Lorenza Foschini gazeteci, dinlediği müthiş hikâyeyi kitaplaştırarak Proust tutkunlarına hoş bir serüven sunmuş. Proust’a deli bir tutkuyla bağlı Jacques Guérin’in topladığı terekeler, eşyalar 1990’ların sonunda açık artırmayla satılmış, koleksiyoncuların yanında müzeler ve devletin kültürle ilişkili kurumları nadide eşyaları kapmaya çalışmışlar. Mitterand bile iki defa ziyaret etmiş Guérin’i, koleksiyonlar müzelerde sergilensin diye elinden geleni yapmış ama başarılı olamamış. Yaşamı boyunca antikacıların, yazarların akrabalarının ve tanıdıklarının etrafında pervane olmuş Guérin, ölümüne doğru açık artırma düzenleyene kadar gözü gibi bakmış ne topladıysa. İlk bölüm satıldıktan sonra özenle korunan paltonun başrolüyle açılıyor, karton kutuyu çıkaran adamlar özenle çalışsalar da umursamazlıklarını açığa vuruyorlar, kapağı kaldırmalarıyla birlikte kâfuru ve naftalin kokusu yayılıyor mekâna. Hoş, Proust’un paltosu sahibinin kokulardan, tatlardan inşa ettiği geçmişi yaşatmak ister gibi. Kutudan çıkan beyaz kâğıtları yelpaze gibi sallıyorlar, koku dağılıyor, anlatıcı yıpranmış kumaşa ve düğmelere bakıp montu tasvir etmeye başlıyor. Proust bu paltoyu ünlü eserini yazmadan önce de yıllar boyunca giyiyor, üç ev değiştirdikten sonra da paltosu üzerinde, yatağına uzanıp yazılarını yazıyor. Yerine göre yorgan, yerine göre sıradan bir palto, tabii geçtiğimiz yüzyılın en ünlü metinlerinden bazıları yazılırken ilginç bir yaşamın da birinci elden tanığı. İçi kürk kaplı palto pek çok sanatçının anılarında yer alıyor, Proust yemek yerken dahi paltosunu çıkarmadığı için unutulacak gibi değil. İki fotoğrafı var paltonun, düğmelerin yeri Proust’un bedenine göre değiştirilmiş, kumaş belli ki yıpranmış işte, önemli bir tarihin parçası. İkinci bölüme geçiyoruz, anlatıcı paltonun ve anlatacağı hikâyenin kaynağına nasıl ulaştığını anlatıyor. Visconti’nin ünlü kostümcüsü Piero Tosi’yle televizyon için röportaj yapmak için görüştüğü sırada Visconti’nin Kayıp Zamanın İzinde‘yi çekmek için Tosi’yi 70’li yıllarda Paris’e gönderdiğini öğreniyoruz. Çoğu insana göre öyle bir eseri sinemaya aktarmak mümkün değil, sinema somut bir şey ve anıları sinemaya aktarmak imkânsız ama Visconti’nin niyeti ciddi. Paris’te Tosi’ye Proust’un nesi varsa toplayan bir adamdan bahsetmişler, bu adamın esans üreten bir fabrikası varmış ve Proust sevgisi hastalık derecesindeymiş. Bu hastalık şans eseri başlamış üstelik, adam apandisit krizi geçirdiği sırada Marcel’in kardeşi Robert Proust hayattaymış, kontrol için gelince tanışmışlar ve sonrasında adam yıllar boyunca Robert’in ve Marcel’i tanıyan herkesin etrafında dönüp durmuş. Gazetelerde çıkan ölüm ilanlarını takibe almış, Proust’un dünyasından birinin ölümüne denk geldiğinde cenazeye gitmiş, tanışabileceği herkesle tanışarak ünlü yazarın mektuplarını, hediye ettiği eşyaları kovalamış. Tosi hikâyeyi anlattıktan bir süre sonra adamın kartvizitini de bulmuş, anlatıcıyı bilgilendirmiş. O adam Jacques Guérin, bu kez kendisinin izi sürülecek. Anlatıcı önce Violette Leduc’tan dinliyor Guérin’i, Jean Genet’nin odasında tanışıyorlar ve Leduc hemen âşık oluyor Guérin’e, yıl 1947. Jacques 1902’de doğuyor, annesi Jeanne-Louise o dönemin bohem ortamlarında bilinen bir kadın, sanatçıların hamisi. Satie onun için bir beste yapmış, Picasso da bir resim yapmıştır muhtemelen, aynı çevredeler. Jacques kimya okuması için Toulouse’a gönderiliyor, geri döndüğünde annesinin esans fabrikasında koku eksperi olarak çalışmaya başlıyor zira çok acayip bir burnu var, “mutlak burun” diye bir şey varsa ondan. Jacques işinde çok iyi, kazandığı para da iyi ama asıl uğraşı nadir kitaplar, elyazmaları, dâhi olduğunu düşündüğü sanatçıların eşyaları. Erik Satie bir mektubunda Guérin’den “bibliyofil” diye bahsediyor ama Jacques ne bibliyofil ne de koleksiyoncu olduğunu düşünüyor, sadece merak ettiği yaşamların sırlarını çözmek istiyor. Daha gençken Apollinaire’in bir portresini görüyor Picasso’nun evinde, ressam resmi albümden çıkartarak hediye ediyor, hoş bir başlangıç. 1935’te dolaşmaya çıkan Jacques civarda gördüğü kitapçıya girip raflara göz atmaya başlıyor, aradığı yazarların kitaplarını soruyor. Baudelaire, Apollinaire, Proust. Şans işte, kitapçı kısa bir süre önce Marcel Proust’un müsveddelerini satın almış, ayrıca Proust’un kitaplığı ve yazı masası da satılıkmış ama almamış. Eşyaları satan adam kısa bir süre sonra çekini almak için gelecekmiş üstelik. Proust’u yirmi yaşındayken okumaya başlamış Jacques, 1929 yazında Robert Proust’la tanıştıktan sonra kendini kaptırmış iyice, Marcel’in elyazmaları varsa görmek istediğini söylemiş. Robert elindekileri gösterince aklı iyice gitmiş Jacques’ın, “Son” yazan müsveddeden ayıramamış gözlerini. Geçmişe bir pencere: Proust yatağında, hizmetçisine yıllardan beri yazdığı eserini nihayet bitirdiğini ve nihayet ölebileceğini söylüyor. Daha fazlası yok ne yazık ki, Robert ve eşi çoğu şeyi yakmışlar. Yine geçmişe gidip iki kardeşin ilişkilerini değerlendirmek gerekiyor, Marcel’in eşcinsel eğilimi aile içinde krizlere sebep olduğu için Robert daha çok seviliyor, babasının izinden gidip doktor olmak istemesinin de payı var bunda. Abisinin yaptıklarını birkaç defa yetiştiriyor ailesine, böylece iki kardeş arasında birazcık sevgi dışında hiçbir duygu gelişmiyor. Marcel öldükten sonra duydukları utançtan kurtulmak için ellerinde ne varsa yakıyorlar, korkunç. Kitapçının anlattığına göre Robert Proust’un etrafında dönüp duran bir adam daha var, Bay Werner, antikacı. Robert Proust öldükten sonra eşyalarını almış, Jacques için hazine değerinde bir adam. Tanışıyorlar, bu kez Bay Werner’i usandırıyor Jacques, elindeki her şeyi satmasını istiyor, maddi gücü ne varsa toplamasını sağlıyor. Yıllar boyunca sürdürdüğü baskı nihayetinde paltoyu elde etmesiyle sonuçlanıyor, Bay Werner utandığı için onca yıl sakladıktan sonra paltoyla ilgili açıklama yaparak paltonun kendisinde olduğunu ama paltoyu elde etme şeklinin hoş olmadığını anlatıyor. Jacques yaşlı bir adam artık, 1990’larda elindekileri satıp savmak istiyor, malum son.
Robert Proust’la Marcel Proust’un ilişkileri hikâyenin başka bir ilginç noktası. Marcel öldükten sonra Robert elindeki taslakları Gaston Gallimard’a yollamıyor bir türlü, metinlerin kendi istediği biçimde basılmaları için uğraşıyor. Marcel vasiyetinde arkadaşı Gallimard’ı görevlendirdiği halde kardeşinin inadını düşünmemiş olmalı, sonuçta eserlerin ilk hallerine ulaşmak çok zor oluyor. Baba Adrien Proust’un zorbalığı var, oğlunun erkeklerle birlikte olmaması için genelevi ziyaret etmesini istiyor. İlk deneme başarısız, ikinci deneme için dedesinden para istiyor Marcel. Kardeşine karşı hissettikleri anlatıda yer almıyor, birbirlerine çok benzediklerini öğreniyoruz bir tek. Robert’in yaptığı ameliyatı izleyen Georges Duhamel’e göre iki kardeşte de ayno yavaşlık, aynı uzunluk, aynı kısır döngü, aynı çelişkili yaratıcılık var, Marcel’in edebiyatta yaptığını Robert ameliyatlarıyla yapıyor. Marcel’in tutumunu bilmiyoruz ama abisine karşı babasından devraldığı otoriteyi sürdürmeye çalışıyor Robert, mektuplarında belli bir mesafe ve öfke sezilebiliyor. Robert’in eşi Marthe aldatıldığını, eşinin metres tuttuğunu ve Marcel’in eşcinselliğini bildiği için bir süre sonra lanetli bir aileye düşme fikrinden ötürü zalim bir insana dönüşüyor, belgeleri yaktığını keyif alarak söylüyor adeta. Guérin pes etmiyor tabii, sorup soruşturup Adrien Proust’tan kalan eşyaları buluyor bir yandan. “Guérin öyle heyecanlanmıştır ki, gözyaşları sel gibi akarak yüzünü ıslatmaktadır. Kaderin onun bu tutkulu ısrarını ödüllendirdiğini hissediyordur.” (s. 71) Jean Cocteau’nun da bu tarihte yeri var, Marcel’in yakın arkadaşı olduğu için birlikte nerelere gittiklerini görebiliyoruz, Nijinski’yle yakınlık kurmuşlar örneğin, şahane. Marcel’in giyim tarzına da değiniyor bir yerde Cocteau, yirmi yaşından beri aynı şekilde giyinen Marcel’i ilk kez gören biri onu hayalete benzetebilirmiş. 1913’te Marcel’i paltosuyla birlikte resmetmiş Cocteau, resim kitapta var. Geri kalanı bir müzede sergileniyor, Marcel’in eşyalarının çoğu korunabilmiş. Mobilyalar, yatak, koltuk, palto, ne varsa.
Proust hayranları için şimdilik son bir hediye bu kitap, yazara dair pek çok evrak yakın zamana kadar ortaya çıkmaya devam ettiği için nerede neyin bulunabileceği belli olmayacak gibi gözüküyor. Şahane bir hikâye, meraklısı okusun.
Cevap yaz