Vartan İhmalyan – Bir Yaşam Öyküsü

Şurada İhmalyan’ın anılarının bir bölümünün yorumu var. Gerçekten de İhmalyan’ın sadece dönemin olaylarını anlatıp geçmesi, detaylara inmemesi düşündürücü. Zorla göç, Varlık Vergisi, zorla askere alınma, 6-7 Eylül, hepsinin üzerine TKP’nin tepesindeki adamların zulmü İhmalyan’ın ne kadar zor bir yaşam sürdüğünü gösteriyor, yorum okura kalıyor. Biraz araştırdım, İsmail Bilen’i sahiplenen TKP adamın yancılarıyla birlikte Nâzım Hikmet dahil pek çok devrimciye çektirdikleriyle ilgili ne düşünüyor acaba? İhmalyan sonlara doğru yardırmaya başlayarak TKP’nin Moskova grubunun tasfiyesini anlatırken Bilen ve şürekasının mektuplarını ve eylemlerini kendi toplantı kararları ve gönderdikleri mektuplarla birlikte paylaşıyor, hatta Nâzım Hikmet’in ölüm sebebini partiden uzaklaştırılmasına dek vardırıyor. Mehmet Remzi (Şükrü Martel, Şükrü Baba) vakasını da anmalı, İsmail Bilen’in Stalin’e “Türk ajanlarını” bildirmesiyle Remzi’yi Sibirya’daki toplama kamplarından birine atıyorlar, ne kadar berbat bir yere gittiğini Şalamov’un Kolıma Öyküleri nam metnini okuyanlar tahmin edebilir, o kamplarda yirmi yıl hayatta kalabilmekse tahminin, hayalin bile ötesindedir. Neyse, 1951’de Nâzım Hikmet Moskova’ya geliyor, ertesi gün gazeteler Nâzım’ın fotoğraflarını basarak duyuruyorlar haberi. Remzi gazeteden durumu öğrenince kendisini bir tek Nâzım Hikmet’in kurtarabileceğini düşünerek izin alıyor ve birkaç günlüğüne Moskova’ya geliyor. Evin kapısının önünde ağlaşıyorlar, Nâzım Remzi’ye onu kaç yıldır aradığını söylüyor. Eski dostunun başına gelenleri öğrenince içi kan ağlıyor, hemen Sovyetler Birliği Başsavcısı Rudenko’yu arayıp yardım istiyor. Durumla ilgileneceğini, Remzi’nin Sibirya’ya dönmesi gerektiğini söylüyor Rudenko, Nâzım ya kendisini de Remzi’yle birlikte Sibirya’ya göndermelerini ya da arkadaşını serbest bırakmalarını istiyor ama Rudenko’nun samimi sözlerine güveniyor ve Remzi’yi üzüntüyle gönderiyor. Üç ay sonra serbest bırakılıyor Remzi, İsmail Bilen’den ses seda yok. Zeki Baştımar’ı partiden uzaklaştırma çabaları da cabası, adamın kalbini kırıp Leipzig’e göndermişler resmen. Açıkçası Sabiha Sertel, Yıldız Sertel ve Moskova tayfasının toplantı kararlarına bakılırsa 1960’lardaki TKP’nin güç zehirlenmesinden mustarip tepe kadrosunun pek de öyle benimsenmeyecek işler yaptıkları ortada. Benim TKP’yle pek alakam yok, hikâye okur gibi okudum ama ilgilisi mutlaka bu anıları okuyup değerlendirmeli. İhmalyan anılarının neredeyse dörtte birini bu meseleye ayırmış, Türkiye’de bulundukları dönemden başlayarak tanıdığı TKP’lilerin olumlu ve olumsuz yanlarını ortaya koymuş. İsmail Bilen adı öne çıkıyor, dalkavuklarıyla birlikte el koydukları aidatlar, parti kaynakları ne oldu, nereye gitti belli değil. Nâzım Hikmet’in bazı durumlarda sessiz kalmasını da alttan alta eleştiriyor İhmalyan, “Nâzım Ağabey”ini çok sevse de yanlışa yanlış diyebiliyor. Nâzım’a Fransa’da kardeş partiyle ilgili bilgiler verilmiyor örneğin, büyük şair bu durumu eleştirirken aynı şeyin kendi partisinde de yapıldığını biliyor ama gizlenen bilgileri öğrenmek isteyen İhmalyan’a çıkışıveriyor hemen, çelişki. Bir de haksızlığa uğradığını bildiği bir yoldaş hakkında alınan karara karşı çıkmıyor, sessiz kalıyor nedense. Dediğim gibi, özellikle TKP’nin yurt dışındaki kurumlarının tarihiyle ilgilenenlerin bu anıları mutlaka okumaları lazım. Can dostu Rasih Güran’ın yönlendirmesiyle partiye 1930’larda katılan İhmalyan’ın parti içi çekişmelere, ayak kaydırma oyunlarına duyduğu öfke besbelli, belgeler de ortada, araştırmacılara çok malzeme çıkar buradan.

İhmalyan’ın yaşamı sürgünlerle geçmiş, bir yerden tutsam anlatmadıklarımın ağırlığı artacak, lafı biraz daha dolandırıp anıların anladığım kadarıyla son okumasını yapan Vedat Türkali’nin hoş yazısına değineyim. Avşa’da Rasih Güran’dan duymuş İhmalyan kardeşleri Türkali, Güran’ın saygı ve sevgiyle andığı dostlarını çok merak etmiş. Cem Yayınevi’nin kurucusu Oğuz Akkan Moskova’ya gidince kardeşlerle tanışmış, sonrasında Vartan İhmalyan’ın öykülerini ve masallarını basmasından başka Jak İhmalyan’ın resimlerini de pek beğenmiş. Türkali de 1978’de Sovyet Yazarlar Birliği’nin çağrısıyla Moskova’ya gidince kardeşlerle tanışmış nihayet. “İhmalyan anne”nin İstanbul özlemini bildiği için Çapa marka pirinç ve İstanbul simidi de götürmüş yanında, doksan yaşındaki kadını sevindirmiş. O sıralarda anılarının ilk bölümünü bitirmiş Vartan İhmalyan, Türkali’nin 1980’deki ikinci gidişinden bir süre önce de bitirmiş. Türkali’ye göre yer yer öznelliğin ağır bastığı, genelindeyse son derece nesnel bir bakışla yazılan anılar bunlar, hatta şöyle diyor Türkali: “Yazımızda, hele devrimci yazınımızda çağını belgeleyen bu tür yapıtlara sık rastlanmaz. Kuşkusuz ağır gizlilik koşullarının da payı var bunda. Yeni bir dönem başlamalıdır diyorsak, yasallığın, önce kendimizi yüreklice yargılamaya dayandığını da bilmemiz gerekir. Vartan İhmalyan’a toplum olarak teşekkür borçluyuz. Diyeceğim, bu kitabı hiç kimsenin ne kızarak, ne de sevinerek değil, ama düşünerek, üzerinde hem de uzun uzun düşünerek okumasıdır. Horatius’un Marx’ça çok sevilen ünlü sözünü biraz değiştirerek şöyle demek geliyor içimden: Bu sizin öykünüz, lütfen okuyun! Geçmişte o kadar yinelenmiş ki, yinelenmesin artık…” (s. 6) Yayıma hazırlayan Mete Tunçay metni özetliyor ve nihayetinde İhmalyan’ın anılarının öznel bir bakıştan ileri gidemediğini, geçmişte olup bitenlerin nesnellikle ele alınması gerektiğini söylüyor.

Oradan buradan seçtiğim anılardan birkaçını anlatayım, Aziz Nesin’in göründükleri ilginç. Jak ve Vartan ihbar sonucu yakalandıklarında Sansaryan’a getirilirler, Parmaksız Hamdi’nin zulmüne uğrarlar. Aziz Nesin o dönem hapsedilenlere yardım etmek ister, sorup soruşturur ve İhmalyan biraderlere yardım etmek için 5 TL gönderir. Bir polis memuru önce Vartan’la konuşur, Aziz Nesin’in kendisine 5 TL gönderdiğini, alabilmesi için imza atması gerektiğini söyler ama işkillenir Vartan, tuzak kurulduğunu düşünür, Aziz Nesin’in de başını yakmak istemediği için hiçbir şeye imza atmaz. Jak da aynı şekilde düşünür ve parayı reddeder. Aziz Nesin biraz darılır ve üzülür, yıllar sonra Moskova’da ziyaretine gelen Vartan’ın mevzuyu anlatmasıyla işin doğrusunu öğrenir. Dost olurlar, Nesin Jak’ın resimlerini pek beğenerek vakfının duvarlarına asar. Bir de Sansaryan’daki polislerin Marko Paşa okuyup gülmekten katılmaları var, “Şu Aziz Nesin bitirim!” diyorlarmış. Nâzım Hikmet’in şiirlerini çok sevip şairin yaşadıklarına üzülen, haksızlık yapıldığını söyleyen subaylar, muhalifleri keyifle okuyan polisler, karmakarışık bir ortam. Hapisten çıktıktan sonra doğruca Fransa’ya gidiyor Vartan, amacı Sovyet yönetimindeki Ermenistan’a geçmek ama öncesinde Viyana’dan Macaristan’a dek pek çok yerde dolanmak zorunda kalacak. Nâzım Hikmet’in yardımıyla bulduğu işlerde eşiyle birlikte tutunuyor Vartan, Robert Kolej’de tamamladığı mühendislik eğitimiyle yapı işlerini de kotarıyor, iyi kötü geçiniyorlar. Macaristan’dayken iç savaş çıkınca Çekoslovakya’ya kaçıyor, oradan da nihayet Moskova’ya. Sovyetler Birliği’ndeki anıları zaten okunası ama Çin’e dair anlattıkları daha ilginç. Sovyetler Birliği’nin mühendislerini geri çağırdığı zamanlar tam, söylenenlere göre Çin toprak istemiş Sovyetler Birliği’nden, bir de mühendislerin söylediği hemen hiçbir şeyi yapmıyorlarmış, bir buçuk metrelik kablo yerine bir metrelik kablo kullanıyorlarmış örneğin, yangın çıkıyormuş, üretim aksıyormuş, bir sürü olay. Nâzım Hikmet’in “Si-Ya-U”suyla, Emi Siao’yla tanışıyor Vartan, dost oluyorlar ve oradan zar zor, kaçarcasına ayrıldıktan sonra uzun süre mektuplaşıyorlar ama Çin ve Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiler gerilince mektuplar kesiliyor ister istemez, birbirlerinin başını belaya sokmak istemiyorlar muhtemelen. İhmalyan ailesi tekrar Moskova’da, ölünceye kadar ayrılmayacaklar oradan. TKP’deki karışıklıklar ayyuka çıkıyor o dönem, Nâzım Hikmet hastalanıp hayatını kaybediyor. Sonrası kötülük çirkinlik.

Valla bence önemli anılar, yakın tarihimizi Vartan İhmalyan’ın gözünden de görmeliyiz çünkü lafını esirgemiyor İhmalyan, metinde de belirttiği üzere hiçbir şeyi gizli saklı bırakmak istemediği yönünde kendisine söz verdiği için anlatıyor ne varsa. Çoğu şeyi anlatıyor diyelim, boşluklar seziliyor çünkü.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!