Mühim insanlar aynı yıllarda, aynı şehirde belki hiç karşılaşmadan yaşıyorlar. Haritalar var bununla ilgili, şimdi aradım bulamadım ama Viyana’nınki iyiydi: Freud’un evi kuzeyde, Zweig güneyde bir yerde oturuyor, Kafka en yakın arkadaşlarıyla oralarda dolanıyor derken kimler kimler, birbirlerine dokunuyorlar veya dokunmuyorlar. Sonra bir şey oluyor, savaş çıkıyor mesela, hepsi bir yere savruluyor. İş güç gereği gittikleri yerlerde de karşılaşabiliyorlar, zihinleri tokuşturdukları gibi yeni fikirlerle ayırıyorlar yolları, hoş. Mauméjean’ın denklikler üzerinden kurduğu metinlerin ikincisi bu, başka var mı bilmem. Kafka Paris’te bizim çavuşların Paris’te dolanırken Apollinaire’ye denk gelmelerini anlatıyordu, tabii o sırada çok meşhur bir tabloyu cebellebe eden Apollinaire yüzünden kodese düşüyordu bunlar, macera gırlaydı. Vasconcelos’la Zweig’ın, Paul Bowles’la Tahar Ben Jelloun’un oturup konuştuklarını, aynı mevzuyu farklı biçimlerde anlatmak üzere sözleştiklerini hayal ederim, keyif verir. Mauméjean böyle karşılaşmaları kurgulayarak veriyor aynı keyfi, bu metninde Houdini’yle Freud’u buluşturuyor. İkisi de kilitleri açarak meşhur olmuşlar, biri içeriden dışarıya, diğeri dışarıdan içeriye girmek için kendi yöntemini geliştirmiş, bu içi dışı birleştirerek gizemli olayları çözecekler. Havalı. 1900’lerin başlarında New York’tayız, Houdini tepetaklak edilmiş, hayvan gibi yüksek bir binanın tepesinde zincirlerinden kurtulmaya çalışıyor. Elbet kurtuluyor, omuzlarını yerinden çıkardığında ilk adımı, boğazındaki tel yardımıyla kilitleri açtığında ikinci adımı atıyor, sonrası kolay. Günde yedi sekiz saat çalışarak hazırlandığı gösterileri bütün Amerika takip ediyor, gerçi Batı’nın tamamı takip ediyor, zamanında Fransa’dan bir zıpçıktı meydan okuyunca hemen gitmiş Houdini, adamı madara edip dönmüş. Numaraları bir yana, adam iki parmağıyla şınav çekiyor, bir eliyle bilmem ne yapıyor, canavar gibi çalışıyor yani, yapacak. Macar köklerini unutmaya çalışması Freud’un ilgisini çekecek yeri gelince, ayaküstü bir psikanaliz, Houdini’nin en büyük sırrı açığa çıkacak ama bekleyelim, hikâyenin asıl gizemi çözüldükten sonra bu. Mauméjean karakterlerin gündelik yaşamlarını aralara sıkıştırmış, geçmişlerine bu aralarda yer vermiş, ben boca ediyorum şu an: hahamlığı çok sofu bulunduğu için tutunamayan baba terziliğe soyunmuş, Houdini başlangıçta babasına yardım etse de terzilikte görmüyor geleceğini, önce Yahudi çetelere katılarak ufak tefek hırsızlıklara başlıyor ama sonunun bir hücrede ölümü bekleyerek gelmesini istemediği için sihirbazlıkta uzmanlaşıyor, ardından çok ses getiren gösterileriyle ünü artıyor. Detaylara dikiz, sirklerde ve şov topluluklarında çalışırken Keaton tayfasıyla iş tutuyor, “Buster” adını veriyor en küçük oğlana. Yaşadığı yerin yakınlarında başka bir sihirbaz var, adamın evine gidip muazzam arşivini satın alıp sihirbazlık tarihini enine boyuna iyice öğreniyor, ekipmanla yapabileceği numaraları eski metinlerden aparıyor. Kardeşi Theo’nun yardımlarını es geçmemeli, esas beyin gücünü Theo sağlarken esrarengiz davanın çözümü için dedektif gibi çalışarak ipuçlarına ulaşıyor, bizim ikilinin bilmesi gereken ne varsa sağlıyor, helal olsun, Theo nam kardeşi olanın sırtı yere gelmez. Uzunca bir süre. Babasının rızasını bir türlü alamayan Harry sevgiden yana şanssızdır, sürekli bir onaylanma isteğiyle yaşamayı zül bildiğinden hemen ödünleme mekanizması devreye girmiş, ekstrem ekstrem işler peşinde koşmasına yol açmıştır. Freud’un söyleyecekleri bununla da bitmez, zincirli gömleklerden kurtulurken Houdini’nin aldığı cenin pozisyonuna, kapalı alanlardan kurtulmaya çalışıp kendini tekrar kapatması üzerinden mükerrer doğum isteğine değinir, her bir kurtuluş yeni bir yaşamdır, başlangıçtır, adam aslında toplumca alkışlanırken yaşamını bir anlamda meşru kılar da mesele bu değil, Houdini’yle Freud’un bir araya gelip büyük bir bilmeceyi çözmeye çalışmaları. New York’un muteber, haliyle sömürgen ailelerinden Vandergraaf’ın veliahtı kaybolmuş, arkasında üfürükten bir not bırakarak babasını telaşa salmıştır, Amerika’nın en zengin adamı Cyrus Vandergraaf hemen elini cebine atar ve Houdini’yi bağlar. Basit gibi görünüyor, oğlu Stuart’ın geride bıraktığı üç bölmeli dikdörtgen konteyner -aslında konteyner değil de öyle olsun- açılacak, bilmece çözülünce Stuart ortaya çıkacak, mümkünse. Tek başına da çalışmayacak Houdini, şanı Amerika’da yeni yeni yayılan bir psikoloğun da yardımına başvuracaklar. Gerçi söyledikleri yüzünden bu psikolog her yerde lanetleniyor, yani sonuçta kimse çocukken annesiyle cinsel ilişkiye girmek istediğini kabul etmiyor ve herkes bunun gibi fikirleri yüzünden Freud’a küfrediyor ama kafası çalışan bir adam sonuçta, Stuart’ın da Freud’un metinlerini okuduğu biliniyor, yardımı dokunur. Anneyle ilişkiyi sırf seksle bağdaştırmayan Freud hikâye boyunca aşağılansa da özgüveni zerre sarsılmıyor, açıklamaya niyeti de yok düşüncelerini, en azından ayaktakımına. Amerika’da tıbbın Avrupa’ya göre korkunç derecede geri kaldığını nerede okumuştum, Cadılar, Ebeler ve Hemşireler: Kadın Şifacıların Tarihi‘nde var, o geriliğe rağmen bir de aşağı görüyorlar Avrupa’daki gelişmeleri. Amerikalıların muhafazakârlığına dair eleştiriler Freud’la Houdini’nin diyaloglarında var, daha da pek çok çarpıklığı eleştiriyorlar. Diyalogların kurmaca açısından çok başarılı olduğunu ekleyeyim, numaracı Houdini ve tatlı huysuz Freud öyle konuşurlardı. Ne bilirim, bilmem ama bendeki karşılıklarına uyuyor. Jung için aynı şeyi söyleyemem, Houdini’yle muhabbetinde hocasının arkasından biraz fazla sallıyor sanki. Dört yıl sonra yollayacağı mektupla Freud’dan kopacak, emareler var da sert. Tartışmaları yeterliydi sanıyorum, Jung dandik meşgaleler bularak hikâyenin kilit noktalarında yer almaktan kaçındığı için ağırlığını pek hissetmiyoruz ama yan yana geldiklerinde Freud’la tatlı sert atışıyorlar, kabul edilebilir ölçüde. Onların ne işi var Amerika’da, davet edilmişler de konferans vermeye gelmişler ama yazdıkları tek bir satır yok henüz, bildiri mildiri hak getire, zaten şu davayı çözmeden hiçbir şey yapamazlar.
Gizemdir ama nihayeti bellidir, biri ölmüşse katili bulunur, biri kaybolmuşsa ne cehennemde olduğu ortaya çıkarılır ve katakulliler, taklalar yoksa son derece sıkıcıdır bu çözümler, metin hemen kurur. Yakınlarda okudum, Karcılılar’dan Mavinin Reddi tam böyle bir metin, az kalsın infilak edecektim. Mauméjean, alkış ona, diyalog sokar, karakterlerin New York’taki meşhur tanıdıklarıyla münasebetlerinden bahseder, para babalarının şehri gökdelenlerle doldurmaya başlamasından işçilerin Pinkerton davarlarınca mahvedilmesine değinir, yüz iki biçimde doldurur metni, her şeyi de yerli yerine koyduğu için aşure çıkmaz oradan. Nefret ederim aşureden, ondan diyorum. Ben de süte ançüez, zencefil, kırmızı mercimek falan katayım, basayım şekeri, olsun tatlı. Saçma sapan işler. Nedir, üç bölmeli konteyner dedik, Freud bilinç, bilinçdışı ve bilinçaltı olmak üzere üç zımbırtıya ayırdığı zihinsel şemayı ele alarak bu bölümlere teker teker girmeyi amaçlar, olur da hile mile yaparlarsa mekanın havaya uçacağına dair kuvvetli deliller vardır ellerinde. Kıyak mevzu, bilinçdışı ilk kutuyla temsil edilir misal, girmesi en kolay bölüm olduğu için Freud kapıyı açtığı gibi doluşurlar odaya, patlamazlar. Stuart’ın odasının bir kopyasıyla karşılaşırlar, eşyalar aynıdır ama dandik replikalardan ibarettir, kodamanlardan biri oturduğu sandalyeyle birlikte yere yapışır. Her bir aşama yeni karakterleri sokar devreye, replikaların yapımıyla ilgili bilgi almak için eski bir arkadaşına giden Houdini bilgi kırıntıları getirir, Freud kafayı çalıştırarak ikinci bölmeye geçmenin yollarını ararken hikâyedeki bir başka zengini görmeye gidip oradan da kırıntı edinirler, bu minvalde adım adım çözülen bir mambo cambo.
Okuyacaksam böylesini okumak isterim, gizem çözümün merkezde olduğu anlatılar böylesi değilse sarmaz. Bu sardı, Maumejéan’ı takip ederim.
Cevap yaz