakası olmayan parodik bir ortam var, duvarda “Dinimiz imanımız yarak” yazan bir flama asılı, kanepelerin üzerinde mayonezden gamalı haçlar var. Parti güzel, yaşananlar sonradan duyulduğunda partileyenler teker teker Devlet Güvenlik Bürosu’na çağrılıyorlar, ifadeleri alınıyor, sert adamlar yükselen faşizm dalgasını sorup duruyorlar Hemon’a. Ortadan kaybolsalar kimse şaşırmayacak ama çözülmeye de pek bir şey kalmamış, parti on yıl önce düzenlenmiş olsa belki sorguya da çekilmeden ortadan kaldırılacaklar. Yırtıyorlar, gazetelerde haberler çıkıyor ve insanlar galeyana geliyorlar ama bir şey olmuyor sonuçta. “Annemin saçları erkenden beyazladı, korkarım bunun sebebi büyük ölçüde benim serüvenlerim.” (s. 49) Durulmuyor Hemon, ideolojik kültürün dışında kalan bazı basın kuruluşlarında yazıları ve film eleştirileri çıkıyor, orada da baş ağrıtıyor biraz. Hayali karakterinin ağzından yazdıkları okurların tepkisini çekiyor, belki de ailesinin izlenmesinde ve babasının kara listeye alınmasında zıpırlığının da etkisi var. Savaştan kısa bir süre öncesine kadar medeniyetten uzak bir kulübeye kapanıp saatlerce kitap okuyacak durumu var Hemon’un, ABD’de kalabilmesi de şans, bütün sıkıntıyı ailesi çekmiş. Babası takip ediliyor, Sırp bürokratlar anlaşmazlıkların devamı halinde Müslümanların katledilebileceğini söyleyerek tehlikeye dikkat çekiyorlar, duyarlılıkları göz yaşartıcı, Sırplara alttan alta hazır olmaları gerektiğini ima etmeleri de var tabii. Önce Hırvatistan’daki karışıklıklar, ardından Saraybosna’nın kuşatılması. Keskin nişancıların saçtığı dehşet için Mehmedinoviç’e bakmak lazım, burada ailenin kaçış hikâyesi var. Kolay olmamış, çok zor da olmamış, biraz şans eseri kurtulmuşlar oradan. Hemon bu kaçışları köpeklerin yaşamları üzerinden anlatıyor, şahane kurmaca. En yakın arkadaşı Veba’nın, Kristina’nın ve annesiyle babasının köpekleri her an öldürülebilir, üç aile de köpekleri kurtarmak için elinden geleni yapıyor. Veba’nın hızla askere alınması işleri biraz zorlaştırsa da sağ çıkıyor o cehennemden, yıllar sonra en yakın arkadaşını Chicago’da ziyaret ediyor ve yeni şehrini arkadaşına tanıtıyor Hemon, mekâna alıştığını heyecanından anlayabiliyoruz. Son olarak farklı ülkelerden gelen insanların yaptıkları maçlardan bahsedeyim, dünyanın dört bir köşesinden gelip yeni bir hayata başlamışlar, birlikte futbol oynayarak topluluğa ayak uydurmaya çalışıyorlar. Saroyan’ın benzer bir öyküsü vardı, çocuklar futbol takımında birbirlerine düşmeden zafer kazanmaya çalışıyorlar. Benzer bir durum, tek fark çocukların büyümüş olmaları.

Hemon’u yavaş yavaş okuyorum, bir anda bitmemeli. Wachowskiler’in komşusuymuş Hemon, “Teşekkür” bölümünde bahsediyor. Böylece son filmin senaryo ekibine nasıl girdiğini de çözmüş olduk. Süper olay.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!