Doksan yedi kadın, bazıları aynı. Biri anlatıcıya “gölge” der, anlatıcı kadının etrafında gizli gizli dolanır, bazen kendini kadının üzerine düşürür. Kadının şikayeti yoktur, biraz zorlar gerçi, babasının gözü adamı hiç tutmamıştır, kızının yaşamına gölge düşürüyordur anlatıcı, babaya moruğun biri olduğunu söylememek için kendini zor tutar ama parantez içinde ak saçlı, yakışıklı bir adam olduğunu söyler sonradan. Hayır, tabii ki çiçek getirir, çiçek getirmemek için elini kıracağı doğru değildir, alçılı eliyle bile getirir. Glayörler duvara dayanır, kadın adamın önüne gelir ve sevişmeye başlamadan önce adamı izler. “Şu anda, idam mangasındaki adamlar gibi kadınların da silahlarını doldurduklarını mı söylemeliyim?” (s. 9) Ölüme az kalmıştır, iki hareketsiz beden. Ele geçirilen kadın arzuyu öldürür, gölge böyle doğar. Kadın durmadan telefon eder, gittiği her yerden arar, adamın adını söyler ama adam orada öyle biri yaşamadığı için telefonu kapar. Adını kadına söylemez, aranan kişi olup olmadığını da söylemez, oyuna dönüşür bu aramalar. Kadın buluştukları zaman durmadan konuşur, telefon ettiği insanları, konuşmalarını anlatır, adam kadının ne zaman uyuduğunu veya başka bir şeye vakit ayırdığını merak eder. Kadın geçmişle savaşır durmadan, tarihî olayların gerçekte nasıl olduğunu ortaya çıkarmaya çalışır, bunu anlatan adam kıçını güzellemeye başlar sonra, kıçı ne güzeldir, sıradan değildir, biçimsiz değildir, kadının tarih bilgisinin yanında kıç iyidir. “18 Şubat 1853’te terzi çırağı János Libény, İmparator Franz Joseph’e başarısız bir suikast düzenlemişti. Bakın nasıl gidiyor, nasıl gittiğine bakın, kıçım nasıl da yola çıkmış.” (s. 12) Kadın öpüşmeyi sever, sevişirlerken geçmişteki meselelerden bahseder, titrediği sırada Wagram Çatışması’nı anlatır. Kadınlar ilginçtir, her biri bir diğerine benzer bazen, bazen hiç benzemez, psikotik olanları garip takıntılar geliştirerek adamı alarm durumuna geçirir, normal olanlar adamı sıkar, adamın da tek kişi olmadığını düşünmek mümkündür ama her parçaya, her kadına aynı kalıpla başladığı için aynı kişi(ler)dir herhalde. “Bir kadın var, onu seviyor” veya “sevmiyor” veya “nefret ediyor” veya kadın yok, bir adam var adamın karşısında ama kadın basbayağı, interseks cinsiyetleri birleştirerek sadece arzuya indirgiyor hikâyeleri bazen.
Kadın seviyor, Finli, her Finli gibi bir Finli ama adamın Finlilerle ilgili bilgisi yok, kadını çözemiyor, çözmek isteyince kendi ailesinin büyüklerine giderek Finlilere dair bilgi almaya çalışıyor. Eline fotoğraf tutuşturuyorlar, tarım ve çiftlik işleriyle uğraşan Finli kadınların yüzlerinden anlamlar çıkararak kadına nasıl davranacağını belirliyor. Finli olup olmadığını sormak tek çıkar yol, öykünün başladığı gibi bitmesi adamın pek de yol alamadığını gösteriyor. Kadının biri adamı seviyor ve adamdan nefret ediyor, bütün öğleden sonra birlikteler. Adam sözcük arıyor. “Vuruşmak” kaba, “düzüşmek” daha kötü, “sikişmek” iyi ama metne uygun değil, edepli bir metni okuyoruz zira. “Çakışmak”, bunu şimdi ben üfürdüm, çirkin. Nihayetinde adam karar veriyor, “birbirlerini götürdüler”. Kadın iyi sevişiyor, adamın da kadından aşağı kalır yanı yok belli ki, çok yorduğu için kadın öylece yatıyor. İyi bu, kadın uykuya dalınca adamı sorgulamıyor adamın sezdirdiğine göre, büyük rahatlık, sözcük aramaya, ne diyeceğini uzun uzun düşünmeye ihtiyaç duymuyor kadın uyurken, kendisi olabiliyor. Kadın denizi özlüyor, dalgaları sonsuza kadar izleyebilir. Adamdan nefret etse de beraber denize bakıyorlar, gülüyorlar, bluz ve pantolon yan yana. Kadın doğayı çok seviyor, adamla su kenarında sevişiyor ve çamaşırlarını yıkıyor, her insanın bir ırmak olup olmadığını soruyor. Kendisi ırmak. Oral seksten sonra yutmuyor, tükürmüyor, her şeyi adamın karnının üzerine boşaltıyor, şelale. Kadının hayatında altı ya da yedi erkek daha var, adamla yemeğe çıktıklarında diğer adamlar da gelip masaya diziliyorlar, aralarındaki mücadele bariz. Erkeklerden birinin kardeşi geçen hafta intihar etmiş, intihar etmeden önce mektupları posta kutusuna atmış ama intihar mektubu yokmuş aralarında. Esterházy’nin matrak buluşlarından biri. Üç erkek aynı anda kadınla öpüşürler, adam her şeyi izler, bar taburesi her şeyi görmesini sağlayacak kadar yukarıdadır, adamın boyu hakkında bir malumat yoktur. Kadın adamdan nefret ediyor ama böyle söyleyerek adam mı nefret ediyor acaba kadından? Nefretin veya sevginin kaynağı belirsiz, adam sadece anlatıyor, anlatı parçalarını, anıları, sevişmeleri, sevişmemeleri, adamın listelerini, adamın sırayla uyguladığı taktikleri, kadınların çığlıklarını, kasların düzenli hareketini, gözlerin yumulmasını, cezbetmeyi, tiksinmeyi, ağız kokusunu, derinin rengini, öpüşmelerin ıslaklığını veya kuruluğunu, tutkunun rengini, tutkunun nerede ortaya çıkacağını, her detayı. “Nerede olursam olayım, ister klozetin üzerinde, ister sülün avında, birdenbire üstüme saldırmasını bekliyorum, şahinin gelip gelmediğine bakan bir tarla faresi olmama karşın.” (s. 33) Sadece etten ve kemikten ibaret bir kadın adamdan nefret ediyor, çok işi var, adamın da çok işi var, pek bir şey konuşmadan sevişiyorlar sadece, belki bu yüzden sadece etten ve geri kalanı. Hindistan’a gitmek isteyen kadın adamdan nefret ediyorsa neden adamla birlikte Hindistan’a gitmek istiyor, belli ki adamı seviyor ama adam kendinden nefret ediyor çünkü Hindistan’da olmak istemiyor. Tam da Hindistan’dalarken. İstiyor mu? Kadın durmadan hastalanıyor, nemli iklim ve garip yemekler tatili berbat ediyor, üstelik kadın “Gruber” diyor sürekli, o her kimse. Bir başka adam, beden, rakip Gruber, kadının personası değil, sayıkladığı herhangi bir isim de değil, çözülmesi gereken gizem çözülmeyecektir. Kadın adamı seviyor, boğuşuyorlar, ilişkileri kışkırtmaktan ve boğuşmaktan ibaret. En çok utandıran şey diyeceğim, çocuk gibi boğuşmak ilişkide insanın en kendi olduğu zaman da diyeceğim, onca açıklığın nereye gittiğini sormayacağım çünkü kayıp çoraplar ve biten aşklar neredeyse oraya gitmiştir herhalde, Keret’in öykülerinde ansızın beliren kara deliklerin içinde yitmiştir, bir zaman bir yerde bitmiştir ve insan büyümüştür, tekrar boğuşarak bir başkasıyla küçülene dek.
“Bir kadın var. Tıpkı benim gibi, benden nefret ediyor, beni seviyor. Benden nefret ettiğinde ben onu seviyorum, beni sevdiğinde ben ondan nefret ediyorum. Başka türlü olmuyor asla.” (s. 45)
Kadın adamın anladığı kadarıyla seviyor ama aldatıyor sürekli, adam kazandığı parayı kadına veriyor ve kadın ne yapıyor, nereye gidiyor, hikâyelerinde kimler var belli değil. Adamla birlikte şarap içip kitap okuyorlar, zaman geçiriyorlar ama sonuç hep aynı, huzuru bir tek kadının içine girdiği zaman buluyor adam. “(Elbette sürekli ihanetten sonra geriye ne ben kalıyorum ne o, yalnızca kalmak kalıyor. İşte aslında bunu istiyorum, onun kalmasını, kalmanın kalmasını.)” (s. 49) Kadın adamı çok seviyor, deli gibi seviyor ama buluşmalara hep geç kalıyor, eve geç kalıyor, zamanı yetiremiyor ve bahanesi bol. Babayla yemek, anneyle mezarlık ziyareti, birileriyle bir şeyler. Bu da ayrı bir dert, biriyle buluşmak ama birinin vaktinin dar olması, bir yerlere gitmek zorundalığı, kısıtlı vakit, her şeyin aceleye gelmesi, huzursuz bir buluşma, dertli anlar, sürekli sıkıntı. Kadın kalkıyor, kadın giyiniyor, sevişiyor, unutuyor, adam hepsini anlatıyor. Bazen kısacık. Birkaç cümleden sonra birkaç sayfalık bir kadın geliyor, önceki kadının bütün izlerini siliyor veya önceki kadının ta kendisi zaten, aynı özelliklere, davranışlara sahip, adamın kadını unutamadığını gösteriyor bu. Adamın kadınları ve adam, tam Esterházy işi.
Cevap yaz