Kültürün çeşitli anlamlarını inceliyor Eagleton, uygarlığın alt kümesi haline gelmesinden kapitalizm tarafından bir anlamda satın alınıp postmodernizmle tokuşturulmasını anlatıyor. Edmund Burke, Johann Gottfried Herder, T.S. Eliot ve Raymond Williams kültür üzerine kafa yoran başlıca düşünürler olarak yer yer karşımıza çıkıyorlar, arada Wittgenstein ve William Morris de şöyle bir gözükecek, dilin kültürel yorumu ve Britanya cenahlarında sanayileşme sonucu işçi sömürüleri konularında Eagleton’a arka çıkacaklar. Önsözde kültürü hangi açılardan ele alacağını anlatıyor Eagleton, meselenin sınırlarını çiziyor, metinde İrlanda motifinin ağırlıklı olacağını söylüyor. Özellikle modernist yazarların uzun süredir İngiltere’nin sömürgesi durumundaki İrlanda’dan göç etmelerini değerlendirdiği bölümler çok değerli, Joyce ve Beckett gibi yazarların “kültürlerini” yaşa(t)mak için boyunduruğu altında oldukları “uygarlık”tan kaçtıklarını söylüyor, ayrıca zamanın, nesillerin meşru kıldığı bir uygarlık hegemonyasının dili de ketlediğini, kültürel birikimlerini ortaya koymak isteyen sanatçıların bir şekilde memleketlerinden kurtulmak istediklerini belirtiyor. İrlandalı yazarlar İngiliz toplumuna daha alaycı bir bakışlar bakabiliyorlar, ana dillerini yok eden uygarlığın dilini o uygarlığın insanlarından daha incelikli bir şekilde, ustalıkla kullanabiliyorlar. Conrad’ın İngilizcesinin yanında Karanlığın Yüreği nam metnini de hatırlamalıyız burada, Eagleton’ın da uygarlık-kültür kıyasında bahsini geçirdiği bu metinde kahramanımız Afrika’nın derinliklerine bir sömürgeci bilinciyle ilerlerken yerli kültürünü tanımasıyla bir anlamda bunalıma düşer, arada kalır, sonuçta kendi uygarlık fikrinin o toprakların kültürüyle uyuşmayacağını görür. Başlangıç noktasında uyuşmayan parçalardan önce kültürün neyi içerip neyi içermediği ele alınıyor, kelime anlamına göre sanatsal ve düşünsel eserlerin toplamı, ruhsal ve zihinsel gelişim süreci, yaşama yön veren -bu nokta ileride kapitalizmin yaşam pratiklerine nüfuz etmesinin temeli olarak incelenecek- gelenekler, inançlar, bütün bir yaşam tarzı olarak değerlendirilebilir. Örnekler üzerinden gidiyor Eagleton, Laponlar rengeyiği yiyor ama rengeyiği yiyen tek halk onlar değil mesela, kültürün paydaları pek çok topluma dağılmış olabilir. Sanatsal anlamda kültür avangart uçlara varabilir ama kökü gelenekte, bilinen bir şey. Williams’a göre İngiliz işçi sınıfının kültürü sanatsal üretimden çok sendikal hareketlerde, İşçi Partisi’nde aranabilir, sınıfsal anlamda kültürün niteliği değişken. Kültürün yaşam pratikleri olarak değerlendirilmesiyle simgesel alanla sınırlı kalması konuları ele alınıyor, “uygarlık” ve “kültür” farkı bu karşılaştırmadan doğuyor. Verilen örneğe göre posta kutuları uygarlığın bir parçası, posta kutularının boyandığı renkse kültürün. Uygarlık daha yerleşik, köklü bir olgu, kültürse değişken bir doğaya sahip. Kabile hayatına veya modern öncesi hayata daha çok uyan bir şey, bu tür bir ortamda simgesel pratiklerle ekonomik faaliyetler arasında kesin bir çizgi çizilmediği için daha saf kültürlerle karşılaşırız. “Toplumsal olgular kültürel değerlerden ayrılmaya başlar ve bu süreç yeni özgürlükleri olduğu kadar yeni güçlükleri de beraberinde getirir. Artık emeğinizi en yüksek teklifi veren kişiye satabilirsiniz, eliniz kolunuz tek bir efendiye bağlanmış konumda değildir.” (s. 20) Aslında kapitalizmin biçimlediği uygarlıkça yaratılan “özgür dünya” tek bir efendiye bağlı olmadığımız yanılsamasını çok güzel yaratır, kullanır. Emek-yaşam alanı ikilisi sözde ayrılmıştır, aile çiftliğinde erkin ve ekonominin belirlediği kuralların, gündelik döngülerin dışına çıkılmaz, fabrika işçisiyse belli saatlerde çalışır, günün geri kalanında özgür olduğunu düşünür ama tersine çevirme işlemi iş görmüştür, ev işe taşınır, yabancılaşma ve maddi ihtiyaçlar âleminin baskısı evin özgürlük ortamını yok eder. 19. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan bu tablo kültürle uygarlığın tamamen ayrıştığını gösterir, kültür Romantik bir kavramken uygarlık Aydınlanma’ya aittir artık. Uygarlık kültürü varlığının devamı için yaratmıştır denebilir, tabii kültürel etkiler insanı uygarlığa karşı daha uyanık kılabilir, insanın tetikte olmasını sağlayabilir. Üniversiteler, sanat galerileri vs. uygarlığı silkelemeye yarayan yapılardı ama Eagleton bu yapıların yozlaştığını söylüyor. Sermayeden doğan kültürel yapılar günden güne sermayenin hizmetine daha çok giriyor, yaşam standartları için denge ayarı olmaktan çıkıyor. Bugün bir haber vardı mesela, üniversitelerimizin rektörlerinin yüzde bilmem kaçının tezleri hiç atıf almamış, korkunç bir şey. İdeolojinin etkisindeki kurumlar doğrudan yozlaşıyor tabii, Eagleton nerede genellemelerde bulunan insanları görsek orada ideolojinin izini bulabileceğimizi söylüyor. Yaşama dair duymamız gereken -yani insanın belki de insanlığını hissetmek için ulaşmaya çalıştığı- aşkınlığın yitip gittiğini esefle görüyoruz. Aşkınlık göklerde değil, gelecekte artık. Arzuda gizli, ulaşıldığı zaman anlamsızlaşan bir şey halinde. Sanatçılar ve düşünürler bu duruma farklı şekillerde tepki vermişler, Oscar Wilde kendi yaşamını bir sanat eserine çevirmeye çalışmış, toplumun değer yargılarını eleştirmiş, de Maistre gibi odasında yolculuğa çıkmış. Hapsedildiği toplumun içinde, olabildiğince özgür bir yolculuk.
Burke monarşi yanlısı bir düşünür, bunun yanında uygarlığın kültürü çürütmemesi gerektiğini savunuyor. İmparatorlukları bir arada tutan kültür korunmalı, zamanının sömürge hareketlerine karşı çıkmasının sebebi bu. “Batılı olmayan uygarlıkları anlamak için çaba sarf eden ilk büyük Avrupalı düşünür” olarak Burke, barbarlığı uygarlığın bir türü olarak düşünüyor, ardışık ve eşzamanlı iki öge olarak. Kültür sayesinde bir arada bulunabilirler, bu yüzden devrim bir uygarlığın başına gelebilecek en büyük felakettir, aynı şekilde yerlilerin kültürünü ortadan kaldıran, birlikte yaşama deneyimlerine yol açmayan sömürgecilik de. Devlet toplulukları bir arada tutabilir, hataları babanın yaptığı hatalar gibidir, kabul edilebilir. Kadınlar özgürleştirilmemeli, el üstünde tutulmalı. Kültürün etkisi otoriteyi insancıllaştırmak olmalı, böylece halkın iktidara tepki duyacağı durumlar oluşmaz. Din bu açıdan önemlidir, kültürün temelinde bulunur. Burke’ün fikirleri aşağı yukarı böyle, bazı noktalarda benzer sonuçlara varan Herder’in farkı emperyalizmi doğrudan reddetmesi. Burke tatlı bir sömürü isterken Herder Avrupa’yı uyararak sömürgecilik hareketlerinin bir gün büyük facialara yol açacağını söyler. Diğer yandan milliyet merkezli düşüncenin de mimarı olarak her milletin eşsiz bir değere sahip olduğunu belirtir, tabii ara ara ırkçılık ve etnomerkezcilik yaptığı da olur. “Herder’in projesinin amacı, diğer birçok Romantik projede görüldüğü gibi, uygarlıkları kültürlere dönüştürmektir.” (s. 73) Herder insanlığın sınırsız bir potansiyel taşıdığını düşünür, uygarlık zaman zaman gerilese de insanlık ilerleyecektir. Aşama atlandıkça kültür de gelişecek, uygarlığa çeki düzen verir hale gelecektir.
T.S. Eliot’ın görüşleri Burke ve Herder’le taban tabana zıttır, Eliot’a göre kültürü herkesle paylaşmak değerini azaltır, ayrıca dinî inanç kitleler üzerindeki gücünü kaybetmeye devam etse de gereklidir, kültürün inanç yerine benimsenmesi mümkün değildir. Yüksek kültür halkın seviyesine uygun değilse de halk kültürüyle arasında bir ilişki kurulması mümkündür, yüksek kültür folklordan, mitolojilerden beslenebilir, böylece toplumsal bilinçdışında ne varsa yavaş yavaş yüzeye çıkabilir, sanata eklemlenebilir. Kültür, sınıfların birbirini beslemesiyle ilerler, uygar ve ilkel arasında besleyici bir ilişki kurulmalıdır. Williams’a göre böylesi ayrışmış kültürler yerine ortaklaşa yaratılacak bir kültür gereklidir, her zaman yaratılma halinde olan kültür farklı kaynaklardan beslenerek kolektifleşmelidir, birleştirici olmalıdır. Günümüzde faydacı bir uygarlıkta yaşadığımız için genelin pek uğraşmadığı bir mevzu bu, metalaşması zor çünkü, getirisi çok az. Sınıfsal bir uğraş olmaktan öteye gitmiyor.
Gulliver’in gezilerinde karşılaştığı kültürlerle etkileşiminden bahsediyor Eagleton, Avrupalıların kendi doğalarının evrensel olduğuna dair inancının Swift’in elinde alay konusu olmasından bahsediyor, edebiyattan örneklerle uygarlık-kültür ilişkisini irdeliyor, sonda da kültürün modernlik karşısındaki durumunu ele alıyor, bitiriyor.
Ayrıntı’dan çıkan Kültür Yorumları‘yla birlikte okunsa daha iyi. Temalar benzer, tamamlayıcı.
Cevap yaz