İlk yazı 30 Eylül 1995’ten, sonuncunun tarihi 18 Aralık 1996. Cumhuriyet‘te yayımlanan köşe yazıları dönemin siyasi ortamını yansıtıyor, ölüm oruçlarından RP’nin dandikliklerine pek çok meseleye değiniyor Fuat. Ölüm oruçlarına karşı çıkışı hiçbir yaşamın politik durum yüzünden kaybolmamasını istediğinden. Grup Yorum’un gönderdiği mektubu köşesinde cevaplıyor, yazar olarak mücadeleyi kıymetli bulsa ve toplumun nazarına sunsa da fikri belli, Galileo’nun Kilise karşısındaki tutumunu da bu yüzden beğeniyor. Ölüme karşı dik duran Sokrates’i de, iddialarından vazgeçen Galileo’yu da takdir ediyor, yine de ömrünün son yıllarını ev hapsinde geçirip çalışmalarını sürdüren ve öğrencilerini yetiştirmeye devam eden Galileo’dan yana Fuat, mücadelenin farklı türde sürdürülebileceğini söylüyor ama bu türleri çeşitlendirmiyor, açıklamıyor, ölüm orucundakileri anladığını söyleyemeyiz. Geniş bir pencereden bakıyor, insanoğlunun toplumsalcılığa ayak uyduramayacağını söyleyerek kestirip atıyor. Gidişatın kötü olduğunu söylese de umudu var, karanlıkların aydınlığa çıkması için birilerinin yanmasının gerekmediğini söylüyor sadece, çoğunluğun gücünü azımsamamak gerek. Tabii bu çoğunluğun niteliği de önemli, olup bitene sessiz kalan çoktur ama aslında hiç yoktur, yok değerindedir, sesini çıkarmaz. Fuat’a göre gazeteci çoğunluğun sesi olmalı, kitleleri harekete geçirebilmeli, tamam da gerçek sonrasıyla öncesinin dinamikleri bir değil, olmuyor öyle artık. Hasılı dönemin olaylarıdır, Fuat’ın görüşleridir, köşe yazılarında değinilen mevzular muhtelif. Siyasi ve toplumsal havayı koklamak isteyenler göz atabilir, ben edebiyatla ilgili yazılar dışında pek keyif alamadım açıkçası, belki de Fuat’ın oldukça temkinli yaklaşımı yüzünden. Biraz yüzeysel açıkçası.
Edebi meseleler de çok çeşitli, yazılar kısa olduğu için birkaç bahse kısa kısa değineyim, bağlayamayacağım birbirine. Alımlamaya dair meseleler üzerinde özellikle duruyor Fuat, “okurun katkısı”nı anlatırken okurdan yana duruyor ama çıkış noktası pek doğru değil. Yazarın tekelinin kırıldığı, işin büyük ölçüde okura “yığıldığı” metinlerde okurun dolduracağı boşluklar var, açık yapıt bir anlamda okurla yazarın rolleri değiştirerek yazarın kendi boşluklarını farklı kurgularla okuyabilmesini sağlıyor, okur da üfürüyor işte oraları. Fuat’ın derdi şu: “Okuru onurlandırdıkları, baş köşeye oturttukları sanılan ‘açık metin’ yazarlarıyla kuramcıları, bekledikleri ilgiyi görmeyince, ‘sıradan’ okur, ‘geleneksel’ okur, ‘tembel’ okur gibi birtakım nitelemelerle okurları küçümsemeye başladılar.” (s. 215) Okurun her sayfada dikkatli olması, “polis hafiyesi gibi iz sürmesi”, ilk okuyuşta anlayamadıklarını ikinci, üçüncü okuyuşta anlaması Fuat’a göre okura fazladan yük bindiriyor. Okurun işi güçse okur o metni okumamayı tercih edebilir, problem yok. Metni karmaşık bulmuştur, bulmacalarla veya göndermelerle uğraşmak istemeyebilir, makul. Diğer yandan okuru geleneksel, sıradan veya tembel bulan yazar, eleştirmen de aşırıya kaçmıyor gibi geliyor bana, mesele tembellikse tabii. Bazı metinler gerçekten belli bir seviyeye ulaşmış okuru arıyor, yazarın standardını düşürüp ortalamaya hitap etmesi kurmacanın yerinde saymasına yol açacağı için tehlikeli. Gerçi Fuat birilerine kızmış muhtemelen, özel bir durumdan bahsediyor ama okura gerekli bilgiyi vermediği için görüşlerini genel özellikleriyle ele alıyorum. İronik aslında, eleştirdiği yazarların yaptığını kendi yapmış oluyor. Neyse, Browning’in şiirlerinin anlamlarını çözmek için İngiltere’nin çeşitli kentlerinde “Browning Societies” adında gruplar kurulmuş, bir araya gelip şiirleri okuyan ve anlamaya çalışan okurlar anlamadıkları yerleri Browning’e mektupla sorarlarmış. Bir mektuba gelen cevap ilginç, Browning sorulan yerde ne demek istediğini hatırlamadığını belirtmiş. Okur için boşluk doldurmaca, yazar için de. Yazar kendini çoban, okurlarını koyun olarak mı görüyor peki? Fuat bu örnek üzerinden ilerliyor ve okuru baş tacı eden yazarların istedikleri tepkileri alamayınca okurları aşağıladığını söylüyor. Okurun hiçbir şey anlamadığını, anlamayacağını düşünerek işi oyuna vurmak, belirsizlik alanları yaratmak kötü, söyleyecek bir şey yoksa sadece oyun oynamak tahammül edilebilir. Yazar yoksa yazarın niyeti de yok oysa, bu durumda neyin ne olduğunun, yazarın amacının ne önemi var? Yazar okurun ellerinden öper, kenara çekilir, anlaşılır veya anlaşılmaz, yazmaya devam eder veya etmez, okur istediğini okur veya yarıda bırakır, Fuat’ın ciddiye aldığı kadar büyük problemler değil gibi geliyor bana bunlar. “Gene de çağdaş roman şöyledir, böyledir gibi yargılarla kendi anlayışınızı doğal bir gelişmenin sonucuymuş gibi göstermeye uğraşmamalısınız.” (s. 218) Kendi anlayışımıza kendimiz varmışsak bile anlayışımız zaten var olan bir şeyin parçasıdır muhtemelen, baskıcılığa da varmıyorsak paşa gönlümüze kalmıştır ki varsak kaç yazar, neye kime baskı? Fuat kendi söylediklerinin cevabını yine kendi veriyor: “Kim, ne karışır!..” (s. 218)
Yıldız Ecevit’in Orhan Pamuk’u Okumak adlı metnini eleştirdiği bir iki yazı var, Fuat’a göre metin kapsayıcı, çoğulcu değil, Ecevit gülünç bir eleştiri anlayışını parodiye çevirerek uzattığı için taraflı, baskıcılığa karşı duyulan öfkeyi de baskıcılaştırarak okurun üzerine gidiyor. “Bilimsel yöntemler uygulayan bir eleştirmenin ‘parodi’ yazıp şu ya da bu anlayışı gülünçleştirmeye çalışmasına bir anlam vermek çok güç…” (s. 226) Okurun her türlüsüne katlanmanın zorunluluk olduğunu söylüyor Fuat, böylece yukarıda değindiğim hedefsiz öfkenin muhatabı da ortaya çıkmış oluyor. Ecevit, okurun yeni romanları anlamamasından yola çıkarak çağımızda okurun söz sahibi olduğunu belirtiyor, günümüzün yeni okurlara ihtiyacı olduğunu belirtiyor. “Yorgunluğa” değdiğini düşünürse okur okur, yoksa yarıda bırakır kitabı. Çeşitlenmeler Fuat’a göre edebiyatta ilerlemeyi temsil etmiyor, eski yöntemlerin tamamen yok olduğunu iddia edip yepyeni bir biçem yaratmak mümkün değil. “Ama günümüzde hiçbir şey söylemeyen romanlar yazılıyor, bilgi vermeyen, yol göstermeyen, sorunları irdelemeyen yapıtlar moda oldu diye, roman türünün bu yönde geliştiğini düşünmek bence çok yanlış…” (s. 229) O romanları merak ettim, Fuat hangi romanlardan bahsediyor acaba? Joyce’un uç metinlerinde anlam varsa, sadece soru cümlelerinden ibaret bir metnin anlamı soruların ortaya çıkardığı bağlamdan anlaşılıyorsa, sayfalar boyunca harflerin belli bir resmi yavaş yavaş oluşturduğu metinler yaklaşan bir tehlikeyi haber vermek için o şekilde düzenlenmişse anlamın yokluğu tam olarak nedir? Aşırı yoruma kaçmaya gerek yok, bizdeki lipogram örneklerine bakarsak anlamdan muaf olmadıklarını görürüz, en azından mühim bir yokluğun anlatıyı ortadan kaldırmayacağını göstermeleri bile Fuat’ın söyledikleri üzerine düşündürür. Bunları da okura bırakmak gerekir yani, Fuat bilgiyi, yol göstermeyi, sorunları irdelemeyi bir romanda olması gerekenler olarak görebilir ama okur bunları istemeyebilir. Okur bilsin, istediğini alsın. Bununla ilgili başka bir mevzu da gerçekçilik, Fuat’a göre “bir şey söylemeden yazmak” söyleyiş özelliklerine herhangi bir olumlu katkı yapmaz, yazar yazmak için yazıyorsa, söyleyeceği bir şey yoksa ve daha da önemlisi yazdıklarını beğeniyorsa kendini yeterli bulması bir sakınca olarak belirir. Gerçeklikten kasıt yine toplumun nabzını tutmak, güncel problemlere eğilmek gibi gözüküyor ama dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz, şart değil bunlar. Kayıtsız kalmak başka, metinde yer vermemek bambaşka. Sonra biçime geliyor sıra, önemli sözler söyleyen bir yazar içerikle ön plana çıkarken biçim yönünden sınıfta kalabilir. Biçime ağırlık verince içerik boşlanabilir bu kez, dengeyi kurmak lazım diyor Fuat, iyi diyor, bunun için de bir milyon resme bakmak gerektiğini söylüyor, yani çok sayıda metni sindirip yeni bir şey üretmek gerek. Çok mevzu var ama yazınsal kişilik bahsiyle bitireyim, anlatıcı kendisinin yazar olduğunu iddia etse de yazar değildir, anlatıcıdır. Yazar anlatıcının kendisi olduğunu söyleyebilir ama diyelim ki Fante’nin metinlerinde Arturo Bandini değil de Fante konuşuyor, Fante Fante değildir. Metin bir metin olduğunu iddia ediyorsa metin değildir. Her şey bambaşka bir şeydir, gerçeği olduğu gibi kâğıtlara tıkıştıramayacağımız gibi tıkıştırdıklarımızın tamamı -niyetimizin aksine- kurmaca olmayabilir. Çok karışık işler bunlar, formüle gelmez, ketlenemez, ziplenemez. Evet.
Keyif veren denemeler, köşe yazıları. Fuat’ı sevenler bir şekilde bulup okuyacaktır, bu şahane adamı bilmeyenlere de tavsiye ederim.
Cevap yaz