Semra Topal – Kirlihanımlar

Mutluluk nedir bilmediğimiz dünyamızda her şey gibi iklimler de dengesizleşmişti. İşte böyle dengesiz bir Mart ayında, parklarda analar çocuklarının kulaklarına, yavrum her şey çok güzel olacak, anneciğine inan, diye fısıldıyorlardı.” (s. 1) Dertli bir metinle karşı karşıyayız, derman şöyle enine boyuna iyice bir genişlemek, belki bin dermana değişmemektir derdi, aynı kanaldan yürümektir. Çok açmamaktır yani, iyi bir tonla devam etmektir. Devam: Manavgat’la Side arasında yer alan Mutluluktan Uçarsın Oteli -zaman zaman Korkudan Altına Sıçarsın Oteli, Biz Bu Boku Niye Yedik Oteli, Ulan Epistemolojik Misin Oteli gibi alternatif isimler de alacak, karakterlerin yediği haltlara göre yanardöner isimlerle taçlanacaktır, oraya gelmeden önce bir dünya halt yeneceğini daha en baştan anlıyoruz, kapa kısa çizgi- yeni elemanlarına kavuşmak üzeredir, bunlardan Kirlihanım adlısının annesi Spinoza okumuş, kızına da okutmuş ve yaşama dair doğuran doğa, doğurgan doğa, doğadan doğa yahut doğan doğa tarzı bir dünya tatava belletmiştir, öyle görünüyor lakin Kirlihanım yanına hiç Spinoza almamış, unutkanlığı yüzünden başına bir iş geleceğini anlamıştır. Gelir iş, devrelerinden biri salağın birine benzediğini söyler. Bunu söyleyen kızın boyu posu anlatılır da boy pos anlatmanın faydası tesirsizdir artık, denebilir ki boy pos ancak, bulamadım, hiçbir işe yaramaz. İnce bir takla lazım tesirli olmasında, bu metni aşar. Bu boy pos kadının adı Zeliha, Kayseri’nin kırsalından İngiltere’ye gitmiş, çok sevdiği aksanla Türkçe konuşmaya teşne olunca “Kokni” diye anılıyor artık. İlk bölümde Kirlihanım’la birlikte gelenlerin de ismi cismi var ama çok da lüzumlu değil onlar, üç kuruşa çalışanların arasında kaybolup gidecekler, birtakım tuhaf olaylar sırasında ortaya çıkacaklar ki bu olayları anmak yeterli, isim cisim lüzumsuz. Otelde çalışanların dertleri deyince aklıma Erman geldi, mahalleden bir abimiz. Erman zamanında iyi okullarda okumuş, bir süre finans sektöründe çalışmış ve burada anlatamayacağım sebeplerden ötürü kayışı kopardıktan sonra -çok affedersiniz- “Paranızın amına koyim,” diyerek istifayı basmış bir abimizdir. Lebowski’den daha Lebowski’dir ama ben öfke patlamalarına odaklanmak isterim. Tutkuları arasında son moda stoner grupları keşfetmek, Uzakdoğu’dan acayip acayip sosyal medya akımlarını takip etmek gibi tuhaf işler var, bir de alkollü dondurma satarken müşteriye söveyazmak. Kendisi Mutfak Sanatları Akademisi’nde eğitim aldıktan sonra kokteyl işlerine sarmış, kokteyllerden de alkollü dondurmalara geçmiştir, bir yaz Bodrum civarında iş kovalarken nihayet dişine göre bir meşgale bulmuş, lüksçe bir yerde barmen olarak işbaşı yapmıştır. Yapmıştır da çalışma şartları korkunçtur, saatler boyunca ayakta dikildiği yetmiyormuş gibi kulübeden hallice bir yerde yüz iki kişiyle birlikte barınmaya başlamıştır. Ortamın leşliğinin yanında sıcaktan durulmaz, geçen her günle birlikte Erman’ın sinirleri de laçkalaşır. Bir gün öğle yemeği olarak zar zor edinebildiği bir hamburgeri yerken amiri bir anda ortaya çıkmış, “Erman, hmığını!?” demiştir. Anlamsız gibi görünen nidaya sonuna kadar açılmış gözleri ve ayaları göğe bakan elleri katabilirsiniz, “Çalışsana it?!” anlamına gelir bu ikisi. Erman başını “hayırdır” mahiyetinde hızla sağa sola salladıktan sonra şalteri attırmış, yarım hamburgeri adamın eline vermiş ve üstündeki personel giysisini dürüp yere fırlattığı gibi mekandan ayrılmıştır. Hikâye. Erman’ın anlattığının her zaman daha fazlası veya daha azı vardır ama neyin yoktur ki. Bu hikâyeyi altı ay önce paylaştı bizimle, sonra Almanya’daki beleş üniversitelere bakmamız gerektiğini, azıcık bir parayla o üniversitelerde okumaya gidebileceğimizi söyledi. Ben gitmedim, bildiğim kadarıyla Erman da gitmedi ama önemli olan Topal’ın anlattıklarının Erman’da cisimleşmiş olması, aşağı yukarı. Anlatıda Kirlihanım’la birlikte diğer arkadaşların debelenmek zorunda kaldıkları otelciliğin asıl yüzü var, insanlık dışı şartlarda yaşamaktan zengin misafirlerin gönlünü eğlemeye kadar. Kurallar yeter: kıl, tüy, yün yok, mutsuzluk yok, sürekli gülünecek, hırsızlık tabii yok, uslu uslu çalışılacak. Topal bütün bunları en başta örneğini verdiği mizahi dille anlatıyor da serbest dolaylı anlatıcının araya girip üfürükten yorumlar yaptığı bölümler facia, karakterlerin semt filozofu olarak dolanmaları ekşimik, diyaloglar pek poz. O iyi başlangıçtan sonra bir tatminsizlik sarıyor bünyeyi, aşırı ağır ilerleyiş bir yerde sıkıyor, hele sonlara doğru birkaç cümleyle çözülüveren düğümler, yani aptal yerine konduğumuzu düşünmek istemediğim için pek basit deyip geçeceğim. Üç patronun yaptıkları hayvanlıklar muazzam bir, Kirlihanım’ın az daha öte tarafa yollanacağı bir etkinlikte grup seks çeviriyorlar ve içlerinden biri bol bol para yiyen eşini cinayet oyununda katlediyor, ertesi gün bütün haber kanalları ünlü kadının ortadan kaybolmasıyla çalkalanırken olayın doğrusunu bilen iki üç kişi ses çıkaramıyor tabii. Kirlihanım hikâyenin ortalarında bir cinayete daha şahit olacak, bu kısmın da atmosferi çok başarılı. Aslında turistler için kurulan bir etkinlik alanının klostrofobik etkiyle birlikte ortaya çıkardığı sömürülme düşüncesini somutlanmış halde görür Kirlihanım, otelin çalışanlarından Aslı’nın üzerindeki metal zımbırtının aslında yemekten önce kullanılan bir aparat olduğunu öğrenir. Patronlar Aslı’yı bir güzel yiyecektir, adeta bir ritüele hazırlanır gibi hazırlanırlar bunun için. Araya bir sürü vecize sıkıştırılır tabii, parası olan her şeyi yapar, ahlak kaidelerini para yazar, para her yasadan üstündür, böyle şeyler. Bazıları makuldür, tahammül edilebilir kısalıktadır, bazıları da kitabı hemen elden çıkarmaya teşvik eder: “Volki gün boyu deniz tuzu ve güneşten cayır cayır yandığı için duşa girmek ve serinlemek istiyordu bir an önce. Zaten hayatın çoğunu bu tür zaruri ihtiyaçlar işgal eder, bu yüzden yıkanmadan, tıkınmadan, boşalmadan, uyumadan yaşayamayız.” (s. 183) Teşekkürler Gecelerin Yargıcı.

Nedir, civardaki komünal denebilecek bir mekanda geçirilen güzel zamanlar da vardır, buradaki tiplerin aşırı orijinal yanları bir güzel anlatılır. Her diyalog bir hayat dersi içerir adeta, “pansiyon felsefesi” kıssadan hisseyle okuru cezbeder. Sondaki üç olay belki de en can alıcılarıdır, haliyle herkesin birbirini bum çiki bumlamaya çalıştığı bir ortamdır otel ortamı, Kirlihanım da kendine Ahmet nam mühim bir abi bulur, yetmez, bir de âşık olur Ahmet’e. İyi ki Ahmet de ona âşık olmuştur yoksa Ahmet’in bir trafik kazasında şak diye ölmesi o kadar da yaralamayacaktı hem Kirlihanım’ı hem okuru. Üstelik işteki son günüdür Ahmet’in, Kirlihanım dank diye şutlanınca o da çalışmaktan vazgeçmiş, birlikte göç etmeyi teklif etmiştir. Kazadan önce Kirlihanım’ın bir yemek faslı vardır, evlere şenlik. Selim adlı aşçımız yemeklerini erotik erotik hazırlar, bütün sevgisini katar yemeklere. Gerçekten. Başa kakıla kakıla anlatıldığına göre yemeğe katılan sevgi kadar önemli pek az şey vardır metinde. Kirlihanım patlayasıya yer, Ahmet’in ölüm haberiyle fenalıklar geçirir, Kokni adlı arkadaşının yardımı ve bir dünya tütsüyle kendine gelir nihayet, iyileşmesi için kendi pisliğinin içinde yatması gerekmiştir çünkü öyle tütsü mütsü bir miktar da pislik gerektirir, malum. Yapacak başka bir şey yok, Kirlihanım ve arkadaşları bir araya gelerek plan yaparlar, müthiş bir karışımla oteli havaya uçurdukları zaman patronlar ölür, müşteriler ve çalışanlardan da ölenler olmuştur mutlaka, bilmeyiz. En son da Kirlihanım otelden ayrılır, Alice’in yolculuğu son bulur. Harikalar diyarı şenlik ateşine dönmüştür.

Denk gelen okusun diyeceğim, o dünya ilginç ama anlatım kötü. Yarısı çıkarılsa iyi novella olur bu metinden.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!