Vecdi Çıracıoğlu – Kara Büyülü Uyku

Söylenir ki Konstantinopolis cereyan yapsın diye açık bırakılan bir vasistastan giren çerilerin azmiyle kazanılmıştır, tarihte Almanlarla yaptığımız ilk ittifakın sonucunda bu pencere açık bırakılmıştır. Meh. Fetih öncesinde şehrin insanları açlıktan kıvranırken bir kısmı da sefahate dalmıştır, türlü içkiyle kendinden geçenler tenasül organlarıyla muhtelif oyunlara dalmışlar, kapıda bekleyen yıkımı bir anlığına unutmaya çalışmışlardır. Rahipler bu Bacchus ayinlerini korkuyla izleyip yapılacak bir şey kalmadığına karar verdiklerinde mekanlarına kapanmışlar, vakitlerini ibadet ve erikle geçirmişlerdir. Grejuva üretiminde kullanılan erikten eriyik koca kazanlarda hazırlandıktan sonra ilgilisine sunulmuş, şahıs fennin son mucizesi bu bulamacı diğer iki şahsın ürettiği kimyasal naneyle birleştirip sönmeyen ateşi üretmiştir. Müslümanlar bu ateş yüzünden çok can verdikleri için en az onun kadar etkili bir silah geliştirmek için ellerinden geleni yaparak toplara abanmışlardır. Bu noktada Çıracıoğlu’nun Verbain’i girer mevzuya, şehirden kaçan döküm ustası, top bilgini, ka-boom üstadı katırının üzerinde sallana sallana yol alarak Sultan’ın kurdurduğu dökümhaneye gelir, öncesinde çerilerce sorguya çekilir ve Konstantinopolis casusu olduğu şüphesiyle tutulur. Ertesi gün top dökümcülüğünden sorumlu Hadım Şahabettin Paşa karşısına Hacı Muslihittin Ağa’yı alarak Sultan’a bir tezkere yazar, ecnebi memleketlerde top döküm ustalığı bilinen kişinin hünerlerini göstermek istediğini söyler. Sultan adama güvenmeyecektir, bu yüzden has adamlarına casusluk emri verir ama istenen malzemeleri de temin eder. Sürecin başından itibaren ortalıklarda dolanan bir cüce, Verbain’e dedikoduları aktaracaktır, böylece adamı biraz rahatlatacaktır ama ne idüğü belirsiz olduğundan tehlikelidir de. Sultan’ın cephesinden de görürüz yaşananları bazen, metin bölümlere ayrılmıştır ve esas karakterler merkeze sırayla alınırlar, yaşayıp gördükleri anlatılır. Sultan bir zaman önce öldürdüğü Ahmet’i düşünmektedir, kardeşini boğanlara boğulmanın nasıl bir şey olduğunu sorar. Pişmanlık duyar biraz, bu yüzden abisi Alaaddin’in eceliyle ölmesinden memnundur. Şehri nasıl alacağını bildiği ama uygun aletlere sahip olmadığı için memnun değildir, bu yüzden Verbain’den çok şey bekler ama ustanın katakulli çevirebileceğini aklından çıkarmaz. Konstantinopolis’i çok sever Sultan, fetihten sonra yerlere tükürenlere ceza kesilmesine dair fermanını yazar. O sıralarda Mercrea Hermes adlı zevk düşkünü, mekanında türlü eğlencenin dönmesini sağlayan adam Agii Michael Kilisesi’nin papazını ve keşişlerini delirtmeye devam etmektedir, düzelmesi için her gün dualar edilir ama Hermes şehrin düşmesinden kısa bir süre öncesine dek sefayı sürdürür. Kent berbat durumdadır oysa, binalar yıkılmak üzeredir, halk yoksuldur, her gün daha fazla insan şehrin belli bir noktasında toplanarak avuç açar. Çıracıoğlu’nun çok çalıştığı belli, dönemin mimari yapıları ve toplumsal dinamiği pek detaylıdır. İki mesele var ki anlatının kusurlarıdır bence, aslında üç ama biri sonra. Çıracıoğlu hikâyeyi dümdüz anlattığı için bu malumat sıkar bazen, mevzu biraz malumatfuruşluk. “Bilgi topağı” denen kümül yüzünden birbirine çok yakın iki noktada Verbain “düşünür”, düşüncesi topun hazırlanışı sırasında neyin nasıl olacağı, neyin nasıl olmayacağı ve nelerin döküme katılıp katılmayacağıdır. Mesela pelikan tersi mi ne ister Verbain, Ağa’ya hakaret gibidir bu ama yine de lazımdır, Ağa, “Neyse ki bizde bu boktan çok bulunur!” diyerek hışımla terk eder ortamı. Yani padişahın en önemli adamlarından birinin tırt gördüğü insana trip atıp mekandan Deep Turkish Web tabiriyle “çıkış yapması” biraz şey. De anlatacağım mevzu bu değil, şu: “Dikine kazılan çukur iki ayaklık derinliğe sahipti, dökümcülerden ikisi direklerin ucunu tutarken üçüncüsü karışımı çalkalarken ısı yüzünden boncuk boncuk akan ter tanelerini eliyle siliyordu ki metalin yüzeyini çatlatacak hava buharcığı oluşmasın. Pelikan tersi sıvanırken kakambalar uçtan uca eklenerek şümöliye ağır ağır yedirildi, topun namlusunda iki kişi samba yaptı. Bu iş böyle olmazsa top terse patlar, etrafındakiler duman olurdu, Verbain’in aklından geçenler bunlardı.” Verbain’in aklından geçenlerin bunlar olduğunu sanmam, bunlar serbest dolaylı anlatıcıyı da aşıp anlatıya doğrudan müdahalede bulunan yazarın aklından geçenler. Verbain ustalığına güvenen, yardımcılarından biri alavere çevirmezse başarıya ulaşacağına güvenen bir adam, ince iş yaptığı için kaygıyla, öfkeyle, umutla dolu bir adam, metin burada çatlıyor biraz. Top çatlamıyor ama, yapıyorlar gerçekten. Ahali toplanıyor, Sultan gelip dua ediyor ve ilk deneme gerçekleştiriliyor. En uzaktan daha uzağa düşüyor top, ilk deneme başarılı. İkinci denemede yardımcılardan birinin yediği halt yüzünden başarısızlıkla yüzleşiyor Verbain, geride bir yüz kaldıysa tabii. “Büyücü” nihayet çuvallıyor ve düşmanları memnun oluyor, iyi ama bunu şak diye verip anlatıyı noktalamak neden? Kuru hikâyeye dönüyor anlatı bu yüzden.

Saray entrikalarının örnekleri hoş, Ağa padişahının emriyle adamlarını Verbain’i izlemeleri için yönlendirdikten sonra adamın yardımcısına da kancayı takıyor ve her bir eylemden haberdar oluyor, böylece Verbain’i aradan çıkarıp kendi toplarını üretebilirler. Fethin az öncesi, bahar gelmiş dallarına memleketimin, ellerini çabuk tutmalılar. İçeride karışıklıklar başlamış, dindarlar kâfirlere saldırdıktan sonra tersi de yaşanıyor ki bu sefahatin boyutlarını Yannis’in gözünden görebiliyoruz, âşık olduğu kadın zevk mabetlerinden birinde fahişe olarak çalıştığı için Yannis sürekli kızın peşinde, amacı padişahın ihsanlarından kendine yuva yapıp sevdiği kadınla birlikte mutlu mesut yaşamak. Aşkı doğrudan kadına yönelik, bu da bir çatlak. O çağda aşkın öylesi bireysel olduğunu hiç sanmam, biraz şövalyelik, ilahi bir açı da olmalıydı zannediyorum. Neyse, bölünmeler iyice hız kazanıyor, soylu adamlardan biri Papa’nın serpuşu ve sakalı yerine Türk’ün sarığı ve sakalını görmeyi tercih ettiğini söylüyor, hepimiz biliriz bu hikâyeyi. Nitekim bir süre sonra bu papaz ve arkadaşları bir tezkere yazacaklar ve Sultan’ın yol açacağı yıkımdan kurtuluşun mümkün olmadığını gördükleri için bağışlanmayı dileyecekler, Sultan’a bağlı kalmaya yemin etmeleri tezkerenin en önemli kısmı. Açıktan yollayamazlar tabii, papaz tanıdığı bir kayıkçının yardımıyla mektubu adresine ulaştıracak. Anadolu’dan gelen pek çok zanaatkâr, çeri getirilmiş ve tımar vaadiyle şevklendirilmiş, şehir mutlaka alınacağı için herkes kirişi kırma derdinde. Ak Şemsettin ve diğer bilginler Sultan’la istişarelerde bulunarak şehre nerden gireceklerini, Verbain kâfirine güvenip güvenemeyeceklerini konuşuyorlar, Sultan’a göre topun sırrı ele geçirildikten sonrası önemli değil. Verbain’in sırrı bir çekik gözlüden öğrenmesi de hoş bir detay, sarı suratlı ve kısa boylu adam ölmeden bir süre önce sırlarını Verbain’e vererek Konstantinopolis’in fethedilmesini sağlamış oluyor, hoş bir zincir. Kâfirlik, cehennem ve top dökümüyle ilgili düşünce zincirleri de hoş, döküm sırasında yananların cehennemde o kadar yanmayacaklarına dair inancı sağlam Verbain’in, bu dünyada ateşle yüzleşenlerin işleri öbür dünyada daha kolay olmalı. Çok zor iş çünkü, geniz yanıyor durmadan, malzemelerin patlama riski var, en ufak bir dayanıksızlık ve çatlak faciaya yol açabilir, risk büyük. Ocağın delinme tehlikesi belirince herkes kaçmaya çalışıyor mesela, Verbain durumu toparlayana kadar herkes korkuyla kıvranıyor ama adam usta, Ağa’yı delirtip işini bir güzel görebiliyor. Bölümlerin başındaki Latince ve Yunanca alıntılar da hoş, şehrin mirasına dair anıştırma.

Denk gelen okusun diyeceğim, bir İhsan Oktay Anar performansı beklemiyordum ama klasik anlatıya yaslanacağını da düşünmemiştim açıkçası. Hikâye çok iyi, anlatım tatmin edici değil.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!