Amerikan Tanrıları‘nın evreni, ortak karakterler hoş da ben o kitabı okuyalı on küsur yıl oldu, Gaiman’ı da en son beş yıl önce okumuşumdur, ne biliyorsam unutmuşum yani. Çok sevdiğimi hatırlıyorum bir. Yokyer, Amerikan Tanrıları karanlıktı, hoştu, Yıldız Tozu iyiydi, Sandman zaten, evet, Kıyamet Senfonisi de iki çatlağın muazzam metni olarak duruyor orada, sol tarafımda külliyat okuduğumla okumadığımla dizili. E ben bunu niye sevemedim diye düşünüyorum, elim de sevinçle gitmişti rafta görünce. Gaiman’daki iki damarın dengesiz dağılımında sanırım sorun, esas oğlanlardan Şişko Charlie Nancy tam bir şapşik olarak oradan oraya dolanıyor, kardeşi Örümcek yüzünden başına gelmeyen kalmıyor. Örümcek sorumsuz bir tanrı, gücünü dünyevi zevkler için kullanıyor. Olağanla olağanüstü arasındaki sert çakışma rahatsız edici, Gaiman kesin bir omurga belirlemediği için komediden gerilime hatta korkuya gidip geliyoruz ama o geçişlerin dengesizliği komediyi de gerilimi de mahvediyor. Mesela Mezarlık Kitabı‘nı hatırlıyorum, gayet gererek başlar, mezarlıktaki hayaletlerin tuhaf dünyasındaki gerilimle devam eder, sonra yüzlerce yıl öncesinin şairlerinden birinin hayaleti korkunç bir mücadeleden sonra karakterlerden birinin parlak mücadelesi için kaside yazacağını söyler ansızın. Yok olma tehlikesi okuru ele geçirmişken örgüyle uyumsuz böylesi bir çıkış saçmadır, tehlikenin bertaraf edilmesinin verdiği rahatlama da var, güldürür yani bu mevzu. Şişman Charlie’nin her zaman saçma sapan bir şey yapacağını bilmek hoşuma gitmedi belki, karikatür gibi çizilen karakterler tamamen o karakteri odağa almayan anlatılarda sırıtıyor. Charlie yan karakter olsa otururdu belki, şu hali meh. İkinci mevzu Grahame Coats’un griliği. Olay örgüsünün başında Charlie’nin patronu olarak tanırız bu adamı, konuşmalarının arasına atasözleri sıkıştırır hatta bir bölümde Charlie’yle atasözü atışması yaparlar falan, absürt bir patron tipi çizer. Tip çizer yani, derinliği yoktur ama çatışmanın diğer kanadı haline gelecektir sonradan. Ünlü bir komedyenin finansal işlerini yürütürken zimmetine bir dünya para geçirir, sahte pasaport yaptırır, Karayipler’deki Saint Andrews’ta ev alır falan, elli yaşına geldiği zaman iç ettiği paralarla birlikte ortadan kaybolarak o adada yaşamayı planlar. Ne olur, merhum komedyenin eşi mevzuyu öğrendiği için kafasına çekiç yer, Coats’un ofisindeki gizli bölmede ölür, Coats hemen ortadan kaybolup adaya gider. Avanaktan devşirilen “villain” da sırıtır açıkçası, Charlie’nin saçmalığı daha makul. Hikâyeyi anlatmak lazım gerçi, başlayayım. Şişman Charlie’nin babası Anansi’dir, örümcek tanrı. Şarkılar, hikâyeler, insanlığa dair ne varsa ondadır, Kaplan’dan zorla almıştır her şeyi, bu yüzden kadim bir düşman edinmiştir. Bunun yanında diğer hayvan tanrılara da çok çektirmiştir, şakacı ve dalavereci bir tanrı olduğu için güldürür, üzer, kaotiktir. Charlie’nin annesi hastanede ölüm döşeğinde yatarken bandoyla ortaya çıkar Anansi mesela, herkes sessiz olmalarını söylerken hastaneyi birbirine katarlar ve kadını geçici olarak iyileştirirler. Ömrü neşeyle uzatma güzel yanılsamadır, Charlie cenaze için İngiltere’den Florida’ya gider, orada garip, masalsı isimli dört kadınla konuşur. Eski komşulardır o kadınlar, ailedeki herkesi tanırlar, üstelik onların da tanrılığı vardır biraz biraz. Kadınların en yaşlısı Charlie’nin bir kardeşi olduğunu, onu çağırmak için herhangi bir örümcekle konuşması gerektiğini söyler. Anansi’nin de cenazesi tertiplendikten sonra Charlie İngiltere’ye döner, bir örümceğe kardeşini görmek istediğini söyler. Tanrı Örümcek ortaya çıkar, Charlie’nin evine, nişanlısına el koyar resmen, gitmek bilmez, Charlie dört kadından yardım almak için tekrar Florida’ya gider ve dünyanın başlangıç noktasındakileri görmesi gerektiğini öğrenir. Anlatının bu bölümleri Gaiman’ın kalemi tam, anlatıya dair en sevdiğim kısımlar bunlardı. Orada zaman farklı akar tabii, tanrılar mağaralarda yaşarlar, Charlie’nin meydanda dolandığını görünce dışarı çıkarak konuşurlar. Kimse Anansi’nin gerçekten ölüp ölmediğini, Charlie’nin Örümcek’ten nasıl kurtulacağını söylemez. Kadınlar yine olaya el atarak Charlie’yi Kuş Kadın’la tanıştırırlar, bu tanrı Örümcek’in canına okumaya başlar gerçekten. Öncesinde Rose ve Daisy var, Rosie Charlie’nin nişanlısıyken Örümcek’in çekimine kapılır, âşık olurlar. Örümcek kardeşinin evine el koyduğu zaman etrafında topladığı kadınlardan Daisy’yi kardeşine “paslar”, herkes büyü altındadır, kimse bir şey hatırlamaz. Mesela Charlie eve dönüp Örümcek’i defetmeye karar verdiği bir gece taksiye atlar ama taksi evi bir türlü bulamaz, şoför sabaha kadar aynı sokaklarda dönüp durur. Bu olağanüstü oyunlar da iyidir ama Daisy’nin polis çıkması ve Coats’un işlediği cinayetle ilgilenmesi zorlamadır biraz. Örümcek bütün hikâyeleri birbirine bağlamıştır, bütün şarkıları söylemiştir, yaşamlarına girdiği karakterlerin yollarını kesiştirir ister istemez. Herkesin yolu Saint Andrews’a düşecektir ve düğüm orada çözülecektir nihayetinde, karakterlerin nasıl oraya gittiklerine bakalım. Komedyenin ölü eşinin hayaleti Coats’un peşine düştüğü için oradadır, Daisy de Coats’u aramak için oraya gider çünkü suçlu iadesine dair bir anlaşma yoktur iki ülke arasında. Charlie kardeşi Kuş Kadın tarafından ele geçirildikten sonra baştaki dört kadından yaşlı olanına büyüyü bozdurmak için kadının peşine düşer, kadının sülalesi o adadadır, kadın da o adadadır, Charlie olayların ortasına atlar. Örümcek yakalanmadan önce vicdan azabı çektiği için her şeyi Rosie”ye anlatmış, sağlam bir tokat yedikten sonra terk edilmiştir, Rosie’nin şirret annesi bir gemi yolculuğuna çıkmaları gerektiğini söyleyerek adaya götürür kızını, Coats’a rastladıkları zaman Rosie’ye nişanlısının patronunu tanır ve hayatları kayar, Coats anneyle kızını mahzenine kapatır ve öldürmeye karar verir. Mahzene girdiğinde anne dikkat dağıtır, Rose adamı hacamat eder, kaçmak üzerelerken Anansi’nin en büyük düşmanı Kaplan, Coats’un bedenine girerek herkesi indirmeye çalışır ama komedyenin eşinin hayaleti ortaya çıkarak hayvanın burnuna çakar bir tane, aynı düzlemden geldikleri için çakabilmektedir, diğerleri dokunamazlar bile. Sonuçta Coats büyüyle Sıçan’a dönüştürülür ve dünyanın başladığı noktaya postalanır, Kaplan’la birlikte yaşamak zorunda kalır en sonda. Problemler çözülür, herkes mutlu mesut yaşar. Eh.
Lüzumsuz geyikler sıktı bir noktadan sonra, Pratchett zekâsını aramadım değil. Bu arada Örümcek’in yükseleni kesinlikle Keçi, onca şeyi bir Pan yapardı herhalde. Fazlasıyla insanlaşmış bir tanrı Örümcek, gerçi kadınların en yaşlısı Charlie çocukken içindeki tanrılığı çıkarmış, başka bir forma sokmuş ki o form da Örümcek işte, aslında Charlie’nin tanrısal yönü diyebiliriz. Rosie ve annesi arasındaki çekişmeler meh, annenin Charlie’yi durmadan gömmesi, huysuzluğu meh, bir noktadan sonra bırakmak istedim metni ama bırakamadım çünkü daha yüz sözcük yazmam lazım, uzatıyorum, çünkü neden bırakayım, mesela en sonda Kaplan’ı kendi mekânında yendikleri bölüm, hikâyeleri ve şarkıları tamamen ele geçirmelerini sağlayan mücadele güzeldi. Yakalandığı sırada Örümcek’in kendi etini parçalayıp topak yaparak canlandırması, üfürüğüyle etini örümceğe çevirmesi hoştu, böyle ufak tefek hoşluklar var ama karakterlerin bir araya gelmeleri, tek boyutlu halleri, bilemiyorum ya. Gaiman’ın aşina olduğum derinliği yok diyeceğim, aşinalık da kalmamış onca yıldan sonra. Okunsun tabii, hoş bir serüven. Örümcek barda etrafına kadınları topluyor, Charlie’nin evinde sadece kendisinin girebileceği bir zevk odası oluşturuyor, kardeşinin hayatını mahvettiğini anlayınca toparlamaya çalışıyor ama iyice mahvediyor, bir dünya olay. On yıl önce okusaydım yine pek sevmeyebilirdim ama giden zamana yanmazdım bir yandan. Meh.
Cevap yaz