Ocak 1860’ta dünyanın en sanayileşmiş kenti Manchester, altmış sekiz üyeli Ticaret Odası’nın en seçkinleri pamuk tüccarları ve pamuk üreticileri. Kentin etrafı küresel tarım ve ticaret ağına uygun şekilde düzenlenmiş, dünyadaki pamuk iğlerinin üçte ikisi bu adamların elinde, ağır sanayinin temellerini attıklarının farkında değiller muhtemelen, pamuk için düzenlenen ve icat edilen üretim aygıtlarının evrimi ve yeni ticaret sahaları işlerini bozacak, Manchester’ın pamuk fabrikaları topu atacak ama uzunca bir süre devletlerin ticaret politikalarını belirleyecek kadar güçlü kalacaklar. Amerika’nın köle çiftliklerinden aldıkları pamuğu dünyanın öbür ucuna satacaklar, küresel sömürü ağları çökene kadar milyonlarca insanın yaşamını etkileyecek. “Avrupa’daki girişimci iş adamlarının ve güçlü devlet adamlarının, çok kısa sürede dünyanın en önemli üretim sanayisini, emperyalist genişleme ve köle işçiliğini, yeni makineler ve ücretli işçilerle birleştirerek nasıl dönüştürdüklerini öğreneceğiz.” (s. 10) Emrah Safa Gürkan bahsetti bu kitaptan, ondan duyup okudum, tarlalarını bırakıp fabrikalara akın eden işçileri, evlerinde pamuk dokurken hızlı bir şekilde gelişen küresel ticaret karşısında ezilip açlıktan ölen insanları onun sayesinde öğrendim, sağ olsun. Pamuk imparatorluğu kölelere, çiftliklere, gemilere ve fabrikalara sahipken tezgâhlarında pamuk dokuyan insanların yaşama şansı kalmamış ne yazık ki, pamuk tabanlı sektörler geliştikçe daha çok ekim alanına, daha çok işçiye ihtiyaç duyulmuş, Güney’deki kölelik düzeninden Çin’in pamuk üretiminin sekteye uğratılmasına kadar pek çok etkisi var bunun. Günümüzdeki pamuk ihtiyacını karşılayabilmek için 7 milyar koyunun otlatılması gerekiyormuş, bunun için gereken alan AB ülkelerinin toplam yüzölçümünün 1,6 katı. İngiltere’nin sömürgeciliği, pamuk çiftliklerinde katledilen insanlar, zamanında çekilen acıların tümü sermayenin insanları, malları ve hammaddeleri ucuza mal etme çabalarının sonucu. Dünyanın uzak bölgeleri arasında kurulan bağlar kapitalizmin büyük dönüşümlerine yol açarak iki türü ortaya çıkarıyor, ilki savaş kapitalizmi. Beckert bu ilk tür kapitalizmin fabrikada değil, tarlada yeşerdiğini, makineleşmediğini fakat hem toprağı hem de emeği yoğun olarak sömürdüğünü söylüyor, bu sömürü türü kurumları ve devletleri güçlendirerek sanayi kapitalizmi için uygun şartları oluşturuyor ileride. Metalaşmış diğer ürünler, örneğin şeker ve tütün ilk tür kapitalizmin güçlenmesine yol açtıysa da endüstriyel proletaryayı üretmiyor, pamuk üretiyor ilk olarak. “Pamuk, kıtaları birleştirirken açtığı yeni yollardan dolayı, modern dünyayı, ona özgü olan büyük eşitsizlikleri, küreselleşmenin uzun tarihini ve kapitalizmin sürekli değişen politik ekonomisini anlamanın anahtarını sunmaktadır.” (s. 19) Dünyanın hemen her yerinde pamuk üretiliyor, zamanında Çin ve Hindistan büyük üreticiler olarak öne çıkıyor ama dünyayı kapsayan bu tür bir ticaret ağı karşısında şansları olmamış. Bunda kapitalistlerin kurumlardan bağımsız hareket etmeye başlamalarının da etkisi var, hatta devletleri yeni sömürgeler ele geçirmek için kışkırtan, fonlayan da kapitalistler, Ticaret Odası’nın üyeleri. 1970’lerde son oluşum da kapanacak, eşyalar açık artırmayla satılacak, neredeyse 200 yıl süren sömürüden çok sonra.
Pamuğun üretim tarihini anlatıyor Beckert, Azteklerin ham pamuk ticareti yaptıklarını öğreniyoruz, işçilik son derece kalifiye. Geçmişte de insanlar keten eğirip dokuyorlar, 30 bin yıl öncesinde faaliyetler başlamış, 12 bin yıl önceyse tarım ve hayvancılığın yükselişiyle birlikte giyime dair deneyler başlamış. Bitkilerin kumaşa dönüştürülmesi için sayısız deney yapılmış olsa gerek, sonuçta dünyanın çeşitli yerlerinde benzer teknikler kullanılmaya başlanmış. Dinî inançlarda, mitolojide dokumaya ve pamuğa dair söylenceler var, Hindu inancı, Hopi söylenceleri aynı temalar etrafında oluşmuş. İlginç, Batı Afrika’daki Anansi’yle Hopilerin örümcek tanrıçası arasındaki benzerliğe bakarsak küçücük bir örümcek okyanusun iki yakasında çok benzer mitlerin doğmasına yol açmış. Neyse, Hint kıta parçasının halkı binlerce yıl boyunca pamuk yetiştirmiş, Çin’deki durumu Marco Polo anlatıyor, Peru’da da üretim var. İlginç bir bilgi daha: Kristof Kolomb’un yanlış isimlendirme meselesini biliyoruz, benim yeni öğrendiğim şey Kolomb’un Karayipler’de bol miktarda pamukla karşılaşmış olması, söylentileri düşünerek hareket etmiş ve pamuk diyarı olarak bilinen Hindistan’a ulaştığını düşünmüş. Çin’de vergilerin pamukla ödenebilmesi politik otoritenin pamuk sanayiine ilgisinin artmasına yol açmış, İngiltere’nin iştahını kabartan durum 1400’lü yıllarda ilk olarak Çin’de ortaya çıkmış, tabii pamuk üreticileri Çin’deki üretimi ele geçirmeye çalışacak bir süre sonra. Hindistan özellikle zarar görecek bu durumdan, uzun süre dirense de sayısız tezgâh kapanacak, Batılılar piyasaya hakim oldukça insanlar tarlalarda zorla çalışmaya başlayacaklar, böylece işledikleri pamuğun üretim aşamasına geçerek çok zor şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışacaklar. Başlarda üretimin aşamaları farklı uzmanlık alanları olarak ayrılmış durumda, pamuk birkaç bağımsız basamaktan geçerek tüketime hazır hale getiriliyor, bu açıdan tekelleşme yok, fiyatlar her aşama için makul. Tüccarların üretimin her aşamasını kontrol ettikleri 19. yüzyıldan itibaren bu denge bozulacak, verimi artırmak için insanlar fabrikalara sokulacak, üretim standartları yükseltilecek ve bu yenileşme hareketleri işçilerin omuzlarına ağır yükler bindirecek. Daha 1400’lü yıllarda çıkarılan bir ders var, Kuzey İtalyalı ve Güney Almanyalı pamuk üreticileri servet sahibi olmuşlarsa da bir süre sonra başarısız olarak batacaklar, pamuk tedarik eden halklara boyun eğdirmedikleri için battıklarını düşünen girişimciler devletin demir ökçesi olmadan bu işin başarılamayacağını anlayacaklar, pamuk sömürüsü bu aydınlanmanın ürünü olacak. Silahlı ticaretin gücü, sigortanın icadı, ticaretin yasal zeminlerinin oluşması gibi gelişmeler hem devletlerin yayılma politikalarını hem de tüccarların hamlelerini belirliyor, hızlı bir değişim bu. Afrika’da köle ticareti, Doğu Hindistan Şirketi’nin dünya çapında pamuk ihracatının yüzde %75’ini karşılaması bu değişimlerin sonucu, arıza çıkaran yerli üreticileri kontrol altına almak giderleri artırıyor ama kazanç o kadar büyük ki bu uğurda katliam bile yapılıyor. Küresel sömürü sadece pamuk üzerine kurulu değil, öyle büyük bir sistem oluşturulmuş ki pamuk merkezde olmak üzere sömürüyle elde edilen her meta pamuk sanayiini destekleyici adımlarda kullanılıyor bir süre sonra, örneğin Avrupa’nın belli başlı ülkeleri Amerika’da devasa toprakları ele geçirirken kıtadaki menkul kıymetleri pamuk alımında kullanmaya başlıyorlar. Kendi üretimlerine başlamadan önce savaş kapitalizminin ekonomikliği ölçüsünde hareket ediyorlar, bir süre sonra daha kârlı olan sanayi kapitalizmine geçiliyor. “Avrupa’nın pamuklu tekstil ticareti, Asya, Amerika ve Avrupa’yı karmaşık bir ticaret ağı halinde birbirine bağladı. Pamuğun dört bin yıllık tarihinde, tüm yerküreyi kapsayan böyle bir sistem daha önce icat edilmemişti.” (s. 68) Günümüzün tüm üretim ve tüketim ilişkilerinin temeli pamuk temelli ticaretten doğuyor, Beckert bu ticareti aşama aşama ele alarak oldukça kapsamlı bir şekilde incelemiş. Hindistan’da üretilen pamuğun talebi karşılamadığı noktaya ulaşılmasıyla birlikte ABD’nin uçsuz bucaksız topraklarında, özellikle güneydeki eyaletlerde pamuk tarlaları çoğalmış, kölelik İç Savaş’la birlikte kaldırılana kadar sayısız insan tarlalarda çalıştırılmış. Savaştan sonra da siyahiler borçlandırılarak, korkutularak tarlalarda çalıştırılmışsa da üretimin mekanikleşmesi, fabrikalardaki işçilerin öneminin artması sistemi yavaş yavaş değiştirmiş, köleliktense işçi sınıfının veriminin artırılması öne çıkmış. Sendikalar, işçi eylemleri, fabrikalardaki çalışma koşulları dahil olmak üzere Beckert çok geniş bir perspektiften bakıyor olaya, enine boyuna bir inceleme, 600 sayfalık. Tüketim toplumunun nasıl yaratıldığını da görebiliyoruz bu araştırmada, devlet eliyle tüketime özendirmenin ilginç örnekleri var, daha da pek çok şey var ama benden bu kadar.
Ufkumu açtı, ilgilisine tavsiye ederim.
Cevap yaz