Tahir Abacı – Aynada Bir Yüz

Görüldüğü üzere kapaktaki adamın bir yüzü, hatta kafası bulunmamaktadır, demek ki adamımız hem yüzsüz hem kafasızdır. Bin yüzlü olduğunu da söyleyebiliriz, yüzleri o kadar hızlı değişmektedir ki göremiyoruz. Kafasını göremiyoruz gerçi, demek ki bu adamda bir hal var. Memlekette de bir hal var, son darbenin üzerinden birkaç yıl geçmiş, 1984 yayımlanınca entelijansiya koşa koşa kitabın peşinden gidip ülkeyle hikâye arasında koşutluklar aramaya başlamış, eski devrimciler kurdukları şirketlerle parayı bulmuşlar, neler. Hüseyin Zamanoğlu, yüzsüz adam bunların arasında bir yere konumlanıyor. Dalgalı yaşamında güvenli bir liman mı arıyor, yeni maceralara mı atılmak istiyor, aslında Anadolu’dan gelen dört kaplandan biri olarak devrimin yılmaz neferi olduğunu unutmamış, üniversite zamanında katıldığı eylemler hatırında ama dikiş tutturamamış pek, kısa yoldan köşeyi dönmeye de gönül indiremediği için kıytırık bir ansiklopedinin ofisinde maddeleri güncellemekle kazanıyor hayatını. Daha ikinci paragrafta kitabının basımının gecikeceğini görüyoruz, çoksatarları önceleyen yönetici Zamanoğlu’nu kışkışlamış biraz. Sur içinde üzüntü bu, sur dışında önemsiz? “Sur içi kımıltıydı. Bir tarihi vardı. Bizans’tı ve Osmanlı’ydı. Başkaldırıların ve gösterilerin uğultusu köşesine bucağına sinmişti.” (s. 7) Üçüncü paragraf dan diye tepemize indi böylece, gudik yöneticiden çevreye ve gösterilere atlayıverdik. Neyse ki tempo bu kadar yüksek değil ilerleyen bölümlerde, Abacı her şeyi ilk bölüme yığmış da yapıyı üzerine kurmuş diye korktum başta, öyle olmadığını görünce nefesim normale döndü. Kriz geçiririm ben böyle, daha üçüncü paragrafta cehenneme dönen 150 sayfa mı? Kulak mememi fiskeleyin daha iyi.

Epizotlardan oluşan bir metin, biçimsel anlamda şekil faça. Zamanoğlu’nun geniş arkadaş çevresi sağ olsun, adama silah da attırıyorlar -bu “silah atma”yı her hatırladığımda gülüyorum- şiir hakkında üfürükten fikirler de dinletiyorlar, muhtelif. Bir bölümde artık şiir yazmayacağını söyleyen, 1980’den sonra emekten, eylemden iyice uzaklaşıp diğer kutba yanaşan şiire onurunu tekrar vermekten bahseden arkadaşı cebinden defterini çıkardığı gibi son yazdıklarını okuyor Zamanoğlu’na, matrak. İyi dizelerle çok kötü dizeler arasında kalan adam ne tepki vereceğini bilemiyor, Abacı bu tür mizahı iyi kotarıyor da duygusal kabızlık bölümlerinde harcıyor karakterini, diyaloglar inanılmaz yüzeyselleşiyor, anlatı resmen zekâsını kaybediyor. Karakterlerin eksikliğinden değil, metnin hafiflemesinden. Aynı derinliğe, çözümlemeye, makaraya sahip değil bu hikâyeler, ikilik doğuyor, Zeynep bir an önce ortadan kaybolsun da deli gubbak arkadaşlar çıksın ortaya diye çok bekledim, çıktıkları zaman bir sevindim, mafya evi basınca çatışma çıksa da Zamanoğlu hünerini gösterse diye beklemedim çünkü insan vurmak ve silahlar çok kötü şeylerdir, zaten gelmiyorlar çünkü o dünyayı iyi bilen bir arkadaşını arıyor Zamanoğlu, meseleyi çözüyor. Nasıl yansıyor bu basına, bunlar az biraz ünlü insanlar oldukları ve dostların gazetesi de mafyatik oluşumların dosyasını yaptığı için röportaj veriyor bizim laleler, Zamanoğlu tam bir kahraman gibi lanse ediliyor. Hikâyenin doğrusunu anlatması önemli değil, okur neye inanırsa o. Abacı dönemin aksayan her yanına değiniyor aslında, basının at koşturması dahil. Göze sokmadan, usul usul. Kafaya fırlattığı da var, eski devrimciler oturup muhabbete daldıkları zaman neyi doğru yapıp nerede yanıldıklarını tartışıyorlar, eh, didaktizme yaslanıyor bu kısımlar, boğuyor. Zort karakterler de aksine, hafiflikten uçuruyor hikâyeyi, mesela Bekir, yeğen. On dokuz yaşında, teknik üniversitede okuyacak diye memleketten gelmiş de okuyor mu belli değil, partiliyor ara sıra, arkadaşlarını eve getiriyor. Zamanoğlu bu yolla tanışıyor sevgilisiyle, başlarda mutlular ama kapitalistlerin dünyasına bodoslamadan giren adamımız parasının peşinde koşarken tanıştığı bir kıza takınca aklını, dünyası değişince vedalaşıyorlar. Gerçi sevgilinin takıldığı başka biri varmış da uzaklaşmanın başladığı noktada ortaya çıkmış olması lazım o zırtonun, ayrılığa kadar iki ilişkiyi birden yürüten kadın nihayet son kararını veriyor. Kolaylıkla vazgeçiyor Zamanoğlu, bu kolaylığı tüketim toplumunun alışkanlıklarına bağlıyor bir yerde, yine apaçık. Basın örneğinde olduğu gibi iyi perdelenmiş düşünceler az anlatıda, ders almalıyız ki Zamanoğlu gibi olmayalım. Arkadaşların bir kısmı hapiste, bir kısmı para içinde yüzüyor, bir karar verelim ki arada kalmışlığımız yüzünden insanları mutsuz etmeyelim ya da topunu mutsuz edelim, paraya düşkün bir köpeğe dönüşürsek ne olduğumuz bellidir bari. Zamanoğlu en son patronundan madik yediği için eski işine dönmeyi düşünüyor ama geç artık, parası bitene kadar evde pinekleyecek. Aynaya bakma faslı finalde işte, şöyle bir inceliyor yüzünü, kurt var karşısında. Dönüşüm tamamlanmış, mühim görünen son derece cort konuşmalarla motivasyon sağladığı avanak dinleyicilerden parayı cukkaladı biraz, ilişkilerini batırdı, oğluyla arası korkunç zaten, başarısızlık ayyuka çıktı. Oğlan yüzünden de karanlık tarafa kayıyor biraz, çocuğun İngiltere hayallerini duyduğunda bir yerden para bulmak zorunda olduğunu hissediyor, gelen ilk teklife balıklama atlıyor. Ansiklopedideki geyik ortamı, gevezelikler ruhunu besliyordu, kazandığı üç kuruş para hayatını idame ettirmesini sağlıyordu ama daha fazlası lazım. Savcı mıydı, hukukçu bir arkadaşının başına gelenlerden ders almalıydı oysa, bir gün adamın telefonuyla kalkıp maceraya atılıyor, tefecilerden borç alıp ödeyemeyen arkadaşın verdiği silahlardan birini alıp beklemeye başlıyor, kapıyı çalanları delik deşik edecekler. Önceki buluşmalarında havaya sıkıyorlardı bir güzel, savcı arkadaş dünyanın berbat bir yer haline geldiğinden dert yanıp bir güzel sıktırıyordu. İdmandır belki, borcu ödeyemeyeceğini anlayınca.

Başkaca köşeli parantezler var, Zamanoğlu zora düştüğünde veya çağrışıma yol açan bir şeyle karşılaştığında hemen köyüne, çocukluğuna dönüyor. Gerileme basbayağı, iki katlı kerpiç evden meyve bahçelerine, nineyle dedenin doğaya bağlılıkları, ağaçlar, kar yağarken sundurmanın altı, keyif sıkıntılarla birlikte gelse de hatırlamaya değer bir tarih var Zamanoğlu’nun elinde, yıkmaya başlayınca iyi biri olduğu zamanları hatırlayarak dengeliyor durumu. Anlam yitmemişse. “Zamanoğlu, birden bir kıraçta şeftali bahçesi yetiştirmenin anlamsızlığını düşündü. Şaşırdı, şu güne kadar, aile bireyleri arasında bir zafer sayılmıştı o bahçenin yetiştirilmiş olması, su taşımış kollarının eklem yerlerindeki sızıyı duydu.” (s. 23) Kırsalın büyüsü geçmek üzere, güncel sorunlardan yaşamaya vakit kalmıyor artık, maddeleri düzeltirken Türkçenin özlüğü konusunda tartıştığı arkadaşının köy enstitülerinden girip Orta Asya’dan çıkması misal. Şiiri söyledik, işçi haklarının kırpılması, muhaliflerin hapishanelere tıkılması ayrı birer bölümü hak ediyor, tek bölüme tıkılmış. İmzadan da bahsetmeli, bazı şeylerin öyle olmaması için uğraşan duyarlı insanların arasında yer almak istiyor Zamanoğlu, imzacıların arasına katılıyor. Evini iki kez basıyorlar, bir kez sorguya gidiyor, bir şey çıkmıyor da vukuatlıları çekmişler kenara. Zamanoğlu’nun arkadaşlarından biri imza atmaya zorlamış bir başka arkadaşı da pişman, tuttukları gibi içeri atmışlar zavallıyı, vicdan yükü ağır. Uçtan uca koşuşunu görüyoruz adamımızın, gerekirse kelle koltukta yapar devrimini, gerekirse kerizleri tokatlar, nutuk atar, sessizce dinler, işine gelen neyse. Sinsiliğine dair üstü açık bir örnek yok, tercihlerinden çıkarabiliriz. Oğlanı İngiltere’ye yollamak, ev tutup Bekir’den uzaklaşmak, sevgiliyle gezmeye tozmaya gitmek, bunlar sağlam para isteyen uğraşlar. Para nereden gelirse hoş gelir, en kolay yolu buluyor Zamanoğlu, çenesini çalıştırması yeterli. Sağlam oportünist. Kafası çok dağınık ama çıkarının nerede olduğunu biliyor.

Sallantılı, buna rağmen okunabilir bu roman. Denk gelen baksın.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!