Nagel doğrudan sorularla giriyor mevzuya, belirlediği dokuz konu başlığı var, işte, özgür irade ne ola, ölüm neden süper bir şey değil, böyle şeylerin kafasına felsefe atıyor. Ekol yok, filozof yok, bodoslamadan sorgulama. Nasıl bir şey olduğunu biliyoruz çünkü felsefenin biçimlediği dünya, düşünme şekli değişken, üstelik tek bir doğru olmadığı için bazı soruların hiçbir zaman kesin bir cevabının olamayacağını söylüyor Nagel. Tartışılır gibi görünüyor ama ölümden sonra ne olduğunu çözsek de yeni sorularla karşılaşırız, varlıktır, yaşamdır, buna son derece müsait. Ayrıca felsefe çok eğlenceli bir uğraştır, nargilecide bile iştigal edilebilir felsefeyle. “Burada söyleyeceklerim bu problemler hakkında benim kendi bakış açımı yansıtacak ve zorunlu olarak da çoğu filozofun düşündüğü şeyi temsil etmeyecektir. Zaten büyük olasılıkla çoğu filozofun bu sorular hakkında düşündüğü tek bir şey yoktur: Filozoflar anlaşmazlık içindedirler ve her felsefi sorunun da ikiden fazla cevabı vardır.” (s. 13) İki yine iyi, öyle konular var ki derinleştikçe yeni sorular doğuruyor, çıkmazlardan sekip geri dönüyor, patikalar açıyor, keçilerle dağlara tırmanıyor falan, Nagel de ucu açık sorularla bitiriyor genellikle bölümleri. Sıradan bakalım, “Herhangi Bir Şeyi Nasıl Biliyoruz?” dünyayı nasıl algıladığımızla, algılarımızın sağlığıyla, varlığın doğasıyla, insanın kafasıyla ilgili. Genelde normal algılıyoruz, ben şu an klavyenin tuşlarına çıtı çıtı basıyorum, on parmak değilse de sekiz dokuz parmak klavye kullandığım ve fişuv hızıyla yazdığım için -abim sağ olsun, ben ortaokuldayken final ödevlerini falan bana yazdırdığı için çata çuta gidiyorum şimdi- önümde şekiller beliriyor hızla, bunların var olduklarını anlıyorum ama gerçekten var olup olmadıklarını bilemiyorum. Şimdi buradan kuantum çorbasına, algılanmayanın yokluğuna falan varmadan soruları takip edelim, izlenimlerime başvurarak bunların varlığından emin olacaksam kısır döngüye girerim çünkü izlenimlerim de bunların sonucudur, buradan bir kesinlik çıkmaz. Kolumu çimdiklerim, acı olarak yansır ama zihnimin içinde var olan sadece acıdır, koldan yola çıkamam. “Öyle ki, bir bedeniniz ve bir beyniniz olduğu hakkındaki inançlarınız yalnızca duyularınızın tanıklığı aracılığıyla oluştuğu için, gerçekte bir bedeninizin ve bir beyninizin var olmaması bile mümkündür.” (s. 17) Özne olarak var olduğumuz fiziksel bir dünyanın var olmadığını düşünüyorsak tekbenciyiz, Nagel bir tekbenci olsa başka insanların varlığına inanmadığı, hadi kıymet vermediği için bu kitabı yazmayacağını söylüyor, biz tekbenciysek bu kitap yok, Nagel diye biri yaşamıyor ama zihnimizin içinde olanlara dayanarak da bilemeyiz bunu, yukarıda değindiğim mevzu. Şu an zihnimizin dışındaki dünya yoksa kendimizin de şu andan öncesinde var olduğundan emin olamayabiliriz, hafızanın kıymeti kalmaz bu durumda. Zihnimize dayanarak dış dünya var diyorsak şüpheciler şunları soracak: “Dışsal nedenler varsa bile onları gözlemlemediyseniz zihninizle bunları nasıl bilebilirsiniz? Her şeyin bir açıklamasının olması neden gerekli?” Duyular manipüle edilebiliyor, bilim bir yere kadar açıklayıcı. Kimsenin keşfedemediği apayrı bir dışsal gerçeklik icat etmek sakat. Fiziksel dünyanın var olmadığı gözlemlenemiyorsa -duyular bahsini göz önünde bulunduralım- fiziksel dünyanın var olmadığı ispatlanamaz. “Şüphecinin tasarlamaya çalıştığı şey ise, tam anlamıyla herhangi bir şeyi gözlemleyecek kendisi dışında hiç kimsenin bulunmadığı ve kendisinin gözlemleyebileceği her şeyin de zihninin içindekilerden başka bir şey olmadığıdır. Öyleyse tekbencilik anlamsızdır.” (s. 21) Eğer gerçeklik gözlemlenebilir bir şeyse makul, oysa varlık sırf gözlemlenebilir olmakla aynı şey değil, zihin bu noktada benmerkezlilik çıkmazına girerek varlığından ötesinden emin olamıyor. Nagel’ın tavsiyesi doğal gelenin kabullenilmesi ki son derece tırt bir çözüm gibi görünüyor, yani dış dünyanın var olduğuna inanmak yeterli ama başka konularda da başka şeylerin doğru gelmesi, aslında doğru gelmemesi gerektiği malum. Mesela eşitsizlikle ilgili bir konu başlığı var, Nagel sosyoekonomik şartları göz önünde bulundurarak zengin ve yoksul ailelerde doğanların durumlarını ele alıyor, mevzuyu bağladığı nokta devletlerin sermayeden sağlam vergi keserek yoksulları desteklemesi. Sömürü devam edebilir, normaldir, insanın posasını çıkarırlar, o da normal, kazancı eşit(?) şekilde paylaştırmak bu eşitsizliği ortadan kaldıracak. Nagel kendi alanının dışına attığı her adımda standart işe yaramazlığa ulaşıyor, can sıkıcı.
“Diğer Zihinler” şöyle özetlenebilir: Başka birinin zihninde olup bitenler hakkında kendi zihnimizden yola çıkarak hemen hiçbir şey bilemeyiz, çikolatalı dondurmanın tadı bize başka, arkadaşımıza başka gelecektir, sözcükler aynı anlamlara gelmeyecektir ki sözcüklerle ilgili ayrı bir başlık açmış Nagel, konuyu derinleştirip aynı yerde bırakıyor, iç tecrübeyle gözlemlenebilir reaksiyonlar arasında bir korelasyon olduğunu, bunun herkeste benzer şekilde biçimlendiğini düşünebiliriz ama bu doğru değil, bunun gideceği yer etrafımızdaki herkesin robot olduğudur da biliriz, robot değiller, başka insanlar sadece. Ben başka bir insan olmadığım gibi başka insanların bilinçlerine de kendi bilincimden yola çıkarak nitelik biçemem, temel noktalarda kesişmek bizi de en az onlar kadar başkası kılabilir. Bilinç nedir yani, beyni açıp bakınca yok, içeride olan şeylerden ötürü var olduğunu söylüyoruz. Basit bir isimlendirme dışında elimizde işleyişi var ama kendisi yok. “Birçok fiziksel unsurun doğru biçimde bir araya geldiğinde nasıl olup da sadece çalışan biyolojik bir organizma değil, aynı zamanda bilinçli bir varlık da oluşturduğunu açıklayana kadar, dünya hakkında yeterli bir genel tasavvura sahip olamayacağız. Eğer bilinçliliğin kendisinin bir tür fiziksel durumla beraber bulunduğu tespit edilebilseydi, birleşik bir fiziksel zihin ve beden teorisinin ve böylece de belki birleşik bir fiziksel evren teorisinin önü açılırdı.” (s. 40)
Ölüm, sessizce bekleyen sarı maşrapa. Dehşet verir, gözleri koca koca açtırır. Öte tarafa inanan için rahatlatıcıdır, inanmayan için de rahatlatıcıdır. Ruh varsa eğer, bir başka bedende tekrar zuhur edebilir. Ruh yoksa bilinç tekrar zuhur edebilir. Yani bir kere olan şey bir kere daha olabilir, olmayabilir, bilemiyoruz. Açıkçası beni ilgilendirmiyor, ruh diye bir şey varsa ve bedende tekrar zuhur etmişse olan bitenden haberim yok, şundan bir tane daha yaşamak isteyip istemeyeceğimi bilmiyorum çünkü sonrakinden haberim yok. Var olmayı terk etmek korkunç bir şey değil, var olmak korkunç bir şey değil. Gömüldüğüm yerden bir süre sonra yol geçebilir, gömüldüğümde dünya dönmeye devam edecektir, uzun vadede yaşamda iyi olan ne varsa ortadan kalkacağı için ölüm kötüdür, yaşamda kötü olan ne varsa ortadan kalkacağı için ölüm iyidir, yaşam yaşama zahmetine değiyorsa ölüm kötüdür, değmiyorsa iyidir. Yolculuk anksiyetesini yaşıyoruz ömür boyunca, pazartesi Antalya’ya gideceğim ve sıkıntısını şimdiden çekiyorum, bir gün öleceğim ve sıkıntısını çocukluktan beri çekiyorum. Nagel’a göre ben olmadan da dünyanın döneceği fikri ıstırap verici olabilir, hiç olmak işkence gibi. Hiç hiç olmadığım için bilemeyeceğim, hiç olup olmayacağımı da bilemiyorum, bilmediğim konularda endişelenemiyorum ben, kaygılarım oraya kadar ulaşmıyor. “Eğer varlığımız gerçekten ölümle son buluyorsa, beklenecek hiçbir şey yoksa, korkacak herhangi bir şey nasıl olabilir? İnsan bunun üzerine mantıklı olarak düşünürse, ölüm ancak ölümden sonra yaşamımızı sürdüreceksek ve muhtemelen dehşet verici bir dönüşüm geçireceksek kendisinden korkulacak bir şeymiş gibi görünür. Fakat bu çoğu insanın yok olmanın başlarına gelebilecek en kötü şeylerden biri olduğunu düşünmesini engellemez.” (s. 88) Yolculuk anksiyetesi. Fazlası değil. Ölüm şu fincan gibi bir şey, önümde duruyor, sevdiğim bir öğrencimin Tokat’tan yolladığı hediye. Ölüm kim gibi, Elif gibi bir şey, on yıl önce mutluluk ve acı veren Elif. Neyden korkacağımı bilemediğim için korkacak bir şey bulamıyorum ölümle ilgili, var sadece, bunu biliyorum.
Sorular soruları, laf lafı açıyor, Nagel iyi anlatıyor.
Cevap yaz