Vasilis Danellis – Ölü Saatler

Yakışıklı olduğu söylenir. Erkeksi bir çene, Antik Yunanvari bir burun vesaire, oysa geçkince bir adam sadece. Saatine bakıyor, üç dakika geçiyor, kadının erkek arkadaşı hesabı ödüyor o sıra, beş dakika geçiyor, yine bira söylüyor. Anlatıcı oturup bakınıyor, topallaya topallaya gelen kadını görüyor. Soluk soluğa kadın, birinden kaçıyor, bir şeyden korkuyor, kalabalığa karışıp kaybolmak istiyor. Topuğunun teki kırık, büfeci iyi olup olmadığını sorunca cevap vermiyor kadın, topuk cevap veriyor: kırık. Gecenin içinde bir şeyi arıyor bakışları, anlatıcıda duruyor, suratını ekşitiyor. Bakışlar. Bir sigara yakıyor anlatıcı, kadın su istiyor, içiyor ama ödemeye parası yok, cüzdanını bir yerlerde kaybetti belki, kaçtığı kişide kaldı, kaçarken topuğunun düştüğü yere düştü, her neyse. Anlatıcı parayı veriyor, takipçiyi görüyor sonra, karanlık bir adam. Kadına kötü bir şey mi yapacak, vuracak herhalde, anlatıcıyla kadın taksiye atlayıp uzaklaşıyorlar. Kadının evinin önünde duruyorlar, anlatıcı durmalarını söylüyor taksiciye, takipçi motosikletiyle yaklaşınca kapıyı açmaya çalışan kadın çığlık atıp taksiye geri dönüyor. Taksici durumu anlamış, adamdan kaçmaları lazım, eğlence çıktı. Adamın evine gidiyorlar, yolda bir sürü insan bakıyor, tuhaf yüzlü insanlar, tekinsiz insanlar, başa bela olabilecek insanlar. Anlatıcının nelere dikkat ettiğine biz de dikkat etmeliyiz, sıradan biri değil bu. Küçük ve dağınık bir dairesi var, kadın rahatsız olmuşa benzemiyor. Yemek yiyorlar, anlatının başından beri üç saat geçmiş, kadın bulaştığı berbat işleri anlatıyor, sanki fırtına çıkarıyor, ev sayısız sözcükle doluyor, anlatıcı yarı sarhoş olduğu için çoğunu anlamıyor. Doğum günü üstelik, ne şans. Yardım edecek mi, soruyor kadın, evet, yardım edecek. Bir paket alacaklar, sonra birine teslim edecekler, yolculuk var. Kız planını anlatıyor, adam dinlemiyor, sonra ıssız bir yere park edip bekliyor. Kadın on beş dakika sonra dönüyor, elinde paket, hiç dönmeyebilirdi ama anlatıcıya güvenmekten başka çaresi yok. Adam o karanlıkta el yordamıyla aradığı şeyi buluyor, arabadan iniyor, kadın tam konuşacakken ateş ediyor. Kadının yüzünde hayret dolu bir ifade, anlatıcı üzülüyor kadının yaşadığı son duygu hayret olduğu için. Beşe on var, beş, motosikletli adam gelip büfeye yanaşıyor, paketi alıyor, para dolu bir zarf uzatıyor. Doğru kalınlıkta, saymıyor anlatıcı. Nice yıllara.

Adamımız iş bitirici, profesyonel, soğukkanlı. Faka basarsa merhametten basar, ufukta görünmüyor öyle bir şey. Henüz. Başka bir hikâye: Barda oturuyor anlatıcı, kızlarla konuşuyor. Uruguay’dan gelen, Meksika’dan gelen, kadınların sonu gelmiyor, hepsi ya denizcilere takılmış ya kodamanlara, Yunanistan son durak. Buenos Aires’in sıcak yazlarını anlatıyor biri, eğlenceli sokakları, sabahları işe gitmek için yollara dökülen liman işçilerini, yoksulluğu. Toplumsal arızalar anlatıcının konuşkanlığından giriyor metne, kuru macera değil yaşadıkları. Buenos Aires’ten geleni o gece bir şeyler yaşamak istemiyor, görmesi gereken biri var ama anlatıcı peşini bırakmıyor kadının, takip ediyor, yeterince korkutuyor. Bağırmak istemiyor kadın, titriyor, yeterincesi bu. Kadının kaldığı yere çıkıyorlar, yatak odasının kapısı açılınca silahını çekip adamın suratına dayıyor anlatıcı. Nasıl buldu, birileri kadının varlığından haberdarmış, adam korkunca kadının eteklerinin altına sığınıyormuş, oradan. Mahkemede şahitlik yapmayacakmış adam, yeminler ediyor. Ateş ediyor anlatıcı, kadına dönüyor. “Ağlıyor. Gözyaşlarını başparmağımla siliyorum. Namluyu çenesine dayıyorum. Pencerenin dışında doğan gün gökyüzünü kızıllaştırıyor. Gözlerini kapıyor. Ona doğup büyüdüğü daracık sokakları, nehirleri, bu saatte limandaki işlerine gitmek üzere yola çıkan işçileri düşünmesi için zaman tanıyorum.” (s. 29) Pire’de de hareketli ortalık, kamyonlar konteynerlere yük taşıyor. Ayaz insanı donduruyor, anlatıcı cebinden çıkardığı şişeyi kafasına dikiyor bir daha asla denize açılamayacakların şerefine.

Katakulli var, planlı programlı işler var, süper taktikler var, bunun yanında adamımız yaşlandığı için cortlatıyor usul usul. Sopa yiyor, ağzı gözü şişiyor, sümsük tepesine indi mi kanlar içinde yere yığılıyor ama nizam nedir biliyor anlatıcımız, en olmadık yerde en düzgün kroşeyi çıkarıyor, oturttu mu yıkıyor geçiyor. Bir döner tekme, iki seksen. Aparküt mu çaktı, mevta. Silahı çekiyor, dövüştüğü gelip pat diye vuruyor eline, silah düşüp patlıyor, mermi duvara saplanıyor, elleriyle dövüşmeye devam. Rakip on kilo daha hafif, on yaş daha genç, bir baş daha kısa. Çut diye koyuyor bir tane, anlatıcının şakağı bayılmasını istiyor ama bayılmıyor bizimki, kudurmuşçasına saldıran adama atlıyor. Kaybetmek üzere olduğunu biliyor, onunki sadece iş, adam hayatı için dövüşüyor. Aklı başka yerde anlatıcının, acaba diğer mesleği seçseydi hayatı nasıl olurdu? Otobüs şoförü olsaydı sakin, sessiz günler, Patterson’da otobüs şoförlüğü gibi bir şey, balıkçı olsa denizin dalgaları heyecan verirdi bir, tuttuğu kadarınca yaşardı. Şimdiyse kafasına inmek üzere olan darbeden zor kurtulup bir diz savuruyor, adamın burnunu kırıyor. Adam koşup yere düşen silahı alıyor, ateş ediyor ama yüzü gözü patlak, tutturamıyor. Suratına bir tekme, dişlerini ağzından kusuyor. Silahı alıyor anlatıcı, bütün şarjörü boşaltıyor. Haşatı çıkmış, gidip bir yerde oturuyor, etrafına toplanıp soruyorlar, iyi mi? Çok iyi, viskileri arka arkaya yuvarlarken kendi de yuvarlanacak gibi oluyor, dünyayla birlikte yuvarlanmak istiyor, taksici olsaydı keyifle yuvarlanacağını hayal ediyor. Arabasıyla birlikte.

Polisiye roman okumayı seviyor, okuyor, bir hikâyenin nasıl başlayıp nasıl bittiğini anlamak istiyor. Kendi hikâyesini şablona oturtmayacak, kendisine dair fikri yok gibi görünüyor. Silahının dışında askıya alacağı hiçbir şey yok, romanlardaki karakterlerden biri olabileceğini düşünüyor bir anlığına, ahlaki değerlerinin olmayışı sorun değil, o karakterler gibi vicdan azabına falan kapılmaması, saçmalıklara bulaşmaması sorun. Ne tam gerçek ne tam kurgu, oturmuyor hiçbir şeye, ortalıkta dolanıp birilerini öldürüyor sadece. “Benim gerekçem bir hayli basit. Parası ödenmiş bir ölüm adil bir ölümdür. En azından adil bir alışveriş. Öldürdüğüm insanları tanımadığım gibi onları neden öldürdüğümü de bilmiyorum. Soru sormuyorum, umurumda değil. Karşılarına çıkmış olmam, yaptıklarıyla ölümü hak etmiş olduklarını gösterir. Şu veya bu şekilde mutlaka bir şey yapmışlardır.” (s. 41) Son bir sigara kalmış, yakıyor, son bir sigaranın kalması kurgusal klişe, son sigara klişeden fırlayan gerçek, neyi nasıl ayırmak gerek bilmiyor anlatıcı, Midilli’de, sahil güvenlikçi kelle bıyıklı balıkçının yanına gidiyor, muhabbet ediyor, beraber balık yeme teklifi reddedilince tepeye çıkıp tüfeğini kurmaya başlıyor. İki adamın işleri var gerçekten, bir yerlere girip çıkıyorlar, anlatıcı bir türlü tutturamayınca küfrederek iniyor aşağı, peşlerinden. Sahil güvenlikçinin beynine sıkıyor, diğerine taşıtıyor adamı. Paraları alıyor, gemide sigara otlanan tip ekstradan, ensesine sıkıyor. Kalan bıyıklı üç isim söylüyor, hangisi tutmuş anlatıcıyı? Kaçakçılar arasında bir hesaplaşma değil bu, yanlış anlaşılma, anlatıcı gülüyor. Hayır, bıyıklıyla ilgili bir durum yok, otlakçı milli istihbarat için çalışıyor, bir haltlar yemiş, yani onun yanında ölenler talihsiz sadece. Oturup uzo içiyor sonra, tüfeği parçalarına ayırıp sahile gidiyor, balık tutmaya başlıyor. Kadın henüz çıkmadı ortaya, çıkacak, bütün dengeyi, buz soğuğunu bozacak, kıracak, açık vermeye başlayacak anlatıcı, patronları ve arkadaşları uyaracak ama dinlemeyecek, en sonunda taksi şoförü olmanın nasıl bir şey olduğunu tekrar düşünecek.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!