Mary Wesley – Sırabozan

Violet née Dalby 1961’de eşi öldüğü zaman kızına aynı şekilde sürünerek ölmek istemediğini, zamanı geldiğinde denize açılarak ortadan kaybolmak istediğini söylemiş, kızı Mary yardım edeceğine söz vermiş, sonra da yetmiş bir yaşında yayımlanan ilk romanına koymuş bu mevzuyu, verdiği söz hariç. Matilda ördeği Gus’la konuşarak yapılacaklar listesini kontrol ediyor başta, geride kalanlara hiçbir iş kalmayacak şekilde düzenliyor geriye kalan yaşamını. Londra’dan arayan John/Piers’la konuşuyor arada, eşinin eski arkadaşı, MI5 ajanı olabilir veya olmayabilir ama soyluluk unvanı alacak, o kesin. Adını değiştirmesi bundan, “Sir Piers bir şey bir şey”. İkinci Dünya Savaşı sırasında MI5’te çalışmış Wesley, biliyor mevzuyu. Adamın biri geliyor sonra, altı dişi ördeği var, Gus’ı götürüyor. Kalmak için sebep yok, gaza basıyor Matilda, doğruca sahile. Radyoda Ana Katili’nden bahsediliyor, her yerde olabilir, vatandaşların dikkatine. Annesini ağır bir çay tepsisiyle öldürmüş adam, tehlikeli. Sahile varınca piknik sepetini alıyor, kumsala. Şarabı içecek, peyniri yiyecek ve hapları birer birer yutup denize girecek, açılacak, ışıklar sönene kadar yüzecek. Prova yapıyor, her şey yolunda ama sahile gelen ergen grubu sinir bozucu. Ellilerindeki Matila hakkında konuşuyorlar, poposunun buruşukluğundan, yaşlılığından. Defolup gitse uzandığı kayanın üzerinde salata hazırlayacak ergenlerden biri, tuzu kayadan. Matilda’nın siniri bozuluyor, gençlerin konuştuklarını duyunca kayaya işiyor ve salata için enfes bir karışım bırakıyor geride, yakınlardaki köprülerden birine gidiyor. Üç köpeği ölmüş, Gus’a ihanet etmiş, kendini boşluğa bırakabilir derken yanında biri daha var, o da atlamak için gelmiş. Polisler cirit atıyor, adama sarılmasını söylüyor Matilda. Ana Katili’ni neden kurtardığını bilmiyor, adam da şaşırıyor ve kim olduğunu bilip bilmediğini soruyor. İkisi de intihar edecekse birbirlerinden pek de farkları kalmayacak, zaman geçirmek için güzel sebep. Hugh Warner ve Matilda Poliport, birkaç günlüğüne en iyi arkadaşlar. Birbirlerinden korkan en iyi arkadaşlar diyelim, Hugh ihbar edilmekten korkuyor ki haksız değil, Matilda’nın aklından polisi aramak birkaç kez geçiyor ama aramıyor, Hugh da Matilda’yı öldürmüyor, muhabbet etmek için yeterli. Diyalogları, konuşmaları doğal, gerginlik ve rahatlama ilginç bir şekilde çakışmıyor, Wesley’in diyalogları başarılı.

Yaşamlarını yavaş yavaş öğreneceğiz, ilişkilerinin her aşamasında karanlığın farklı bir bölümü aydınlanacak ama sabretmeliyiz, Hugh’nun annesini neden öldürdüğü anlatının sonunda ortaya çıkacak mesela. Yalnız insanlar, özeti bu. Matilda’nın eşi bir süre önce Paris’te ölmüş, birbirlerine zirvedeyken ölme sözü vermişler ama adam sözünü tut(a)mamış. Birkaç çocukları var, Matilda’yı ziyaret etmiyorlar. Her birini ayrı ayrı anlatmaya lüzum yok sanırım, dünyanın farklı yerlerinde yaşıyorlar. Matilda’nın şehirdekilerle ilişkilerinde çocuklarının neler yapıp ettikleri küçük yerin tarihine geçtiği için yer yer karşımıza çıkacak. Başlarda hiçbir şey anlatmayacaklar, sormayacaklar bile, sadece Matilda’nın evinde zaman geçirecekler ve yaşam bütün normalliğiyle sürecek. Hugh iyi okullara gitmiş genç bir adam, Matilda yaşamına kendi eliyle son vermek istediği için öldürülmek istemiyor ama Hugh’nun öyle bir niyeti yok zaten, cinayet işleyecek birine benzemiyor. Zincirlerini kırmışlar gibi sohbet ediyorlar, gizemlerini pek deşmiyorlar ama dökülecekler bir süre sonra. Matilda’nın yükü çok daha ağır, eşinin yaptıklarını hatırladıkça kendini öldürmek istemesinin esas sebebini fark ediyor zamanla. Gerçekten sevip sevmediğini düşünüyor, Tom olmayınca yaşamın anlamını yitirdiği doğru değil aslında. Dört sebep var, ilki Tom’un kızlarından biriyle sevişmesi. Bebeklikten itibaren çok yakınlar Louise’le, Matilda bir gün ikisini yatakta görüyor ve bir adım geri çekilip hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor. Esas mevzunun arka planında türlü sadakatsizlikler, savaşlar sürüyor, radyo ve televizyon bir dünya ölüm kusuyor, ses çıkararak huzurunu bozmak istemiyor Matilda. Yıllar önce John tecavüz edince de ses çıkarmamış, Tom’un bildiğini düşünmüş müdür? John’ın ima ettiği gibi Tom da ajansa, daha da önemlisi eroin işine bulaştıysa daha hangi sırların gömülü olduğunu merak ettiği kesin. “Öngörülebilirlik yoksunluğu” diyeceğim, kaostan kurtulmak için bir katille dost olmayı tercih ediyor çünkü son belli, çok zamanları yok. Yine de Londra’ya gidip arkadaşlarını ziyaret etmesi gerek, dört günlüğüne evden ayrılacak ama önce Hugh’ya nerelere gizlenebileceğini gösteriyor, yiyecek bırakıyor ve trene binip geçmişine gidiyor. Yemek yediği eski arkadaşlarından biri Tom’un eşcinsel olduğunu, diğeri Matilda’yı aldattığını söylüyor, John’ın söylediğine göre bu eski bir taktik ama nasıl emin olabilir ki, bilinmeyenin ağırlığı yaşamına bir kez çöktükten sonra her şeyin olabileceğini düşünüyor kadın. Hugh o sırada yürüyüşlere çıkıyor, insanlarla karşılaşmamaya çalışıyor ama Matilda’nın arkadaşı Jones eve gelip Hugh’yu görünce yapacak bir şey kalmıyor, satranç oynamaya başlıyorlar. Ana Katili’ni Jones da tanıyor ama o da yaşlı, sıkılgan biri, hiçbir şey yapmıyor. Matilda eve dönmeden önce Hugh’nun Londra’daki evinde gizlediği parayı bulup getiriyor, adam kaçmaya hazır. Yapılacak birkaç şey kalıyor geriye, anlatılacak hikâyeler tükenmeye başladığı zaman birlikte sahile gidip yüzüyorlar. Hugh pervasız, yakalanmamak için başkasıymış gibi hareket etmek gerektiğini söylüyor ve kendisini Ana Katili’ne benzeten ailenin yanına gidip kuşkuları dindirince yırtıyor. Matilda için katlanma sınırına yakın böyle şeyler, ördeği geri döndüğü ve bir köpek sahiplendiği için güvenlik alanını tekrar oluşturması yaptığının delilik olduğunu unutturuyor. Gus hariç hepsi yaşamından çıkacak, planına sadık kalması için olması gerekenleri kayıtsızlıkla karşıladığı söylenebilir. Birbirlerini arzuluyorlar ama hiçbir zaman belirgin bir yakınlaşma yokken sonlara doğru cıztbızt, Hugh birazcık sert davranarak Matilda’yı yatağa yatırınca gerginlik ortadan kalkıyor, Matilda hâlâ çekici bir kadın olduğunu hisseder hissetmez yaşamının zirvesinde olduğunu tekrar duyumsuyor, ölmek için güzel günlerden biri açıkçası. Hugh arazi olmadan önce yazdığı mektubu Matilda’nın çantasına bırakmış, kadın en baştaki kayaya oturup çantasını kurcalarken mektubu buluyor, okuyor ve parçalara ayırıp rüzgâra bırakıyor. Her şey tamam, şarabını içiyor ve denize açılıyor. Burada sonlanması gerekirdi işte, Wesley ne yazık ki uzatmış ve Matilda’nın cesedini balıkçılara buldurmuş, üstelik bir iki alelade şey söyletmiş adamlara, ne gerek varsa. Matilda’nın enginlere karışması, giderek artan yorgunluğu ve hissettiği hiçlik o kadar güzel anlatılmış ki ölüme varmamalıydı o son, dokunması yeterliydi.

Wesley de dönemin hemen hemen bütün problemlerini metinlerine sıkıştıranlardan, bunu göze pek batmayacak şekilde yapması iyi. Çocuklarından biri eşcinsel, ensest ilişki var, Hugh’la muhabbetlerinde savaşlara dair mevzular dönüyor ki adamın kardeşi binbaşı, gerillalarla savaşıyor. Matilda’nın sağda solda duyduğu diyaloglar var, ilişkilere dair mikro dersler. Küçük ve büyük şehirlerdeki hayat, arkadaşların intikam almak için yaptıkları hadsizlikler, Matilda’nın hayvanlara duyduğu sevginin aslında gücü elinde tutma çabasına varması, minik minik bir sürü konu girip çıkıyor anlatıya. Bilgi topakları yok, Wesley şahane dağıtmış her bahsi.

Geç gelen diyeceğim ama kime göre geç, yetmiş yaşından sonra yedi roman yazmış, ilki bu. Ailesi bu konuda destek olmamış pek, etrafında kimsenin kalmadığı zamanda yazmayı bekledi belki. Tuhaf da bir kadınmış, ölümünden kısa süre önce sipariş ettiği tabutunu yemek masası olarak kullanmış bir dönem. İlginç, diğer metinlerine de bakmak lazım.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!