Fransızların “harika çocuğu” Raymond Radiguet 1903’te doğdu, 1923’te öldü. Altın Çağ’ın zirveye ulaştığı zamanların habercisiydi, Jean Cocteau’nun tutkusuydu. İki roman ve pek çok şiir yazdı, Orgel Kontu’nun Balosu‘nu yazarken tüberküloza yakalandı, kalp krizi geçirdi ve metnini istediği biçimde tamamlayamadan yaşama veda etti. Kardeşlerinden birini romanın dağınık parçalarını toparlamak için yardıma çağırdı, metin görünürde tamamlandı ama anlatı keskin bir şekilde bittiği için istediği sonu yazamamış gibi duruyor Radiguet, eldekiyle yetiniyoruz. Cocteau’nun Radiguet hakkında söyledikleri çevrilmiş, önsöz olarak konmuş, oradan çarpayım az. Eleştirmenlere göre kaskatı bir yüreği vardı Radiguet’nin, çağı gereği sonuca çarçabuk ulaşması gerekiyordu. Karakterlerinin tahlilini davranışların hemen ardına sıkıştırıvermesi fikir veriyor, Cocteau’nun abartılı yorumuna göre Proust kadar detaycı Radiguet, insanlarını hiper gerçekçi diyebileceğimiz biçimde yaratıyor, ilk katmanı gündelik yaşam içindeki rutin davranışlar olarak gözler önüne sererken derinlerden gelen sezileri belli belirsiz yansıtıyor, karakterlerin öngörülebilirlikleriyle gizemlerini birlikte ele alıyor. Düşüncelerin gerçek önsezilere ulaşamayacağına dair uygulamalarını metinlerinde bulabiliyoruz, o dönemde Freud’un görüşlerinin hızla yayılmasının faydası muhtemelen. Sağlığına dikkat etse uzun yıllar yaşayabileceği söyleniyor, sonunun yaklaştığını anladığı birkaç ayda düzenli bir yaşam sürmeye başladıysa da ölümü geciktiremiyor ne yazık ki. Cocteau onun makine gibi çalıştığını görüp mutlu olsa da son günlerinden birinde Radiguet’nin “üç gün içinde Tanrı’nın askerlerince kurşuna dizileceğini” söylemesiyle gözyaşlarına boğuluyor, dostunun son sözleri “ortalıkta dolaşıp duran bir renk ve o rengin içine gizlenmiş birileri”ne dair. Cocteau rengin kovulmasının gerekip gerekmediğini sorunca Radiguet rengin kovulamayacağını çünkü o rengi bir tek kendisinin gördüğünü söylüyor, ardından gözlerini kapıyor. Yayımlanmamış bir şiir kitabı ve iki roman işte, Radiguet’den kalan bunlar. “Kendim için dilediğim tek onur payı, ölümünün ona sağlayacağı ünlü yeri daha sağlığında Raymond Radiguet’ye vermiş olmamdır.” (s. 7) On beş yaşındayken on dokuzunda gösterirmiş Radiguet, Cocteau o zamanlar otuzlarının başında. Bu metnini on sekizle yirmi yaşları arasında yazmış, 1921’den beri topladığı belgeler 1923’te kurmaca haline gelince hepsini yırtmış, önemli birkaç not hariç. Orgel Kontu’nun Balosu‘yla ilgili bilgi kırıntıları şunlar: Ruhsal havası romansı bir roman, imgelem çabası duyguların çözümlenmesinde kullanılmış, saf aşkın romanı, dökük bir hava ve özentisiz yazılmış duygusu uyandırmalı, Proust’tan farkı çevrenin betimlenmesinden ziyade duyguların sergilenmesine ağırlık verilmesi. Son birkaç notta insanın daha iyisini ve daha kötüsünü yapamayacağını söylüyor Radiguet, yazılanlar ihtimaller dahilinde en iyisi.
Esas metne gelelim, başlangıçta iki paragrafı okuru metne hazırlamak için kullanıyor anlatıcı, Orgel Kontesi’ninki gibi bir kalbin coşkularının eskiyip eskimediğini merak etse de saf bir ruhun bilinçsizce oynadığı oyunlar kötülükle çevrilen düzenlerden çok daha garip, acaba Cocteau’nun metnindeki ikizlere bir taş mı bu, kötülüğün ötesinde heyecan uyandıran başka şeylerin anıştırması mı? Girizgâhtan sonra uzunca bir bölümde karşımıza çıkacak iki ailenin kökenleri ele alınıyor, krallarla kurulan ilişkiler ve 1789’un etkileri sonucu Paris’ten uzaklaşıp geri dönen ve Paris’ten hiç ayrılmayan aileler François ve Kontes Mahaut’nun gizli sevdalarıyla bir araya geliyor, tarihte yeterince geri gidildiği zaman aynı ailenin üyeleri oldukları anlaşılıyor, çok sonra. Başlangıçta Kont Anne ve Kontes Mahaut’nun evlilikleri çözümleniyor, Mahaut eşine aşkla bağlıyken Anne’in sevgisi günlük rutinlerinin bozulmaması için yeterli. Yemekler, davetler, tiyatro oyunları sosyetenin aranan isimleri olduklarını gösteriyor, dışarıdan bakıldığında mutlu bir çift. İçeride Anne eşini o kadar da sevmemesine rağmen kaçamaklarıyla rahatlıyor denebilir, François’nın ortaya çıkmasıyla birlikte evlilik biraz daha hareketlenince Mahaut’ya giderek daha çok bağlanacak ama kadının da François’ya tutulduğunu anlamayacak. Ailelerine baktığımız zaman Mahaut’nun şefkatle büyütülmediğini görüyoruz, erkek evlat doğuramayan anne hıncını birazcık kızından, Mahaut’dan çıkarınca kadın ilgi görür görmez daha fazlasını istiyor, genç adama tutulması bundan. Anne’le on sekiz yaşındayken evlenip ihtiyaç duyduğu yakınlığı bulduğunu düşünse de malum, yetinmeyecek. Radiguet anlatıdaki olayların ardındaki sebepleri anlık çıkarımlarla kuruyor, karakterlerin temelleriniyse bu pek de tatmin etmeyen, okuru inandırmakta zorlandığı detaylarla sunuyor, iki farklı tahlil boyutu var. Kısmen tatmin etmiyor gerçi, Anne’in ailesinin I. Dünya Savaşı sırasında tutumu, Fransa için dökülen kan saygıdeğerliklerini kat kat artırmış, bu yüzden Anne gittiği her yerde el üstünde tutulmaya alışık, kendine güveni tam. François’ya gösterdiği sıcaklıkta bu güvenin etkisi de var, Mahaut’nun kendisini hiçbir zaman bırakmayacağını ve François’nın bazı davranışlarından çıkardığı aşkın Mahaut’yu o kadar da etkilemeyeceğini düşünüyor. Bir nevi deney yapıyor aslında, içinde eşine karşı yeşeren aşka benzer duyguları fark edince François’yı daha da yüreklendirerek hemen her gün yemeğe çağırıyor örneğin. Basit bir sadakatsizlik hikâyesi değil bu, Mahaut’yla François’nın kollarının birbirine değmesinin farklı anlamları derinlemesine inceleniyor, Calvino’nun da benzer bir öyküsü var diye hatırlıyorum, çok küçük işaretlerden dev anlamlar çıkarmak ilginç sonuçlara yol açabiliyor.
François ve Paul Robin’in arkadaşlıkları sayesinde başlıyor mevzu, iki dost birbirlerinden çok farklı olsalar da birlikte vakit geçirmeyi seviyorlar, Mahaut ve Anne’le gittikleri bir tiyatroda yakınlaşıyorlar. François’nın durumu da Mahaut’dan pek farklı değil, annesiyle ilişkisi soğuk, kadının sevgilileri ve ruhen uzaklığı yüzünden François da sevgiye muhtaç. Kendine itiraf edemese de bir süre sonra Mahaut’ya tutulduğunu kabul etmek zorunda kalacak ve kadını görüp görmemeye karar veremeyeceği anlarda cehennem azabı çekecek. Evli çiftin Almanya’ya yaptıkları seyahat sırasında kendisi de tatile çıkacak ama çiftin döndüğünü duyunca hemen o da geri dönecek, hislerinin karşılıksız olmadığını anladıktan sonra Anne’e duyduğu saygıdan ötürü duygularını açığa çıkaramayacak ama Mahaut’nun yolladığı mektup hayatını altüst edecek. François’nın annesi kendisine yazılan mektubu okuduğu zaman Mahaut’ya karşı olumsuz duygulara kapılacak, sonuçta evli bir kadın âşık olduğu adamın annesine yazdığı mektupta yardım istiyor, François’nın bir daha ortaya çıkmaması için kadına yalvarıyor adeta. Eh, son bir kez Mahaut’yu görmek için Anne’in düzenlediği baloya gidiyor François, Mahaut’yla aralarındaki ölüm sessizliğini bozmaya çalışmıyor. Coşkusu yüzünden bazen olmadık hallere giren Anne’in bir davranışı yine cesaretlendiriyor gerçi François’yı, Rus Devrimi’nden sonra ülkesinden kaçan soylu bir Rus’un şapkasıyla oynamaya başlayan Anne, adamın memleketinden geriye kalan nadir eşyalarından birini atıp tutarken Rus’un uyarılarını duymazdan geliyor, herkes hafif bir iğrenmeyle Anne’i izlerken yerin dibine giren Mahaut yapılacak en iyi şeyin eşiyle birlikte eğlenerek ucube şovunu bir an önce bitirmek olduğunu anlayınca o da deliriyor adeta. François’nın gözlemlediğine göre Mahaut’yu Anne’den soğutan en önemli olay bu, üstelik Rus’un da her şeyi anlayıp Mahaut’nun bulduğu çözümü beğenmesiyle çifti gönülden alkışlaması Mahaut’nun düşüncelerini iyice somutlaştırıyor, tehlikeyi fark edip François’nın esas baloya gelmesini istemediğini söyleyince Anne karşı çıkıyor, François artık aileden biri. Çiftin arasındaki gerilimi canlı tutuyor François, birlikteliklerine heyecan katıyor, Anne’in düşündüğü bu. Sezdiriyor Radiguet, doğrudan göstermek yerine iç dünyalarda yolculuğa çıkarıyor okuru, henüz olgunlaşmamış ve kesinliği bariz düşünceler arasında ilerleyerek anlatısını tamamlıyor.
Radiguet psikolojinin derinliklerinden çekip çıkarıyor metni adeta, karakterlerini enine boyuna inceliyor, neredeyse natüralist bir bakışla yönlendiriyor.
Cevap yaz