Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.
Druid sınıfını doğrudan ele alan bir araştırma değil aslında bu, az sayıdaki tarihî kaynakların karşılaştırılması, arkeoloji başta olmak üzere pek çok bilim dalından elde edilen verilerin tokuşturularak metinlerdeki bilgilerle pratikteki bulguların tokuşturulması ağır basıyor. Runik’ten çıkan diğer metinler popüler bilim metinlerinden bir tık daha zorlayıcıyken Maier’inki bir üst seviye okuru talep ediyor. Şahsen Kelt’tir, Druid’dir, ökse otudur, böyle şeylere gerek çocukluğumdaki bilgisayar oyunlarından, gerek edebiyattan, filmlerden ve dizilerden pek düşkün olduğum için sebat edip okudum, pişman değilim ama mevzuya yeni aşina olan okur cebelleşecek biraz. Tabii yine Runik’ten çıkan Keltler‘in ilk basamak olduğunu söylemek lazım, bu araştırma ikinci basamak, üçüncüsü de Felix Müller’den Kelt Sanatı. Aryanları ele alalım, sanat eserlerinin azlığı Aryan kültürü hakkında olabildiğince kesin çıkarımlara ulaşmayı engelliyor, aynı durum kısmen Keltler için de geçerli ama eldeki veriler görece daha fazla olduğu için bu topluluğun nerelerde yaşayıp nelerle uğraştığını daha somut bir biçimde görebiliyoruz en azından. İşin içinde ilginç bir ironi de var, Maier daha en başta zor bir işe giriştiğini dile getiriyor adeta: “Kelt Druidleri, Hristiyanlık öncesi Eski Çağ’ın en tanınmış ve aynı zamanda en gizemli şahsiyetleri arasında yer alırlar. Ayrıca günümüzdeki yeni paganlığın en popüler ancak en fazla çelişki barındıran figürleridirler.” (s. 7) Bu ikiliğin nedeni barbar bir toplum olarak görülen Keltlerin sahip olduğu habitus konusunda birtakım ikircikli bilgileri sunan antik dönem yazarlarıyla yetersiz gözlemle elde edilen verilerin çatışması olarak görülebilir. Birbirlerinden esinlenip esinlenmedikleri belli olmayan, kayıp metinlerden alıntılar yaparak metinlerini yazanları titizlikle araştırıp kıyaslıyor Maier, esas mesele hakkında bilgi edinmek isteyen okurlar en çok bu kıyas bölümlerinde sıkılır, daha da sıkılmaz gibi geliyor bana, Britanya adalarındaki ve İrlanda’daki topluluğa Romalıların ve Yunanların hiçbir zaman “Kelt” olarak adlandırmadığını öğrenmek, Kelt dilinin Germen dillerinden farklı olduğunun anlaşılma aşamalarına haiz olmak veya Druidlerin sadece Britanya’da yaşadığını, başka hiçbir yerde isimlerinin geçmediğini görmek bu metnin akademik tartışmadan ibaret olmadığını gösteriyor. Bu ilginç gerçekten, Kelt toplulukları Anadolu’dan Britanya’ya pek çok yerde yaşamışlar ve Druidler sadece bir bölgede ortaya çıkıyor. Kendilerinden önceki pagan inanışlardan esinlendikleri olmuştur, İrlanda’nın havasından suyundan el alıp farklı bir sınıf olarak ortaya çıkmışlardır belki, kim bilir? Maier bilir, metni okumak lazım.
Kaynakların incelendiği bölümlere bir göz atalım, Diogenes Laertios Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri adlı eserinde Aristoteles’in Magikon ve Sotion’un Filozoflar Zinciri nam metinlerinden yola çıkarak ilk felsefeciler hakkında malumat verirken Keltlerde ve Galatlarda ilk felsefecilerin Druidler ve Semnotheolar olduklarını söylüyor. Bahsi geçen iki metin kayıp, dolayısıyla orijinal metinle kıyaslama yapamıyoruz, bunun yanında Magikon‘un Aristoteles’e ait olmadığını söyleyen araştırmacılar kaynaklardan şüphe duymamız gerektiğini söylüyorlar. Kesinliğinden emin olduğumuz bilgi Druidlerin en geç M.Ö. 1. yüzyılda tarih sahnesine çıktıkları. Kendilerine dair bilginin ortaya çıkışını birkaç yüzyıl geriye götürebiliyorsak da verilerin doğruluğu hakkında bir şey söylemek zor. Druidlerin felsefi içeriğinin en eski tanımını Galyalılarla yıllar boyunca savaşan Jül Sezar’a borçluyuz, Druidlerin yıldızları gözlemlediğini, evrenin ve yeryüzünün büyüklüğü hakkında fikir yürüttüklerini, ölümsüz tanrıların kuvvetlerini ve etkilerini, tabiatın özünü gençlere öğrettiklerini söylüyor. Yaklaşık yüz yıl sonra Pomponius Mela’nın metinlerinde de Duridlere dair benzer bilgilere rastlamak mümkün ama bu bilgiler Jül Sezar’dan (ç)alınmış gibi duruyor açıkçası, özgün bilgilere ulaşmak zor. Keltlerde yazı kullanımı son derece sınırlı olduğu için kendi kaynakları da yok denecek kadar az, yine de “dünya” anlamına gelen byd sözcüğünün zaman içinde burg‘a dönüştüğünü biliyoruz, böylece Edinburgh gibi şehirlerin adlarının kökenini görüyoruz. Açıkçası etimolojiye daldığımızda bu işin sonu yok, bizdeki “burgaz” ve “burç” sözcüklerinin aynı kökten geldiğini, kim bilir başka hangi sözcüklerin bu kökten geldiğini de düşünebiliriz. Zaman mefhumunu da muhtemelen Druidler biçimlendirerek Galyalılara öğretmişler, 12 aydan ve 355 günden oluşan bir ay takvimi kullanılmış, güneş yılıyla sapmayı önlemek içinse her iki buçuk yılda bir otuz günlük bir artık ay takvime eklenmiş. Galyalıların Dis adı verilen tanrısal bir babadan doğdukları da Druidlerden öğrenilmiş Sezar’a göre, açıkçası kendinden önceki yazarların Germenlerle Galyalıları tek bir toplulukmuş gibi görüp görmediğini bilmiyoruz ama ikisini ayıran ilk kaynağa imza attığı için Sezar’ın Keltlerle ilgili düşünceleri önem kazanıyor. Yunan kaynaklarında bambaşka bilgiler var, Herakles’in oğullarından biri olan Keltos ile yerel bir hükümdarın kızlarından Keltine’in evliliği sonucu Keltlerin ortaya çıktığını söyleyen Nikaialı Parthenios’un yanında çağdaşı Diodoros da M.S. 2. yüzyılda Herakles’in oğlu Galates’le yine yerel bir hükümdarın kızının evliliğine değiniyor, aynı söylence benzer biçimlerde yayılıyor. “Bu örneğin de ortaya koyduğu gibi, antik döneme ait Keltlerle ilgili notlara karşı ihtiyatlı olmak gerekir: O dönem yazarları daha eski eserlerden yaptıkları alıntıları belirtmedikleri gibi, modern bir bilim insanından beklenilen özeni de göstermiyor, yani alıntılayacakları cümleleri canlarının istediği gibi kısaltıyor, genişletiyor ya da anlamlarını değiştiriyorlardı.” (s. 17)
Filozofların, düşünürlerin metinlerinde yer alan ilginç bilgilerle sonlandırayım. Druidler hakkındaki kısıtlı bilgiler odağın ister istemez Keltlere çevrilmesine yol açıyor, Maier çıkarımlarını alt kümeye uyarlamaya çalışmasa da koşutluk kurma isteği bariz. Keltlerin depremlerden ve dalgalardan korkmadığı, deli veya acı hissetmeyen insanlar oldukları söyleniyor. Birkaç kaynakta Keltlerin fırtınalı havalarda denizle boğuştuğu, kılıçlarla denizi kesmeye çalıştıkları ve boğulma pahasına mücadele ettikleri söyleniyor. Bir ziyafet esnasında sudan sebeplerle kavga çıkarıp düelloya girişebiliyorlar çünkü Pisagor’un ölümden sonraki yaşama dair düşüncelerini benimsemişler, doğanın döngüsünün bir parçası olduklarını düşündüklerinden yarınlar yokmuşçasına saldırıyorlar düşmanlarına. Pisagorcuların Druidler üzerindeki etkilerinden bahsetmek mümkün ama formülleştirilmiş bilgiye Druidlerin sezgilerle varmış olabileceği de düşünülmeli. Sonuçta Pisagor Teoremi gerçekte Eski Mısır’da ve Çin’de de bilinen pratik bir uygulamanın soyut, teorik formülasyonu olduğu için bilgiye sezgiyle veya uygulamayla ulaşmak da mümkün.
Druidler kırk yıl boyunca eğitim görüyorlar, zamanın bilgi birikimini tamamen edindikten sonra topluluğa kabul ediliyorlar. Şamanlığa benzer bir kurum aslında, otacılıktan savcılığa pek çok işlevleri var. “Onlarda üç zümreye büyük saygı gösterilir: Bardlar, Vateler ve Druidler. Bardlar şarkıcı ve şairdirler; Vateler kurban rahipleri ve doğa felsefecileridir; Druidler doğa felsefesinin yanı sıra ahlâk felsefesiyle de ilgilenirler.” (s. 34) Hristiyan teleolojisiyle doğrudan bağlantıları var tabii, pagan pratiklerinin yanında önemli kişilerin de Hristiyanlık etrafında gelişen hikâyelere girdiklerine dair izlere rastlamak mümkün. Müneccimlik yapıyorlar bir yandan, kurban edecekleri insanın diyaframının üzerine kılıç darbesi indiriyorlar ve kurbanın ölürken yere nasıl düştüğüne, uzuvlarının nasıl seyirdiğine, kanın nasıl aktığına bakarak gelecekten haberler veriyorlar. Kurban törenlerinden bazılarını filmlerden biliyoruz, Midsommar‘da İskandinav topraklarındaki Kelt ritüelleri var, Wicker Man tahtadan mamul bir maketin içine konup yakılan adamın hikâyesini anlatıyor. Popüler kültürde sıklıkla karşılaştığımız Kelt inancını sürdüren oluşumlar da var, Maier araştırmasının son kısmını Avrupa ve ABD’deki Kelt organizasyonlarının seyrine ayırmış.
Meseleye biraz daha yakın, antik kaynaklar arasında gezinmek isteyen okur için dört dörtlük bir metin.
Cevap yaz