Karnavalesk anlatıların çok iyi bir örneği, hani soytarının bir günlüğüne olsun tahta oturması bile var, tam şenlik. İroniyi yutuyor mu, arkada dramın esamisi okunmadığından derdi başka aslında, türünü düşününce saf oyun. Fırtına kopuyor, sel basıyor, ortalık yıkılıyor ve bizim tayfa Büyükbaba’nın malikânesine kapanıyor, bunu savaştan kurtulmak isteyenlerin sembolizasyonu olarak görmek için aranan ögeler bulunabilir, ayrıca her karakterin bir hikâye anlatmasından Decameron‘a da varırız ki vebadan kurtulmak ancak hikâyelerle mümkündür, hikâyenin tılsımı anlatıcıları ve dinleyicileri korur. Sırf anlatmak, anlatma eyleminin kendisi kontrastın bir yanını oluşturur mu diye düşünüyorum, ilksel bir hayata tutunma çabası olarak düşününce, neden olmasın, düşen bombaların arasında yazmak başlı başına direniş. Şu da çıkarılabilir, Büyükbaba en sonunda Saturnin’i yanında tutmak ister çünkü mizaha, daha da önemlisi insancıllığa ihtiyacı vardır. Parayla, güçle sağlamaz bunu, Saturnin kendisi ister kalmayı, bir gün asıl patronu olan anlatıcının yanına mutlaka döneceğini söyler ama o güne kadar esas kodamanın yanında kalıp hayatını biçimlendirecektir. Uyanık, tuhaf, ilginç bir adamdır Saturnin, öyle teorileri vardır ki şaka yaptığı zaman evler yanmalı, insanlar zarar görmelidir, nitekim anlatıcının yanına gelmeden önce hizmetinde bulunduğu kadının havuza uçmasına yol açıp saygılarını sunmayı unutmamıştır. Katakulliyle yanaştığı anlatıcının evinde eylemlerini sürdürürken bir gün ansızın teknede yaşayacaklarını söyler anlatıcıya, ev çok kasvetli -ve doğuracağı sürprizleri bitmiş- olduğu için tekne iyidir, bir kere hep hareketlidir, suyun üzerinde salınır durur. Diğer karakterlerde olduğu gibi anlatıcının garipliği de kendine özgüdür, hizmetçisinin “kaptan” diye hitap etmesine karşı çıkmaz, evinden hemen ayrılıp tekneye taşınır. Saturnin’i merak eder anlatıcı, o tip insanları Doktor Vlach’ın söylediklerinden bilse de onlarla karşılaştığı pek söylenemez. Çöreklerin havada uçuşması diyelim, aç olduğu halde yiyeceğini fırlatmak isteyene pek rastlanmaz ama Saturnin piyasadaysa kafaya şaplayacaktır o çörek. “Bu tür bireylere Doktor Vlach kutsal birer değerlermiş gibi saygı duymakta. Doktora göre, bu tür bir eylemi gerçekleştirmek için yalnızca belirgin bir mizah anlayışına sahip olmanın yanı sıra cesaret, sağlam bir kişilik ve kim bilir başka neler gerekmekte. Benim fikrimi sorarsanız bu eylem ayrıca sıradan düzeyde deliliği de gerektirmekte. Aslına bakarsanız, bence, aklı başında her birey bu tür insanları onlar için özel olarak inşa edilmiş kurumların dışında görünce hayrete kapılacaktır. Ne yazık ki benim kaderimde de bu türden insanların gerçekten de var olduklarını ve özgürlükleri karşısında da henüz hiçbir sınırlama getirilmediğini görmek varmış. Çünkü Saturnin böyle biri.” (s. 9) Göze sokmuş Jirotka zaten, saturnalia işte, köleliliğiydi, efendiliğiydi, sınıfıydı, ayrımıydı, her şey ortadan kalkar, hiyerarşi yıkılır, eşitlik sağlanır, “normalde” eşit olmayanların yapamadığı ne varsa serbesttir. Saturnin’in hikâyedeki etkisi tam bu, sınıfların temsilcilerini şakada kukada, korkuda, eğlencede birleştirir. Devrimdir başlı başına, mizahı direnişin anlamını örtmez, çatışmaları görünür kılıp ortadan kaldırır. Jirotka karakterler üzerinden durum komedisi yaratmayı sevdiği için hikâyenin düğüm noktalarında yapıştırıverir Saturnin’i, mevzuları bu zehir zekâ karaktere çözdürür. Ciddiye almamak büyük hatadır, bomba gibi düşer ortama Saturnin, haso adamdır. Bulunduğu her yerde karnaval kanunları geçerlidir, insanları etkisi altına nasıl alacaktı başka türlü, kendini tamamlamak için insanı yanında duymasa sinizmden nasıl kurtulacaktı. Eğlence anlayışına bir örnek: etrafındaki insanları olmadıkları kişiye çevirmede çok mahirdir, anlatıcıyı bir aslan avcısı ve deli güllabicisi olarak gösterir, insanları ikna eder üstelik, herkes anlatıcıya saygı duymaya başlayıp uyduruk hikâyeleri keyifle yayar. Akışkan mıdır anlatıcı nedir, Saturnin’in çizdiği kalıba istemeden girer ama çıkmak da istemez, ne olursa iyidir, kendini Saturnin’in tedirgin edici dünyasına bırakır. Serüven başlar böylece, hayırlısı. Jiujitsu ustası olduğunu, bir tepikte anlatıcıyı sakatladığını ve bu yüzden malikâneye kapandıklarını ekleyeyim, o tepik olmasa her şey bambaşka olacaktı ama bilirsiniz, tepeden bir el dank diye iner de ne biçim yapar hayatı, ne yolları açıp kapar. Bu hikâyede el değil de tepik.
Katerina teyze -aslında “yenge”- ve Milouš baş belası kontenjanını dolduruyorlar, hikâyenin arıza çıkaranları oldukları için dizginlenmeleri lazım. Paraya düşkündür Katerina, Büyükbaba’nın servetine konmak ister, bu yüzden o meşum gün hemen konağa gelir. Oğlu Milouš da az değildir, aslında bir halt olamayacaktır ama annesi sürekli fişekler evladını, bu da kendini yücelttikçe yüceltir, verdiği rahatsızlıktan ötürü özür dilemez, hatta matrak bir gece tüfeği kaptığı gibi sağa sola sıkmaya başlar çünkü Barbora Tereby’ye, anlatıcının inceden kesildiği kadına âşık olmuştur, ikisinin yakınlaşması yüzünden kafayı yiyip tetiği çeker. Fırtına yüzünden elektrikler gitmiş, ortalık şimşeklerin ve yıldırımların aydınlığına kalmıştır, bir de namludan çıkan ışığa, tam kaos. Sonradan yine sakinleşecek, on sekiz yaşında sakin bir gence dönecektir dönebildiğince, en azından saatli bomba gibi dolanmayı bırakır. Şefkat gördüğü anda. Ağladığında. Milouš’un içinde gizlenen insanı görür anlatıcı, çocuğa ilk kez yakınlık duyar, mesele çözülür. Katerina’nın sorunu çözülecek gibi değildir, son âna kadar eşelemeye, Büyükbaba’yı kandırmaya çalışmaya devam eder, nihayet Saturnin’le Büyükbaba’nın ortak çabaları sonucu tufaya getirilir, dehlenir evden. Kıskançtır da bu, Barbora’nın yaptığı güzelim yemekleri beğenmez, daha fazla malzemeyle daha iyisini yapabileceğini söyler ama iki taşkın nehrin arasında kalmış evde yiyecek azdır zaten. Molieré’in kulakları çınladı resmen. Anlatıcıyla Barbora’nın arasında cızt bızt bir şeyler vardır elbet, başlarda gizlidir, hislerini açık etmezler. Klişenin bile komik tarafları var, Jirotka komedinin o tekniğini, bu yöntemini pek iyi kullanıyor. Bununla bitireceğim ama Doktor Vlach kaldı, onu da katalım. Kasa değişik, doktor uç çıkarımlarla karakterlerden en az bir karakter daha yaratır, davranış örüntülerini doğru bir biçimde analiz ettiği söylenemez. Saturnin’i elbette çoktan koymuştur yerine, üstelik doğru yere koymuştur, deli neşeyi gördüğü zaman -belki bir o zaman- ne gördüğünü tam olarak bilir. Olayları yorumlaması, karakterlerle iletişim kurması, her hareketi az falso.
Metnin mizah niteliğine bakınca, espri çeşitlerinden birkaçını alayım. Klasik malum, komik hikâye. Gecelerden birinde anlatıcının anlattığı hikâyedir: bir arkadaşının uzaklardaki evine kafa dinlemek için gidiyor, gecenin bir vakti kapı çalınca ürküyor biraz, yanlış eve girmiş olabilir mi? Kapıdaki adamla konuşuyorlar, adam evin kendisinin evi olduğunu iddia ediyor ama hayır, anlatıcıya göre öyle değil. Bir sürü gir çık, bir sürü çatışma, anlatıcı sabah evden çıkarken görür ki ev gerçekten de adamın evidir, çakılı tabeladan belli. Anlatım biçiminden çıkan esprileri metnin hazinesi sanıyorum, saçmasından anisine türlü türlü. Bir örnekle bitiriyor, metnin okunmasını şiddetle tavsiye ediyorum çünkü iyi komedi sıkı ciddiyetten ve sağlam zekâdan çıkıyor, bunda çıkmış. “Geri dönmeyecek olursa, onun hizmetinde öldüğünü unutmamamı istedi. Olabileceklerin en kötüsü gerçekleşirse, benden onun evlenebileceği herhangi bir çekici kızı arayıp bulmamı istedi. Bu kızla sanki Saturnin’in dul eşiymiş gibi ilgilenmem gerekecekti.” (s. 50) Çoktan evlenmiştir aslında, çoktan boşanmış, aklındakileri çoktan gerçekleştirmiştir, ortaya çıkmaları için biraz beklemek gerekir sadece. Az.
Cevap yaz