Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com’a aittir.
Stephen King’e göre “yazılmış en korkunç lanetli ev romanı” bu. Övgüyle birlikte esin borcunu da ödemiş oluyor King, O‘da Pennywise’ı ego söndürme yoluyla yok etmeyi Matheson’dan almış gibi gözüküyor. Matheson da başkasından alıp kaynağı övmüştür belki. “İstediğiniz kitaptan istediğinizi alın ama kitabın yazarına duyduğunuz saygıyı bir şekilde belirtin” deniyordu bir kitapta, en makul çarpma yöntemi bu sanırım. Matheson büyük bir esin kaynağı, Ben, Efsane!‘si biliniyor en çok, Karanlıkta 33 Yazar‘daki iki üç öyküsü yüzünden uykusuz kaldığımı hatırlıyorum. Bunların yanında pek çok filmin ve dizinin senaryosunu kaleme almış, Hollywood tecrübelerini bu romandaki Florence’ı kurarken kullanmış gibi gözüküyor. Bunun yanında roman gerçekten korkunç, kurgusunun yardımıyla daha da korkunç. Matheson anlatı dünyasını genişletmeden evde yaşananlar üzerinde durduğu için karakterlerin geçmişleriyle fazla boğuşmuyor, eve giren dört kişiden biri olan Fischer’ın kırk yıl öncesinde, 1930’da başka bir araştırma ekibiyle evde bulunduğunu, ekipten sağ kurtulan tek insan olduğunu öğreniyoruz, diğerlerine ne olduğuna dair kısa bilgilerden başka hiçbir şey geçmiyor elimizde, şimdide ve evde kalıyoruz böylece. Florence’ın ve Fischer’ın yola çıkmadan önceki günlerine de kısaca bakabiliyoruz, Florence kendi kilisesinde parapsikolojik bir inanç sistemini yürütüyor örneğin, bir zamanlar oyunculuk yaptığını ve ortama, insanların kaypaklığına alışamayınca kirişi kırdığını öğreniyoruz, bu tür yüzeysel bilgiler evdeki dehşet anlarında karakterlerin ne yapacaklarını öngöremememizi sağlıyor, güzel. Gün gün ve dakika dakika bölünmüş roman, 11.19’da yaşananları gördükten sonra olayların yaşanma zamanına göre, kısa veya uzun bir sürenin ardından diğer bölüme geçiyoruz. Aralığın uzun olduğu kısımlarda karakterlerin yaptıkları es geçilmemiş, dört karakterin eylemleri açısından karanlık bir nokta yok, tutarlılık sağlanmış. Anlatım tekniği çok başarılı.
Dr. Barrett’ın Deutsch’la görüştüğü sahneyle başlıyor anlatı. Deutsch seksen yedi yaşında, kel ve sıska bir adam, ölümsüzlüğü arayan çok zengin bir adam. Barrett’tan Cehennem Evi’nde araştırma yapmasını istiyor, 100 bin dolar ödeyecek. Paranın çekiciliğinin yanında bilimsel araştırmalarının meyvelerini de almak için kabul ediyor Barrett, Ev’de diğerlerine anlattığına göre hayalet gibi paranormal varlıklar aslında birikmiş biyoenerjilerin ürünü, Freud’un biçimlediği bilinçaltı gibi yapıların ürettiği enerji salınımı sebebiyle açıklanamayan olaylar gerçekleşiyor. Barrett bilinmeyen dünyayı keşfedebileceğini düşünüyor bir anlamda, bir haftalık misafirliklerinin ortasında Deutsch’un adamlarının getirdiği oyuncağıyla evdeki bütün biyoenerjiyi ortadan kaldırmayı planlıyor. Akademisyen, fizikçi, parapsikolojinin bilim olarak kabul edilmesi için elinden geleni yapıyor, bu yüzden onca tuhaflıktan, dehşet verici olaydan korkmuyor, makinesini çalıştırana kadar sebat ediyor. Anlatının ortalarından sonra çalıştıracak makineyi, o zamana kadar karakterler birer birer ele geçiriliyor, hatta Florence makineyi parçalamak için saldırıda bulunuyor ama engelliyorlar. Karakterlerin bölüm bölüm ağırlık kazanmasından bahsedilebilir, Florence’ın hikâyesi en trajiği belki de. Münzeviye dönüşüp etrafında tanrısından başka kimse kalmayınca kardeşinin ölümünü unutuyor ama Ev her şeyi hatırlıyor, karakterlerin korkularını canlandırıp silah olarak kullanıyor. Emeric Belasco’nun psişik kalıntıları o kadar güçlü ki en seçkin medyumlar bile bir şey yapamamışlar, boğazlarını kesip veya delirip kurtulmuşlar Belasco’nun kıskacından. 1919’da inşa edilen Cehennem Evi’nde Bacchus ayinlerindekine benzer şeyler yaşanmış zamanında, Maine’in -King göz kırpıyor şu an- en seçkin ailelerinin üyeleri Belasco’nun kuklası haline gelip açlıktan birbirlerini yiyecek hale gelmişler, esrikliğin etkisiyle akla gelebilecek her şeyi yapmışlar, çoğu ölmüş, uzun süre haber alamadıkları akrabalarını aramaya gelenler akıl dışı manzaralarla karşılaşmışlar. Matheson’ın tiksinç sahneler yaratma başarısında insanın karanlık yönlerini cesurca işlemesinin payı var, bu ayinlerin tasvirlerinden sonra Florence’ın hikâyesini anlatırken daha da fazlasıyla karşılaşıyoruz. Florence aralarında psişik etkilere en açığı, Fischer’ın uyarılarına rağmen bilişsel bir güvenlik duvarı oluşturmuyor, sevginin gücüyle her zorluğun üstesinden gelebileceğini düşünüyor ama hata yapıyor, önce Emeric’in oğlu Daniel’ın ruhunun evden kurtulmaya çalıştığını, bu yüzden yardım istediğini düşünüyor, Daniel’la ölen kardeşini birmiş gibi algıladığını anlamıyor, sezdirildiği kadarıyla kardeşin ölmeden önce cinsel ilişkiye girmek istediği Florence en sonunda Daniel’ın isteğine karşı koyamıyor. Çocuğun bedenini bulup gömmelerine, ruhunu huzura kavuşturmalarına rağmen Daniel’ın evden gidememesinin sebebi Florence’ın ilişkiye izin vermemesi. Emeric psikolojik olarak sindirdiği Florence’ın üzerinde yükselirken dehşete düşüyor Florence, cesedin içine girmesiyle birlikte kontrolü tamamen kaybediyor, Emeric’in kuklasına dönüşüyor. Ölümünden kısa bir süre önce şapelde yaşadıkları da ilginç, çok sevdiği ve yakardığı İsa’nın karşısındayken koca haç devriliyor ve İsa’nın koca penisi cinsel organına girip eziyor kadını. Kolaylıkla parodiye çekilebilir ama Matheson öyle bir atmosfer yaratıyor ki dehşete düşüyor okur, bir insanın bilincinin yavaş yavaş parçalandığını görmek kadar korkunç bir şey yok.
Edith’in mücadelesi anlatının zirve noktasını oluşturuyor. Eşi Barrett’ın asistanlığını yapan Edith, babasının cinsel saldırılarından sonra aseksüelleşmiş, zamanında felç geçirip cinsel isteğini kaybeden Barrett’la belki de bu yüzden evlenmiş. Ev uyuyan korkuları uyandırmaya başladığı zaman önce Florence’tan etkileniyor Edith, ardından saunada eşinin üzerine çıkıyor ama dikleşmeyen penis moralini bozuyor. Fischer kendisini her etkiye kapalı tuttuğu için Edith’ten uzak durmayı başarabiliyor, yakınlardaki dağ gölüne düşeceği sırada kurtarıyor kadını hatta. Cinsel gerginlik ağır ağır yükseliyor, kırılma noktasından sonra Edith tam bir deliliğin ortasına düşüyor. Çıplak seyirciler, kafasını ısıran kaplanlar, bön bakışlı baba, Edith’in korktuğu ne varsa arka arkaya ortaya çıkıyor, kadın aklını kaybetmek üzereyken kendisini tokatlayan adamı da başka bir hayaletmiş gibi algıladığı sırada Fischer tutuyor kadını, sakinleştiriyor. Müthiş bir bölüm, Florence’ın yaşadıklarından daha korkunç, Barrett’ın sonundan bile daha iyi. Aleti geldikten sonra deneyi başlatıyor Barrett, radyasyon salınımı yüzünden dışarıda, Cadillac’ın içinde beklemek zorunda kalıyorlar, Florence’ın cesedi yanlarında. İşlem bittikten sonra Fischer odalarda dolaşmaya başlıyor, hiçbir paranormal kalıntıya rastlamıyor, uzunca bir süre işe yarayacağına inanmamasına rağmen belki de Barrett’ın yönteminin işe yaradığını düşünerek seviniyor. Cesedi bırakmak üzere yola çıktığı zaman her şeyin mümkün olamayacak kadar yolunda gittiğini düşünür düşünmez içinde bir sıkıntı büyüyor, gaza basıyor ama geç kalıyor, en azından Barrett için. Aletinin yanında Barrett çok mutlu, teorisini ispatladığını düşünüyor, sonra bir ibrenin birazcık oynadığını görüyor. Bir parça enerji kalıntısı diye düşünürken ibre biraz daha oynuyor, sonra biraz daha, ardından hızlı hareketler, her şey oynamaya başlıyor, Barrett gördüklerini inkar ediyor, onca yıllık inancının, bilimsel çabalarının yıkılışını kabul etmiyor. Sürüklenme, fırlatılma, kırılma. Gölde yavaş yavaş batarken birinin yukarıdan kendisine baktığını görüyor, belki de aynı anda gerçekleşen olayların paralelliğinde, Belasco’nun işkence ettiği ve kanlı havuza bakmaya zorladığı Edith’in Barrett’ı gördüğü anda Barrett da Edith’i görüyor.
Fischer çözüyor meseleyi, kendini psişik etkilere kapalı tutup günlerce gözlem yapan adam Florence’ın ve Barrett’ın ölümünden sonra meseleyi çözmesi, muhtemelen ölecekse de elinden geleni yapması gerektiğini düşünüyor, Florence’ın ruhunun yönlendirmeleriyle şapele giriyor, bilgi parçalarını biriktirerek Belasco’yu aşağılaması gerektiğini anlıyor. Son. Barrett’ın bilimsel çalışmaları boşa yapılmamış olabilir bu arada, Emeric’in cesedini bulan Edith ve Fischer, odanın kurşunla kaplı olduğunu görüyorlar, kötülüğün yuvası radyasyondan korunuyor. Mumyalaşmış cesedin yanında bir testi duruyor, adam susuzluktan ölerek iradesinin çelik gibi sağlam olmasını sağlıyor. Bacaklarının kısalığından nefret ettiği için bacaklarını kestirip yerine upuzun takma bacaklar takarak uzun boylu kara siluet imajını yaratıyor, korkuyu güçlendiren bir etken.
Çok iyi bir korku metni, okunmalı. Çeviri hakkında da bir şeyler söyleyip bitireyim. Genel olarak iyi bir çeviri, birkaç sözcük tercihi dışında başarılı bence. Çok da önemli değil gerçi ama karakter “âlâ” yerine “pekâlâ” veya başka bir şey dese daha şık olabilir ki diyor zaten sonra. Barrett’ın duvardan duvara vurulduğu, kafasının gözünün yarıldığı sırada “cumbalak” tekrar yere düşmesi de sahnenin etkisini azalttı biraz. “Bayılayazmak” tercihi çok hoş, bu kurallı birleşik fiil kalıbının neden kullanılmadığını, unutulduğunu bilmiyorum, anlayamıyorum. Son olarak düşüncelerin yansıtılma şeklinin tutarsızlığı. Bilinç akıyor, karakter bir şey düşünüyor ve düşündüğü şey metne olduğu gibi yansıyor, bu durumda herhangi bir noktalama işaretine lüzum olmadığını sanıyorum. Üç biçim kullanılıyor bunun için, birinde tırnak içine alma var, diyalogdaki gibi virgülle bitmiyor düşünce. İkincisi tırnaksız, virgüllü, üçüncüsündeyse hiçbir şey yok, “diye düşündü” şeklinde tamamlanan bir yapı. Tercih meselesi, üçü de kullanılabilir ama üçüncüsünün okur için daha zahmetsiz ve okumanın bilişsel süreciyle uyumlu olduğunu düşünüyorum. Bu metinde tutarlılık sağlanamamış, üzdü. İkinci ve üçüncü biçimler ortaya karışık kullanılmış. Şöyle:
“Bugün kuş acaba? diye düşündü.”
“Kara delik niye delik diye düşündü.”
Arka arkaya gelebiliyor bunlar metinde, “acaba”lar iki şekilde de var. Oyum ikinciye. Zihinde noktalama işaretleri yok, anlamı direkt çıkartabiliriz. Belki de vardır noktalama işaretleri zihinde, bende yoktur. Okurken duydukları iç seslerinden de bahsediyor insanlar, iç ses de yok bende, şak şak şak göz hareketleri, tamam.
İthaki çok sağlam bir çizgi tutturdu, zevkle izliyorum. Şu şarkı da yirmi altı yıl sonra çıkmış ortaya, Buckley sevenler buyursun.
Cevap yaz