Richard Sugg – Periler: Tehlikeli Bir Tarih

Derinlemesine bir araştırma, Sugg poltergeist‘a inandığını söyleyene kadar iyi gidiyor, orada bir topallıyor ama düzeliyor hemen. Evet, vardır ama bir şeyin var olduğunu söylemek, o şeyin varlığı kuşkuluysa bütün büyüsünü kaçırıyor. Aydınlanma’yla birlikte perilerinki yeterince kaçmış ama Britanya’nın kırsalına pek uğramamış yücelmiş akıl, daha doğrusu başka bir yaşam biçimi sürüyor doğanın kalbinde. “Bir zamanlar perilere inanmamak tehlikeliydi. Sonrasındaysa perilere inanmak tehlikeli oldu.” (s. 16) Patikaların insanı neyle karşılaştıracağı belli değil, Clézio’nun Göçmen Yıldız‘ındaydı galiba, hayvanlarıyla birlikte çiftliğine dönen karakterin karşısına tepelere doğru ilerleyen garip insanlar çıkar, tuhaf bir melodiyi hımlarlar, hemen etki altına alırlar adamımızı. Akşamdır, güneş batmıştır, güruha katılıp bilinmeyene doğru yürümek ister adam, sonra biraz dikkatli bakınca onların süzülürcesine hareket ettiklerini fark edip kendine gelir. Gördüğü bu dünyaya ait bir şey değildir, koştur koştur evine döner. Kötü ruhlar mı, belki, kötü periler de olabilir. Yeşil veya kırmızı renkli kıyafetleriyle ortalıkta dolanan, sonraları kanatlara sahip olan bu varlıklar sayısız biçimde temsil edilirler, boyları bir parmaktır veya çok daha uzundur, kıyafet giyerler veya giymezler, konuşanları vardır, zırvalayanları vardır, hiç ses çıkarmayanları vardır. İyilik de yaparlar, brownie denen ev perisiyle ilgili sayısız hikâyeyi aktarır Sugg, bu peri türü evin yarım kalmış işlerini tamamlarlar. Yüze yakın hikâye anlatıyor Sugg, çoğunu 19. yüzyıldaki hikâyeleri derleyenlerden aktarıyor, inancın ne ölçüde çeşitlenebileceğini gösteriyor. Kıyafetleri katlayıp koydu, altınını verdi, iyilikten iyiliğe koştu peri, diğer yanda canımıza okuyanına hiçbir şey yapamadı zannederim. Kafası ters dönmüş insanlar bulunuyor ıssız yerlerde, delirenlere rastlanıyor, türlü eziyet. Cadı avı zamanında farklı bir kimlik kazanıyor periler, aslında her çağda, toplumsal her çalkantıda farklı bir yönleriyle ortaya çıkarılıyorlar. Changeling denen türü ilginç, kundaktaki bebekleri kaçırıp kendilerinden olanları koyuyorlar diyelim, insanlar bu bebeklere eziyet ederlerse asıl bebeğin geri getirileceğini düşündükleri için işkence ediyorlar, öldürüyorlar hatta. Çocukların da başına gelen bir şey bu, akıl hastalığından mustarip olanlar varsa en yakınları eziyet etmeye başlıyor, ölüm yakın. Bir vakayı uzun uzun anlatıyor Sugg, evli bir kadın hastalanıp perisel hareketler yapmaya başlayınca komşu mambo cambocu hemen eşinin aklına giriyor, kadının perilere katıldığını iddia ediyor. Katlediyorlar kadını, yargılandıkları zaman eylemlerini savunmalarına karşılık hakim sadece gerçeklerle ilgilendiğini, saçmalamayı hemen kesmelerini söylüyor. İlginç, çok uzak olmayan bir zamanda perilerin karıştığı davalarda aksi yönde kararlar çıkıyormuş, üstelik yol yapım çalışmalarında birkaç aksilik üst üste geldiğinde planlar hemen değiştiriliyormuş perilerin yolu tıkandığı için musallat olma durumu ortaya çıktı diye. Hukukun seyrini izliyoruz bu hikâyelerde, aklın söylencelerle nasıl sınandığını görüyoruz, bombastik. Ev inşa ediliyor diyelim, iş tamam, aile yerleşip yaşamaya başlıyor da Ömer Seyfettin’in “Perili Köşk”ünde olduğu gibi huzursuz ediliyor insanlar, başlarına tuhaf işler geliyor, en sonunda “bilen birileri” evin bir kısmının peri yolundan geçtiğini ortaya çıkarınca yıkıyorlar o kısmı, bütün gariplikler son buluyor. Bazen ne yapılırsa yapılsın “saldırı” kesilmiyor, belki zar zor yapıyorlar o evi ama terk etmek zorunda kalıyorlar, sıklıkla rastlanan yıkıntıların, metruk binaların sebebi bu olaylar. Yolları vardır hatta tepeleri bile vardır perilerin, uzaklardan görülebilir, yakınlarından geçenin aklı yerinde değil demektir. Çok az insan Tanrı’yı, Mesih’i gördüğünü iddia etmesine rağmen perileri gördüğünü söyleyenler şaşırtıcı biçimde fazla. Profesörler bile var, gerçi geçtiğimiz yüzyılın başında yaşamış insanlar ama saygın olanlarının söylediklerini nereye koymalı? Arthur Conan Doyle’un yayılmasına yardımcı olduğu peri kızı fotoğrafına ne demeli? Kafayı spiritüel meselelerle bozduğu malum büyük yazarın, periler de giriversin araya, olur. Sınıf farklılıklarını açığa çıkaran bir mevzudur bu aynı zamanda, altta kalanların eylemleri katı biçimde cezalandırılırken burjuvalar, soylular bir şekilde yırtmayı başarırlar, mahkeme onların aleyhine karar vermez. Perilerin insan ayırmadığını anlarız, yollarına kim çıkarsa bir şekilde iletişime geçerler, hayatı kökten değiştiriverirler. Öyle bir dünyadır çünkü, dikkat dağıtacak hiçbir şey yoktur etrafta, tarla bahçe işlerinden arta kalan zamanlarda peri hikâyeleri anlatılır, orman kıyısında yaşayanlar ucube bir varlığın fırlamasına hazırdırlar, balıkçılar foklarla karşılaştıklarında olağanüstü şeyler yaşamayı beklerler. Hıristiyanlıkla pagan inançların karışımına, daha doğrusu sonradan gelenin halihazırda var olanı özütmesine iyi bir örnektir periler, söylencelere göre meleklerin Cennet’ten atıldıkları sırada Cehennem’e de girmeyenleri -yeterli popülasyona ulaşıldığı an kapılar kapatılmış sanıyorum- arada kalmış, dünyaya düşmüşlerdir, dolayısıyla suda, havada ve toprakta bol miktarda bulunurlar. Sudakiler fok kılığında belirirler, biçim değiştirerek karaya çıkarlar ve ortalığı karıştırırlar. Havadakiler bulutların biçimlerini değiştirirler, bulut olarak görünürler, keyiflerine göre fırtınalara yol açarlar ki İrlanda’daki korkunç kıtlığın perilerin marifeti olduğunu söyleyenler az değildir. Topraktakilerle karşılaşıyoruz daha çok, insanlığın seyrine göre kılık değiştiriyorlar, günümüze kadar yaşıyorlar. Shyamalan’ın The Watchers‘ı biraz bulandırıyor hikâyeyi de perilerin temel özelliklerini göstermesi açısından önemli, bu varlıkların söylendiği kadar da şeker renk olmadığına dair iyi bir kurgusu var. Bizdeki “iyi saatte olsunlar”a benzer bir şekilde anılıyor bunlar aslında, gentry deniyor en üst sınıfına falan, maksat adlarını sesleyip çağırmamak. Tom Bombadil’in ilham kaynağıdır, bir perinin gücünün yetemeyeceği pek az şey vardır, kızdırıldığında çok tehlikeli canavarlara dönüşebilirler. Filmde bir grup insanı gözlemler bunlar, insanlarla savaşıp yenildikleri için yerin altına hapsedilmişlerdir ama biri uyanıktır, kurtulur, insanların arasına karışır. Radikal bir fikir, insanlar perilerle evlendiklerini pek az düşünmüşlerdir. Evlerine kadar girer periler, belki daha ileri de giderler ama sınırı aştıkları görülmemiştir. Ölen insanların ruhlarının perilere dönüştüğüne dair inanç başka. 1800’lerde bir İrlanda köylüsü olsaydık, mesela kıtlık sürerken arkadaşlarımızın ölümleriyle birlikte etrafımızda iyiliğimiz için nöbet tutan çok sayıda peri olduğunu düşünürdük, pek sevilmeyen biriysek aynı durumda başımıza bir felaket gelmemesi için dikkatli olurduk. Ölü doğmuş çocukların ruhları da periye dönüşebilir, bir zamanlar canlı olan her şey perileşmeye müsaittir. Gündelik yaşamın bir parçasıdır periler, hani sıradan sayılmazlar ama ölümüne şaşırtmazlar da. “Eğitimli Hıristiyanların teolojiye veya evanjelizme ilave ettikleri tüm duygusal, zihinsel ve yaratıcı gayretler köylü kitlelerce kök, yaprak, toprak ve taşların özüne ve kütlesine çok daha hızlı ve duyusal bir şekilde aşılandı. Bu ikinci tür tapınma genellikle aynı dindarlığı ve saygıyı içeriyordu. Yine kendimize hatırlatmamız gereken şey bunun okuma yazma bilmeyen insanlar için ne kadar farklı olması gerektiğidir.” (s. 35) Shakespeare’in metinlerindeki perilerle Peter Pan’in gittiği dünyada gördükleri arasında fark vardır tabii, ikincisinde dünya daha köşeli, katıdır. Sugg oyun sırasında seyircilerin perilere dair coşkulu tepkilerini tiyatro, seyirci ve modern dünyada inancın yeri açısından enteresan bulur, bilim ne kadar hükümranlığını ilan etmiş olsa da çocuk ruhunu hatırlayabilen herkes aynı coşkuyu yaşar, perilerin varlığını yadsımaz. Uydurma bir tarih üretilmiştir onlarla ilgili, ikna edici hikâyeler türetilmiştir, Merlin’den bilmem kime dek birilerinin etrafında olmuşlardır sürekli. Sugg’unki iyi bir çalışma, perilerin huyundan suyundan da dem vuruyor. Ama: yer yer berbatlaşan bir çeviri var elimizde, edisyon daha da kötü, yani bunu bu halde basmak okura resmen küfretmek demek. “Giysileri alev aldığında görünüşe göre Bridget’i öldürdükten sonra lamba yağını kapıp ve bunu kadının üzerine atmıştır. Kadın birden alevlenmiştir. Geri çekilmiş ve daha fazlası üzerine gelmiştir. Görünüşe bakılırsa toplamda üç defa olmuştur.” (s. 123) Bu ne abi.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!