Elif “Shafak” Şafak’ı bir temiz çalkalıyor Altun, toplumsal bir hareketin anlamsızlığını Elif Şafak’tan bilen -Şafak dahil olduysa tatava- Serdar Turgut’u alıntıladıktan sonra kendi bombalarını bırakmaya başlıyor. “İki kütüphanem vardır, Elif Şafak (E.Ş.) ürünü tek kitabım yoktur. Ritmik bir üslubu olmasına rağmen onun yansıttığı iç dünyayı varsıl bulmam. Göz gezdirdiğim paragrafları yapay değilse iğretidir; sanki ‘kişiye özel’ bir hedef için sözcükleri yan yana itelemiştir.” (s. 27) Kitaplarının İngilizceye çevrilmesinde çok çaba göstermiş, Altun’un takdirini kazanmıştır Şafak, ne ki büyük dergilere, gazetelere onca yazı yazdırmasına rağmen küresel ilgi odağı olamamış, romanı yüzünden yargılanırken ilk duruşmada beraat edince yeterli reytingi toplayamadığı için sevinemediği iddia edilmiş. Altun böyle söylüyor, ilerleyen maddelerde iddia edilenin kendi düşüncesi olduğunu dile getiriyor, hatlar karıştı herhalde. Küresel ilgi odağı olsaydı Altun’un fikri değişir miydi, sanmam, belki dili yumuşar ve metinlerden örneklem sunardı ama beğenmeyişini izah ederdi. “E.Ş.’yi; yetenek özürlü oğlunu padişah yapabilmek için çırpınan, sınır tanımaz haseki sultanlarına benzetirim…” (s. 27) Komik, aşırı sert, hani başka mevzular mı var bu sertliğe yol açan, düşündüm. Devam: “Shafak” tam karşılığı değil soyadın, “Shafuck” olacakmış. Başka ülkenin “Shafak”ları için önerilere “Shafakian”, “Shafaguez”, “Shafakullah” falan giriyor, dalgalar uzadıkça düşmanlaşıyor, kıvrak zekânın yaratısı olmaktan uzaklaşıyor sanıyorum. Nedim Gürsel ve Tuna Kiremitçi konusunda durum daha iyi, ellili yaşlarında sanat yaşamının kırkıncı yılını kutlayan Nedim Gürsel’e buradan temiz bir sliding tackle var, Allah’ın Kızları üzerinden bir oryantalist oryantal eleştirisi, Batı’dan Doğu’nun görünümünü tırıştırık metinlere sokmanın bedeli. Ona da bir dava açılmış, Gürsel’in hakkını arayışı bir edebiyat olayı. Tuna Kiremitçi’nin aşırı havalı yazarlığı da nasibini alıyor, düşüklerin yükselişi satış rakamlarına bağlandığı için. Baskı üzerine baskı yapanların kıymetlerini nicelikten bilmenin yanlışlığına değiniyor Altun, vasat çoğunluk için yazılan vasat metinlere savaş. Canan Tan’ın kanona giremediği için öfkelenmesi, nitelikli eleştirmenlerin dikkatini çekemediği için hörelenmesi geçiyor bir iki yazıda. Yani bunlarla bu kadar uğraşmak kaçak güreşmeye benziyor biraz, Altun kötü metinlerle ilgili hemen hiçbir şey yazmadığını söylediğine göre bu isimlerden defalarca bahsetmesi neden? İtlik, hergelelik yapayım, Altun’un Ku(r)şun Lezzeti nam metninde geçen medya tekeli birilerini fena işkillendirmiş, o metnine kadar malum çevreyle iyi ilişkiler kuran Altun romanının patlamasından sonra Doğan’ın hiçbir yayın organında yer bulamamış. Röportaj yok, metinlerine dair yazı çizi yok, hiçbir şey yok. Haliyle diş mi bilemiş artık bilmiyorum ama o dönem Erdoğan’la Doğan arasında çıkan hırgür sırasında Erdoğan’ın söylediklerini arkalıyor Altun, sonra Yeni Şafak‘ta çıkan bir yazıyı alıntılayarak -yazıda malum metni övülüyor- romanını fişekliyor. Silkelediği üç yazarın kitaplarının o sıra Doğan’dan çıktığını söyleyecektim asıl, söyledim. En hafif tabirle hoş değil. Bir de metinlerinden bahsetmesi, metinlerinden sürekli bahsetmesi, metinlerini yazmak için gittiği yerlere dair ilginç olmayan bilgilerle boğması maddelerini, dayanılır gibi olmadığı için serinin üçüncü kitabını boğuntudan kurtulunca okuyacağım artık. İnci Aral’a çıkışması da ilginç, Aral Türkçeyi en iyi kullanan yazarlardan biri olarak görüldüğünü ama aynı fikirde olmadığını söyleyince Altun taş atıyor hemen, “biz böyle bir şey söylemedik, oyna devam” diyor resmen, sonra bir taş daha atıyor aynı anlamsızlıkla. Altun’u çok önemserim, kurmacaları başarılıdır, üniversitede Bernhard’ı falan ondan öğrenmişimdir de neredeyse Semih Gümüş’ün mertebesine inecek gözümde, üzücü. Semih Gümüş için söylediklerine sonuna kadar katılırım bu arada, az bile söylemiştir hatta. Memlekette kurguyu Semih Gümüş’ten daha vahim çoraklaştıran kimse yoktur herhalde, varsa beri gelsin. Son bir şey daha söyleyeyim, ödül mödül bir şey vesilesiyle medyada adı geçen Rasim Özdenören’i hiç duymadığını söylüyor bir yerde Altun. Nasıl yani? Hiç mi merak etmedi “karşı mahalle”de neler oluyor, neler yazılıp çiziliyor, Topçu’sundan Pakdil’ine yüz tane isim varken birine kancayı atıp diğerlerine varmak aklının ucundan geçmedi mi? Enis Batur az çok bilir mesela, Altun da çok yakın Batur’a, yani benim aklım almadı böylesi nitelikli bir bibliyofilin Özdenören’i hiç duymamış olmasını ki Altun’un mahallesindeki çoğu yazarı da sırf öyküleriyle cebinden çıkarır Özdenören. Şöyle şeyler demeyi hiç sevmiyorum, durduk yere safsata, savunu oluyor da diyeyim: Eşikte Duran İnsan‘ı falan dil bahçesidir fakat kötü kokar, boğar. Hiç sevmem Özdenören’in rahleden geçkin üslubunu ve fikirlerini, bence okurun kafasına dogma fırlatmaktan başka bir şey değildir denemeleri, onun inandığına inanmadığım için bana uyduruk gelir ama hakkını da vermeli. Az önce verdim. Neyse, kısacası Altun gördüğü şeyi çok iyi görür ama iyi görmenin bedeli herhalde, başka hiçbir şeyi görmez diyesim yok fakat söz konusu mu etmez nedir. Mesela yeni çıkan kitapları anar ara sıra, Kanat’tan bir iki kitap sayar ki onları saymasının nedeni de bir kitabın yeni bir şeyler yazıp yazmadığını merak ettiği Vivet Kanetti’nin kitabı olmasıdır. 2000’lerin ikinci yarısında neler neler basıldı mesela, ne yayınevlerinden neler çıktı, bunları Altun’un yazılarında hemen hiç görmeyiz, çeşitlilik azdır. Önerilerinde YKY, Sel, Can, Metis falan öncelenir, geriye kalanı da eş dost kontenjanı mı, aşırı dikkat çeken kitaplar mı artık, o kadar. Küçük bir çevrenin içindeki haberleri verir Altun, şöyle genişçe bir bakışı yoktur. Eksik midir, değildir, Altun’un gördüğü derya denizdir ve gösterdiği odur, başka derya denizler için başka yerlere bakmak lazım.
Yine bir dünya müzayede haberi var, nadir kitapların ederleri, Altun’un Gümüşsuyu’ndaki okumaevine taşıdığı sayısız kitap, kitapların arasından çıkan ilginç notlar, kitaplara atılan imzalar, yazarların başka yazarların kitaplarını kimlere ateşledikleri, bir sürü teferruat. Altun’un en sevdiği on kitabın onu da Bernhard’ın. Hüsnü Şenlendirici’yle Tuna Kiremitçi’yi görünürlükleri açısından kıyaslamasında yetenek açısından bağdaştırma hatası var, biri vasat altı bir yazar da diğeri dünyanın en önemli klarnet virtüözlerinden, birlikte çaldığı isimlere bakmak yeterli. Mahir Öztaş’tan yeni bir roman istiyor Altun, katılıyorum ve dileğini yüz yüze tekrarlayacağını ümit ediyorum. Sıklıkla andığı İbrahim Yıldırım’dan da isteyebilir ama güzel haber, Yıldırım’ın yeni metnini ülkenin en süper yayınevlerinden biri basacak yakın zamanda. Satış sayıları var, çeşitli ülkelerde şu kadar kitap satılmış, bizde bu kadarmış, aradaki uçurum felaketmiş. Yani bu şeye benziyor biraz, ne kadarı şehir efsanesi bilmiyorum ama Muazzez İlmiye Çığ şöyle bi şey demiş: “Tabletlerde gençlerden yakınan yaşlılara denk geldiğimde genç nesli eleştirmeyi bıraktım.” Bizde kitap yoktur, fiziken de yoktur, işlevsel geçişlilik sağ olsun bir şeyin altlığı olarak, mesela kaykılan masanın bir bacağının altına konarak kullanılır çünkü onca eciş bücüş şeklin bir araya getirdiği anlamı çözmenin pratik bir karşılığı yoktur milyonlar için. Sayıların önemi kalmıyor bu durumda, kendime okuyup yazıyorum, başka hiçbir şey beklemiyorum ki neden bekleyeyim, onu da bilmediğimden bu yakınmaları can sıkıcı buluyorum. Kitap o-kun-mu-yor, bu kadar basit. Okunması için süper şeyler yapılıyor ama, eğitim öğretimin her kademesinde afili etkinlikler durmadan pörtlüyor misal. “Hadi Kitap Okuyalım, Cehalete Tepik Atalım” falan, çocuklara kitaplar aldırılır, bir iki okuma teşebbüsü, bitti. Daha beriye, derine gidip görmek lazım asıl ne eksik.
Üçüncü cilt beklesin az.
Cevap yaz