Emin Karaca dergileri ve gazeteleri taramış, edebiyat dünyasındaki kalem kavgalarını derlemiş. İşi fiziksel şiddete dökenler de var, Yaşar Kemal’in kucaklayıp camdan atmaya yeltendiği meçhul sanatçı, Arif Damar’ın bastonunu az daha kafasına yiyen Feridun Andaç, Dağlarca’nın bastonuyla defalarca vurduğu Ayhan Bozkurt yüz yüze geldikleri ünlü isimlerin şiddet eylemlerine maruz kalmış. İlginçtir, birbirlerine “akıl hastası”, “yalancı” ve daha pek çok şey diyen Peyami Safa ve Necip Fazıl Kısakürek karşılaştıkları zaman birbirlerine selam verirler, içtenlikle hal hatır sorarlarmış. Zehir zemberek yazılarını okusanız gırtlak gırtlağa geleceklerini düşünürsünüz, öyle bir nefret. Pek çok örnekten sadece birkaçı bunlar, Karaca yorumlarını kısa tutarak sanatçıların yazılarını olduğu gibi paylaşıyor, tartışmaların nasıl çıktığını ve nasıl sonlandığını gösteriyor. Bazı tartışmalara denemelerde ve anılarda rastlanabilir ama taraflardan birinin savlarını okumak mevzuyu anlaşılır kılmıyor tabii. Fethi Naci ve Memet Fuat eleştirilerinde ve yazılarında birilerini eleştirirler, açık açık isim vermezler, lafların kime gittiğini, cevap verilip verilmediğini merak ederiz. Bu kitapta tartışmaların bütün boyutları var. Memet Fuat’la Ümit Yaşar Oğuzcan’ın kapışmalarına bakalım. Fuat’ın hazırladığı Varlık 1962 yıllığında adına rastlamayan Oğuzcan şiirlerinin yıllığa neden alınmadığını sorar, Asım Bezirci’yle Memet Fuat’ı eleştirir. 1961’de üçü yeni, dördü ikinci ve üçüncü baskı, üçü de antoloji olmak üzere on kitabı yayımlanan, bir de şiir plağı çıkan Oğuzcan’ın Varlık‘ta da on beş şiiri çıkmıştır üstelik. Fuat hemen cevap verir, “laubali” ve “cahil” olmadığını söyler, gerçek çok daha basittir: “Ben Ümit Yaşar Oğuzcan’ın çağdaş Türk şiirinde bir yeri olduğuna, ağırbaşlı eleştirmenlerin, yan tutmayan sanat tarihçilerinin kendisinden söz etmek gereğini duyacaklarına inanmıyorum.” (s. 226) Ümit Yaşar Oğuzcan’ın cevabını şu cümlesiyle özetleyebiliriz: “Bay Memet Fuat şiirden anlıyor da, örneğin dergisinde o yıl 15 şiirimi yayınlayan Sayın Yaşar Nabi şiirden anlamıyor mu?” (s. 230) Bu “Bay” unvanı anlaşıldığı üzere aşağılayıcı, sırf bu sözcüğün kullanılması bile tartışmanın seyrini değiştirebiliyor veya söyleyenin niyetini ortaya koyabiliyor. Yaşar Nabi’nin şiirden anlayıp anlamadığı bir yana, dergi sahibi olarak satış rakamlarını da düşündüğü için Oğuzcan’ın şiirlerine yer vermiş olması olası. Görüldüğü gibi Oğuzcan o yıllarda çok ünlü, annemin söylediğine göre yatılı okuldaki kızlar Oğuzcan’ın şiirlerini defterlerine yazarlarmış. Benim bir arkadaşım zamanın birinde cüzdanından çıkardığı kâğıttan Oğuzcan şiiri okumuştu bir tane, şaşırmıştım. Çünkü Memet Fuat haklı yani. Oğuzcan’ın şiirleri duygu seli, o kadar. Bir de gramer savaşlarından bahsedebiliriz, tartışmayı bulandırmak isteyenler hemen yanlışlara odaklanarak esas mevzudan uzaklaştırıyorlar konuyu, Oğuzcan da aynı şekilde Fuat’a anlatım bozuklukları üzerinden saldırıyor ama Fuat da cevabı veriyor hani. Yavaş yavaş bitiyor bu kavga, Oğuzcan’ın açık mektubuna cevap vermiyor Fuat, iyi de yapıyor.
Sait Faik Hikâye Armağanı’nın verilmeye başlandığı yıllardan da pek çok tartışma var, 1955-1959 arasında ödülü Varlık tayfası verdiği için tarafsız bir jüri oluşturulmamış açıkçası, Yaşar Nabi Nayır etrafındaki insanlara dağıtmış ödülleri. Tahsin Yücel’in Haney Yaşamalı nam kitabının ödülü kazanması çok ses çıkarmış mesela, Nayır yazdığı mektuplarda o zamanlar genç bir üniversite öğrencisi olan Tahsin Yücel’in dergide çalışmaya başladığını, çeviriler yaptığını söylüyor, dolayısıyla kurulun objektif olmadığı kesin. Selim İleri’nin hakkının yendiği de kesin, “o genç çocuğa” ödülü verselerdi bu kez ona da itirazların yükseleceğini söylüyor jürinin başkanı Vahit Turhan, kötü bir sav bu. 1969’da ödülü Orhan Kemal’in kazanması gerçekten ilginç, onca yeni öykücü çıkmış, farklı arayışlar çıkmış ortaya, yeniye meyletmeyen Orhan Kemal’e vermişler ödülü ki aramak zorunda değil, evet ama bu ödülü kendi edebi anlayışlarına göre parselleyen jürinin tutumu da pek taraflı. Yaşı geçkinlere, toplumcu gerçekçilere veriyorlar ki itirazlar yükselmesin. Yükseliyor yine de, Cemal Süreya, Sevim Burak, Leylâ Erbil gibi yazarlar jüriyi topa tutuyorlar, birkaç isim jürinin değişmesi gerektiğini söylüyor. Nitekim değişiyor da, Yaşar Nabi ve arkadaşları mevzudan çekilince yeni bir jüri oluşturuluyor ama yenisi de sorunlu, Tahir Alangu ve Sabri Esat Siyavuşgil bir yana, Behçet Necatigil ortada bir yerde, Memet Fuat ve diğerleri bir yana. Kuşak, edebi anlayış farkı o kadar bariz ki dikiş tutmuyor bir türlü, Fuat jürinin halini görünce bir iki yıl sonra ayrılıyor jüriden. Leylâ Erbil’in söylediğine göre Sait Faik yaşasaymış jürideki yaşlı üyelere kahve bile ısmarlamazmış, öylesi bir uçurum var ödül anlayışıyla jüri arasında. Selim İleri güzel toparlıyor mevzuyu: “Tahir Alangu gibi nakışlı eleştiriler yazan, eskiye vurgun bir eleştirmenin bulunduğu jüri haliyle yeniliklere düşmandır.” (s. 275) Nezihe Meriç, Bilge Karasu ve Sevim Burak dudak bükülenler arasında. Demir Özlü’nün bir mektubu var yayımlanan, jüri değişmediği sürece yarışmaya katılmayacağını söylüyor. Tahir Alangu’nun Sabahattin Ali için “yüksek derecede ruh hastası” dediğini hatırlatıyor Özlü, bu tutumundan ötürü Alangu’yu eleştirdikten sonra kazanma şansının hemen hiç olmadığını ekliyor. Eh, günümüzde de siyasi konumunu bilmediği, “tanımadığı” yazarların iyi metinlerini bir kalemde silen insanlar yer alıyor jürilerde, üstelik sosyal medyada eşitlik, hak, hukuk güzellemeleri yapıyorlar, ne iş. Yeniyi, edebiyatın geldiği noktayı bildiklerini de sanmıyorum, hâlâ çok basit yapılı metinlere veriliyor ödüller. Biraz olsun zorlayıcı, derdini farklı biçimlerde anlatmayı deneyen yazarlara kapılar kapalı belli ki. Onlarca kitap geliyor, hepsini okuyup değerlendiriyorlar, çabuk tüketilenler makbul. “Yaşı gelmiş” yazarlar öncelikli, Demirtaş Ceyhun denemelerinde bu ödül mekanizmasını tanık olduğu olayları da anlatarak pek güzel açıklıyor. Bu yüzden ödüllü metinlere hemen hiç bakmıyorum, jürideki yazarların kitaplarını basan yayınevleri belli, eleştirmenlerin ne okudukları belli, bence bu ödüller elli yıl öncesinden geliyor. Orhan Kemal’e verilen ödül aslında Sabahattin Ali’ye verilmiş gibi düşünebiliriz, günümüzde de elli yıl öncesinin edebi anlayışı değerlendirmeye alınıyor. Alınıyorsa.
1970’lerdeki tartışmalara bakalım biraz, Memet Fuat’ı uzunca süren sessizliğe sürükleyen tartışmalar muhtemelen. Bedrettin Cömert, Hasan Hüseyin’i Nâzım Hikmet’ten çok daha üstün bir şair olarak gördüğünü yazınca Memet Fuat ve Asım Bezirci karşı çıkıyorlar, dergiler arasında savaş başlıyor. İdeolojik savaşlardan biri bu, diğeri Bekir Yıldız’ın Sabahattin Ali’yi anma etkinliklerinden birinde söylediği sözlerden çıkıyor. Yıldız’ın Sait Faik’le bir alıp veremediği yok, “Sait Faik hikâyeciliğine sahip çıkışın niteliğiyle” sorunu var. “Sait Faik, düzenin değiştirilmesiyle değil, düzenin sonuçlarıyla oyalanmış bir yazardır. Burjuvaziyle hesaplaşmak yerine, bir hippi tavrıyla burjuvaziden kaçmış, doğaya ve yoksul insanlara sığınmıştır. Hayattan kaçışına karşın, içtenliğini sonuna değin korumuş bir yazardır da. Onu burada eksikliğinden ötürü kınamıyorum.” (s. 291) Kimi kınıyor Yıldız, bu eksikliği edebiyatı tamamlayıcılık için kullanmayan aydınları kınıyor, ağır konuşuyor biraz da. Fethi Naci, Rauf Mutluay gibi eleştirmenler “bu pis saldırıyı” kınıyorlar, Leylâ Erbil ve Can Yücel nesnel eleştirinin belki bir üslup probleminin olduğunu, başka bir sorun göremediklerini söylüyorlar, Erdal Öz’se Sait Faik mitosunun inandırıcılığını yitirdiğine dikkat çekiyor, dokunulmazlığı ortadan kalkan Sait Faik’in artık başka saiklerle de değerlendirilebileceğini açıklıyor.
Burhan Günel’le Adalet Ağaoğlu arasındaki tartışma başlangıcından bitişine dek anlatılmış, son olarak buna değineyim. Günel, Bir Düğün Gecesi‘yle Ses Sese Karşı arasında kurgusal benzerlikler olduğunu söylüyor, Ağaoğlu’nun intihal yaptığını belirtiyor. Tartışma dallanıp budaklanıyor sonra, özetlemek gerekirse Ağaoğlu’nun ve arkadaşlarının cevaplarının çoğu suçlamayı çürütücü nitelikte değil, Ağaoğlu Günel’i edebiyat dünyasından sileceğini söylüyor ve bunu başarıyor da, ne yazık ki. Suçlama çok ağır olsa da silmelik bir durum yok aslında, makul bir cevapla mesele kapanacakken taraflar yangına körükle gidiyorlar biraz, hatta Ağaoğlu gidiyor. Atilla Özkırımlı kendi cephesinden anlatıyor bu mevzuyu bir iki yazısında, Günel’in iddialarını hiçbir dergi basmaya yanaşmamış, Ağaoğlu’nun şimşeklerini çekmekten korkmuşlar. Nihayet YAZKO basmış da edebiyatın onuru kurtulmuş. Hiçbir şey değişmiyor, günümüzde de eleştiriler garip suçlamalarla yayımdan kaldırılabiliyor. Ülke neyse bilimi, edebiyatı da o.
Pek çok kavga var daha, meraklı okur kaçırmasın.
Cevap yaz