Bay Utz orijinal bir insan, cenazesinden belli. Yakın arkadaşı Dr. Vaclav Orlik org çalmayı bilse daha renkli bir tören olacaktı, olmadı. Rahip iki akorlu bir melodiyle durumu idare etmeye çalışıyor, Bolşevik bayağılının göstergesi bir çelenk karşılıyor gelenleri, pek kimse de gelmiyor gerçi. Orlik orada, Utz’un hizmetçisi Marta, birkaç kişi daha, hepsi bu.
Kaspar Joachim Utz, 7 Mart 1974’te Prag’daki eski Yahudi Mezarlığına bakan evinde can verdi, dünyanın en büyük porselen koleksiyonerlerinden biriydi. I. Dünya Savaşı sırasında Almanya için ölen babasından kalan madalya sayesinde Nazilerden kurtulmasının yanında bazı sanat eserlerini ucuza düşürebilmek için onlarla işbirliği yapmışlığı da var, civardaki koleksiyonerlerin evlerini tarif ederek tarihi eser kaçakçılarının gönlünü ediyor ki kalan ufak tefek bibloları, porselen eserleri aşırabilsin. Kökeni Almanya’ya dayanıyor, yarı soylu ailesini pek bilen olmasa da biraz forsu var. Savaş çıkınca Nazi sempatizanı gibi görünürken savaşın bitmesine yakın Çek vatandaşlığına geçerek Rusların baskısından da yırtıyor, bunun yanında Demir Perde ülkesine dönüşen yeni memleketinden kaçmayı düşünmüyor, onca insanın teklifine rağmen porselenlerini bırakamayacağı için hiçbir yere gitmiyor. Yeni rejimin baskılarından yırtmak için şatosunu bağışlıyor, koleksiyonunu eksiksiz bir şekilde yeni evine taşımayı başarıyor, bu kez rejimin adamları evine gelerek envanter çıkarıyorlar, eserlerin müzeye devri konusunda adamı sıkıştırıyorlar, neyse ki Utz adamları uzlaştırıyor, koleksiyonunun ölümünden sonra alınması konusunda anlaşıyorlar. Bir araştırmacının ağzından dinliyoruz bunları, Utz’la iletişime geçip sekiz saat boyunca porselenlere ve Utz’un garip huylarına maruz kalan adamdan. Baştaki cenaze sahnesinin anlatımından sonra kişisel deneyimlere geçiyoruz. Anlatıcı, II. Rudolf’un ilginç nesneler toplama konusundaki tutkusunu araştırmak için Prag’a geliyor, Sovyet tankları Çekoslovakya’yı işgal etmeden bir yıl önce, 1967’de. Rudolf’un amcası Arşidük Ferdinand’ın topladığı garip şeyleri görmek için Ambras Şatosuna uğruyor, yıllar içinde savaşlar veya hırsızlar yüzünden kaybolan eserlerden geriye kalanları inceliyor, filozof taşını bulmak için etrafına simyacıları, Kabalacıları toplayan hükümdarın hazinesi bütün eksiklerine rağmen yine de zengin. Araştırmasının bu kısmından sonra Prag’daki tarihçi bir dostundan yardım istiyor, koleksiyoncuların psikopatolojisini doğrudan inceleyebilmek için uygun bir örnek aradığını söyleyince dostu onu Utz’a yönlendiriyor. Prag’da çeşit çeşit insan var, Elizabeth dönemi tiyatrosu uzmanı olan çöpçü, şiirleri birçok yerde yayımlanan tramvay biletçisi, sanat ve emek üretimi için zaman bulabilen pek çok insan incelenebilir ama doğrudan Utz’a gidiyorlar. Geçmişe dönerek Utz’un ailesinin parayı nasıl kırdığını da görüyoruz, büyükannenin ileri görüşlülüğü sayesinde ailenin dünyalığı çıkıyor. Kadın sosyalizmin yayılacağını I. Dünya Savaşı sırasında görerek dünyanın dört bir yanında yatırım yapıyor, madenlerden pamuğa pek çok metadan para akıyor. Utz bu sırada çocuk, okula gidiyor ama derslerle pek arası yok, o yaşlarda porselenlere ilgi duymaya başlıyor ve büyükannesinin yatırımlarının nereye harcanacağı belli oluyor böylece. Üstelik genelevlere gittiği zaman takım taklavatının küçüklüğünü görüp kahkaha atan kadınlar yüzünden cinsel enerjisini insandan porselenlere aktarıyor, böylece tam bir patolojik vaka çıkıyor karşımıza. Müzelere gidiyor, birkaç biblo alıyor derken hikâye şekilleniyor, savaşları fırsat olarak görmeye başlıyor, insancıl bir yanı kalmıyor pek. Doktora götürüyorlar, “bir tür sapıklık” teşhisi konuyor, Utz’un tutkusu tescilleniyor. Şiddetten pek hoşlanmayan, toplumsal afetlere sevinen biri işte, Utz, porselen düşkünü. Züppe biraz da, gençliğinde İngiltere’ye dil öğrenmeye gittiği zaman pek bir şey öğrenmeden döndüğünde İngiliz işi şık bir takım var üzerinde, İngiliz sempatizanı artık, Dresden’in bombalanmasına kadar. Şehirde taş üstünde taş kalmamasından değil, bütün porselen takımların kırılmasından ötürü Batı dünyasına düşman kesiliyor, Prag’ın soğuk atmosferinde yaşamaya başlıyor. Marta’nın hayatına girmesiyle hizmetçisini de buluyor, diğer hizmetçilerin başına geçen Marta’yı dost olarak görmeye başlıyor. Değişecek bu, her sene bin bir zorlukla aldığı izinle Vichy’ye gidiyor Utz, orada dumura uğramış cinselliğini hatırlıyor ve etrafındaki kadınlara daha bir dikkatle bakmaya başlıyor, bir iki girişimde bulunuyor ama çok çirkin olduğu için umursamıyor kimse. En sonunda Marta’nın kendisini sevdiğini anlıyor, tabii bunda evli olmadığı için elinden alınmaya çalışılan evinin de payı var. Evleniyorlar hemen, böylece tek göz eve sığmayacak porselenler kurtulmuş oluyor. Utz’un yaşamı porselenleri korumak üzerine kuruluyor yavaş yavaş, aşamalar ilginç. Rejimle girdiği köşe kapmaca olayları mesela. “Zaten Marksist-Leninist rejim özel koleksiyon kavramına hiçbir zaman açıklık getirmemiş, bu konuda kesin bir tavır takınmamıştı. Troçi Üçüncü Enternasyonal günlerinde bununla ilgili gelişigüzel sözler etmişse de, kimse, bir sanat eserine sahip olmanın o kişiyi proleteryanın gözünde lanetlenmiş insan kılıp kılmadığına karar vermemişti. Koleksiyoncu o sınıfın düşmanı sayılabilir miydi? Sayılabilirse nasıl sayılabilirdi?” (s. 24) Sistemin açıklarını kullanıyor Utz, para da yediriyor muhtemelen. Bunları araştırmacımız koleksiyonu incelerken anlatmıyor, serbest dolaylı anlatıcıdan araştırmacının anlatımına geçiyoruz sürekli. Sekiz saatlik ziyarette genelde Utz’un matrak davranışlarına odaklanılmış, mesela Orlik’le yan yana geldikleri zaman Kafka’nın karakterinin dönüştüğü böceğin türü üzerine kavga ediyorlar, böcekler üzerine araştırmalar yapan Orlik’e göre Kafka’nın verdiği bilgi yetersiz, oysa Utz bunun pek de önemli olmadığını söylüyor, araştırmacının konuyu değiştirmesiyle yumruk yumruğa gelmekten kurtuluyorlar. İki deli arkadaş olmuş gibi bir şey. Gerçi Utz’un porselenleri Yahudi inançlarına bağladığı bölümler sağlam bir hayal gücü içeriyor, adam sosyal anlamda moron olsa da Golem’in hikâyesini porselene bağlaması, Adem’in aslında porselen benzeri bir maddeden yaratıldığını açıklaması ufuk açıcı denebilir. Anlatı sadece bir patoloji incelemesi değil, mitoloji ve mistisizm damarı da var, pek hoş.
Utz öldüğü zaman araştırmacı New York’ta, Orlik’in kartıyla durumdan haberdar oluyor, yalapşap bir cevap yazıp Orlik’i başından atmaya çalışıyor, zira Orlik adamdan para istiyor, çorap da istiyor, ilginç bir karakter. Yolu düştüğü zaman araştırmacı Prag’a gidiyor, ayrılışından sonra neler yaşandığını öğrenmek için. Konuştuğu insanlar başka başka hikâyeler anlatıyorlar, bazıları bütün takımın kırıldığını, Marta’yla Utz’un kendi elleriyle koleksiyonu parçaladıklarını söylüyorlar, kimilerine göre satmışlar, ne olup bittiği belli değil, bir tek eve gelen rejimin adamlarının boş raflarla karşılaştıklarını biliyoruz. Araştırmacı mevzuyu çok merak ediyor ve Marta’nın evini buluyor yıllar sonra, kapısını çalıyor, Marta kapıyı açıyor ve bitiyor anlatı. Sonu pek iyi kotarılmamış, çok keskin bir final. Geri kalanıysa başarılı, eğlenceli, iyi. Utz’un aslında değişmeye çalıştığını görüyoruz mesela yer yer, bazı konserlere gidiyor, sanatçılarla konuşmaya çalışıyor, arkadaş edinmek istiyor ama başarılı olamıyor. Vichy’deki kaplıca sahnelerinde de benzer durumlar var, sosyal zekânın alarm verdiği durumlarda kaçarcasına uzaklaşan insanları görünce üzülüyoruz Utz için. Son derece manipülatif, çıkarcı bir adam için bir yerde üzülüyorsak o adam iyi kurulmuştur sanırım. Çeklerin çok az şeyle yetinmelerine duyduğu hayranlık, Sovyetler ve Batı eleştirileri, kısaca düşünsel zemini de sağlam aslında. Dedim, Utz ilginç bir karakter, bilinmesini isterim.
Armağan Ekici çevirisi. Chatwin’in diğer kitapları YKY’den çıktı, denk gelirseniz bir bakın derim.
Cevap yaz