Xavier Mauméjean – Kafka Paris’te

Max Brod da Paris’te, es geçmemeli. Apollinaire ve Léger de oralarda takılıyorlar, hatta Apollinaire o sıralarda Mona Lisa‘nın çalınmasında baş şüpheli olarak hapsedilmiş de yeni çıkmış, Picasso satmış arkadaşını, suçsuz olmasına rağmen Apollinaire’i suçlamış ama suçlu kendisi, Géry Pieret bir süre önce Louvre’dan iki heykel çalmış da Picasso’ya hediye etmiş, Picasso heykellerin orijinal olup olmadığını anlamak için kırmış güzelim eserleri, sonradan yalan söylediği ortaya çıkmış falan, bir dünya olay. Kısacası Apollinaire dost kazığı yemiş, eserlerinin basımına engel olunmuş, Birinci Dünya Savaşı’nda savaşmış ama hak ettiği madalyayı malum olaydan ötürü vermemişler. Gerçi mevzu Kafka ve Brod, hikâyeleri hoş. Maumejéan dersine çalışıp da yazmış romanını, Brod’un Paris seyahatine dair yazılarından etkilendiği bariz, Gustav Janouch’un metninden de faydalanarak Kafka’nın tasvirini ödünç almış, iki metni karşılaştırınca hemen hemen aynı portrenin çizildiğini görüyoruz. Seyahatin öncesiyle başlıyor Mauméjean, Kafka ofisinde çalışıyor, ıssız adam, çalışkan, jilet gibi giyinmiş her zamanki gibi, amirinin yanına çıkarak seyahate dair konuşuyor. İşleri başkasına vereceği için rahatsız olan amir geziyi bir an önce tamamlayıp işine dönmesini istiyor Dr. Kafka’dan, müstesna ve çalışkan bir avukatı birkaç gün için olsa bile zor, seviyor da Kafka’yı, en iyisini dileyerek yolluyor. Esas problem evde, Hermann Kafka her zamanki alaycılığıyla Paris gezisini eleştiriyor, mağazına bakacak birine ihtiyacı var ama oğluna “izin vermiş”, en iyi arkadaşı Brod’la birlikte yolculuğa çıkmasından içten içe memnun. Mauméjean ilerleyen bölümlerden birinde babasından yüzmeyi öğrenen Kafka’nın ihtiyarı içten içe sevdiğini söylüyor, çatışmaları malum. Brod mu söylüyordu yoksa Janouch mu, Hermann Kafka’nın sivri dilinden dökülenlerden çok etkilenen Franz’ın hamamböceğini babasının dilinden alıp metnine soktuğunu biliyoruz, sadece edebi anlamda bir etkilenme yok tabii, Prag’ın sonsuz hüzünler şehri olduğunu söyleyen Brod arkadaşının evinden doğan hüzünleri de biliyor. O zamana kadar birkaç metinleri yayımlanmış, yıl 1911, yeni metinler yolda, Kafka’nın zihni durmadan çalışıyor. Araya bir şey sıkıştırmalıyım, Mauméjean 1911’den sonra ortaya çıkacak metinlerdeki çoğu ögeyi Kafka’nın yaşamına yerleştirmiş, örneğin amirinin bir arkadaşına “Josef K.” adını takmış Kafka, bunun gibi pek çok şeyle karşılaşacağımız için aslında Kafka’nın metinlerini okuduktan sonra bu metin okunursa ikide bir gülümseyeceksiniz, bazı şeyler çok tanıdık gelecek. Her neyse, Kafka iş yerinden çıkarak Brod’la buluşmak üzere müdavimi oldukları kafeye gider ve her zamanki gibi geç kalır, Kafka her daim geç kalan biridir, Brod hiçbir şeyin değişmeyeceğini bilerek söylenir. Kafenin çalışanı Patera nam huysuz adamın Alfred Kubin’le Prag üzerine girdikleri diyaloğu hatırlarlar, o sıralarda Paris’e ilk kez gittikleri için anıları canlıdır, Franz korkunç bir kan çıbanı çıkarınca ilk trenle apar topar dönerler ve gezintileri hezimete dönüşür. O günden sonra Fransızca öğrenmeye başlarlar, ikinci gezilerinin felaketle sonuçlanmaması için ellerinden geleni yapmaya kararlıdırlar. Kafka’nın migreni ara sıra tutsa da önceki gibi sorun çıkmayacaktır, Paris’in yuttuğu bu iki arkadaşın başlarına gelmeyen kalmayacaktır ama biraz daha var buna, önce yayınevine gidecekler. Patron onlardan Paris’e dair bir rehber hazırlamalarını isteyecek, ayrıca Kremp nam arkadaşıyla ilgilenmelerini de rica edecek, karşılığında yolculuk masraflarını karşılayacak. Bizimkiler anlaşmayı kabul ediyorlar, trene binerken Kafka’nın seyahat sigortasına dair işkili trene zar zor yetişmelerine yol açıyor, sigortaya uymak için biletleri değiştirip bir alt sınıfta yolculuk etmelerinden ötürü Brod arkadaşına çıkışıyor yine, Kafka pimpirikli bir adam olduğu için belli ki önceden de arıza çıkarmış ve Brod’un sinirlerini bozmuş. Onlarınki böyle bir arkadaşlık. Brod paniklemeye müsait bir adam, Kafka soğukkanlı ve tuhaf.

Yolda çıkan birkaç sorunu Brod’un parasıyla hallediyorlar, Paris’e varıyorlar, şenlik başlıyor. Brod kalacakları otele rezervasyon yaptırırken kurmaca karakterlerinin isimlerini verdiği için önce açıkta kalıyorlar, sonra yine parayı basıp yeni kayıt açıyorlar. Paris gezintilerinde kafelere uğruyorlar, bahçelerde dolanıyorlar ve Louvre’a geliyorlar nihayet, müzede gezinen bir komiserle tanışıyorlar. Muhabbet yakın zamanda gerçekleşen hırsızlık olaylarıyla ilgili, komiser müze müdürünün şutlandığını ve Apollinaire’in kısa süre sonra serbest bırakılacağını söylüyor. Bir sonraki durak genelev, Brod güzel güzel takılıyor ama Kafka’nın bir şey yapası yok, kadının kalp kırığını dinledikten sonra çıkıyor mekândan, içi rahat. Anlatının görece sakin bu ilk bölümünde heyecan uyandıran pek bir şeyle karşılaşmıyoruz, eğlence yarıdan sonra başlıyor. Seyahatlerinin son günlerinde Kremp’i bulmaya çalışıyorlar, adamın kaldığı binanın kapıcısı beşinci kata çıkmalarını söylüyor, çıkıyorlar, kafadan kontak bir adamla karşılaşıyorlar. Kremp’in evinin duvarları silahlarla dolu, gramofondaki şarkıda vurpatlasıncılar övülüyor, yayınevi sahibinin anlattığı çatlak tipe uyan Kremp’le geçirecekleri zamanı düşündükleri zaman tedirgin oluyorlar ama yapacak bir şey yok, adamla birlikte sokağa çıkıyorlar ve esas Paris o andan sonra kendini göstermeye başlıyor. İlk önce lokantaya gidiyorlar, Kremp “perhiz sanatçısı” dediği bir arkadaşından bahsediyor sohbet sırasında, gülümsüyoruz, sonra Brod ve Kafka birbirlerine laf sokuyorlar arada, yine gülümsüyoruz, metroya iniyorlar ve Kremp’in talimatlarıyla karanlık, izbe bir yola saparak pisliğin, farelerin arasında kalıyorlar, fare ısırıkları, durmadan kayan ayaklar, nihayet kabus sona eriyor da sokağa çıkıyorlar yine, Kremp’in eskici bir dostunu bularak yeni kıyafetlerini giyiyorlar. Kafka’nın sinirleri bozulsa da görevini yerine getirmek için elinden geleni yapıyor, yarım yamalak uykular uyuması yaşadıklarının gerçekliğini eğip bükmeye başladıktan sonra fare dövüşlerine gitmesi de şans. İyi veya kötü. Paris’in yeraltı dünyası basbayağı, fare dövüşleri düzenleniyor, diğerlerine haber vermeden bahis oynayan Kremp kaybediyor ve canavar gibi borçlanıyor. Topuklarına sıkılmaması için hemen yayınevine haber, 10 bin frank yollanıyor ve para ödeniyor. Kime, gittikleri başka bir garip mekândaki Apollinaire’e, bahis işleriyle ilgilenenlerden biri o. Sonrasında ip kopuyor, Latin Amerika’dan gelen ünlü bir performans sanatçısını izledikleri sırada mekânı polisler basıyor, herkesi yakalayıp götürüyorlar. Müzede karşılaştıkları komiser onları hemen tanıyor ve yabancı oldukları için kolay kolay yırtmayacaklarını söylüyor, gerçekten de hakim karşısına çıkmadan önce Brod bir temiz dayak yiyor, Kafka her şeyi düşteymiş gibi duyumsuyor. Yargılanmalarının anlamsızlığı bariz, otel çalışanı onların başta yanlış isim verdiğini söyleyerek işleri iyice karıştırıyor, kim oldukları belli değil, hakim istese içeri tıkacak onları. Dava basbayağı, zaten metnin son bölümünde Kafka’nın kısa süre sonra metnini yazıp yayınevine teslim ettiğini göreceğiz. Neyse, oradan kurtulup Prag’a döndükleri zaman yayınevi sahibinin battığını öğreniyorlar, 10 bin frank adamın canına okumuş. Daha da kötüsü günlerce birlikte gezdikleri ve başlarını belaya sokan adam Kremp değil. Fransa’daki kat usulü Prag’dakinden farklı olduğu için dördüncü kata çıkmışlar, beşinciye değil. Delinin tekiyle gezip durmuşlar kısacası, kapıcı her şeyi görmüş ama bizimkiler bahşiş bırakmadığı için hiçbir şey söylememiş, Paris’te kimse kimseye karışmazmış bir de. Sonuçta fantastik bir seyahate çıkmışlar işte, Kafka davasını bulmuş, böceğini görmüş, açlık sanatçısına dair bir şeyler toplamış, fareleri görmüş, kurmacaları için malzeme toplamış.

İyi bir roman bu. İki ünlü yazarın bilmedikleri bir şehirde karşılaştıkları yaşamın rengini taşıyor, eğlenceli.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!