Öykülerde yaşını başını almış adamlar var, aldıkları yaş baş yüzünden -herhalde- bir şeyleri değiştirmeye çalışıyorlar. Dünya “bu artık böyledir” aşamasına geldiğinde bir şeyler yapmak isteriz, yaparız, mesela boks öğreneceğim ben, önümüzdeki ay başlıyorum. “Dünya Yuvarlaktır”daki adamımızın çoluğu çocuğu yok, eşi de yok, boks öğrenmeye de başlamıyor, isminin nereden geldiğini araştırıyor. Bildiklerine bakıyor, anlıyor ki herkesin bildiğini biliyor: Ay tepemizdedir, nefesli çalgıların nefesi insandandır, selamlaşma sırasında şapka çıkarılır, sucker punch bir sanattır. Her şeyi bildiği için canı sıkıldı, bari bir bilgiyi sınasındı, dünyanın yuvarlaklığını sınamaya karar verdi. Dünya düz gibi görünüyordu, binlerce yıldır bu böyleydi, gerçi insandan önce de düz gibi görünüyordu ama görecek göz, daha doğrusu gördüğünü düşünecek göz, yani soyut düşünce yetisine sahip bir beyin olmayınca kaç yazardı dünyanın öyleliği veya böyleliği, Antik Yunan zamanında insanlar Mısır’a ve Atina’ya mı, nereyeyse, iki direk dikip gölgelerden çıkarabilmişlerdi dünyanın yuvarlaklığını da bildiğimiz anlamda bilim henüz ortaya çıkmamıştı, bazı kavramlar bazı kavramlardan henüz kopmamıştı, adamımızın zamanında çoktan koptuğu için iş kolaydı, bir yerden yürümeye başlamak o yere dönmeyi gerektiriyordu önünde sonunda. Çok küçük bir varlığı düşünelim, bir yüzyılda tırnak ucu kadar bir mesafeyi kat etsin, döndüğü nokta aynı nokta olacaktır ama tektonik levhaların hareketlerinden ötürü döndüğü yer aynı yer olmayacaktır. Bunun ne kadar hüzünlü bir şey olduğunu bir ben biliyor değilim, Thomas Wolfe da biliyor. Neyse, adamımız dümdüz ilerlemeye karar verir, evinden çıkar, bakar ki önünde kocaman bir ev var. Şair değildir, bu yüzden evin içine girmeyi akıl edemez de edenleri hatırlatır, sonra mekanik çözümler bulmaya girişir. Eve dönüp hesap kitap yapmaya başladığında sonu gelmeyecek bir labirentin içinde bulur kendini, merdiven bulsa evin ardındaki orman için başka alet, denizler için gemi, başka işler için vinç gerekecektir, bunları taşımak için kamyonlar, insanlar, sonra arabalar için ikinci bir gemi ve vinç, gider böyle. Alt kümeler çoğalırken masraflar da çoğalır, bakar ki olmayacak, merdiven alıp yoluna bakar. Anlatıcı bu noktada olaylara şahit olduğunu açık eder, öncesinde bir şahıs olduğuna dair hiçbir bilgi yoktur, adamımızın bilmediği tek şey bu olabilir. Merdiveni dayar, evi aşar, ortadan kaybolur. Anlatıcı, adamı bir daha hiç görmez, on yıl geçtikten sonra hikâyeyi anlatır, adam belki Çin’de vazgeçmiştir, belki hayattan göçüp gitmiştir ama en iyisi bir gün geri döndüğünde dünyanın yuvarlak olduğuna inandığını söylemesidir. Öykümüz burada biter, bir dolamdır, akarı kokarı yoktur, temizdir, Bichsel diğer öyküleri de çocuklara ve çocuklara yazılmış öyküleri sevenlere yazdığı için olması gerektiği gibidir. Buysa olması gereken. Çocuk kitabı okumadım hiç, bilmiyorum. “Masa Masadır” bir masanın hangi koşullarda masa olduğunu gösteren öyküdür, tabii önce masanın ne olduğunu ve ne olmayacağını bilen bir yaşlı adam lazımdır, öyküde bu yaşlı adam vardır. Gülmez, “kötü olmak için bile yorgun”dur, bir zamanlar o da çocuktur fakat çocukları yetişkin gibi giydirdikleri zamanlarda çocuk olduğu için biraz da yetişkindir çocukken, yetişkinken daha da yetişkindir, yine de bir gün sokakta dolanırken çocuklar gibi mutlu olur, her şeyin her şeyliği çok hoşuna gider, kuşlar uçmakta ve çocuklar oynamaktadır mesela. Nedir, eve döner, evde de her şey her şeydir ama evin bu durumu can sıkıcıdır, bir şeyleri değiştirmek lazımdır, adam gücünün yettiğini bulur hemen: eşyaların isimlerini değiştirecektir. “Masa” artık “muz”dur mesela, “ayak” hemen “jakuzi” olur, her nesnenin ismi başka bir nesnenin ismine dönüşür ama ismi değişen ismi değiştirilenin ismini alır mı, bunu bilmiyoruz. Şunu biliyoruz, kepek pak çakmak kupasında tüy belerken sağ koyar. Kimse anlamaz bu adamı artık, söylediklerinin bir karşılığı yoktur, bu yüzden eğlencesi de yarım kalır ve sessizliğine geri döner. Kimseye selam vermemesinin ismini değiştirmediği için aslında selam verebilir ama şapka çıkarmak yerine gömleğinin düğmesini yiyorsa bilemem. “Amerika Yok” var, Amerika’nın yokluğundan bahseden adamın hikâyesine inanmayan bir anlatıcının öfkesidir bu öykü. Beş yüz yıl önce İspanya’da geçen bir hikâye, anlatıcı aktarıyor. Kral tam bir kral gibi yaşıyor, baş kestirmede birinci. “Yoksul insanlar, kral gibi yaşamanın güzel olduğunu hayal ediyorlar ama ızdırap içindeki kralın da kendileri için en doğru yaşam biçiminin yoksulluk olduğunu düşündüğüne inanıyorlar.” (s. 33) Hah. Kral mutsuz, soytarılarını sürekli değiştiriyor, aylar boyunca güldüğü bir şey artık güldürmeyince hemen yenisi. Hansçık son soytarı, korkunç bir gülüşü var, kral sıkıldığında idam sehpasına çıkartıyor bu soytarıyı da Colombo’yla tanışıyor şans eseri, Colombo’ya göre darağacının üzerindeki güvercinler Hansçık’ın kahkahalarına rağmen orada duruyorsa soytarı serbest bırakılmalı. Kral düşünür, Colombo’yu sarayına alır, etrafındakilerin söylediklerine göre kimlik değiştiren Colombo denizci olur ve yeni bir ülke keşfedeceğini söyler, düşer yola. Ormanda bir müddet saklanır, geri döndüğünde ülkeyi bulduğunu söyler, oralarda dolanan Vespucci hemen yola çıkıp o ülkeye kendisinin de gideceğini iddia eder. Gerisini biliyoruz, Amerika’ya hiç gitmediğimiz için öyle bir yer olmayabilir ama insanlar orada yaşıyorlarsa öyle bir yer vardır. Belki. Calvino’nun şu felsefi öykülerini anımsatıyor Bichsel’in öyküleri, fenomenolojiden beslenen metinler sanki.
“Mucit” kendi başına icat çıkaran bir adamın sosyalleştikçe gerçekten mucit olduğunu anladığıdır, icat ettiği şeyler çok önceden icat edilmiştir ama haberi yoktur, mağarasından çıkıp kalabalığa karışınca uzaktaki şeyleri gösteren icadından bahseder, televizyon olarak karşısında bulur icadını. Bulduğu başka şeylerin ismi bile vardır, bir şeyi bir şey yapan şeyler olmaktan çıkalı çok olmuştur, mucidin canı sıkılsa da icat etmeye devam eder çünkü kendisi içindir ne ediyorsa, dünyanın geri kalanı umurunda değildir. Ha, öyküde Edison olmasa karanlıkta kalacağımız söylenir ama doğru değil bu bilgi, elektrik şebekesinin kurulması biraz daha gecikirdi ama biri bulurdu o zımbırtıyı, tekniğin acayip ilerlediği bir çağda her şey tekil yeteneklere bağlı değil. “Akıllı Adam” işte, hayranı olduğu trenlerin her şeyini bilir, hangi vagonda yemek verildiğini, hangi trenin ne zaman kalkacağını, istasyona varacağını, nerede duracağını bilen bir kendisi vardır fikrince, bakar ki gişedeki adam da her şeyi bilmektedir, yani o noktada o devinimle ilgili bilinebilecek şeylerin hemen hepsini bilmek elbette büyük iştir ama büyük işler birilerinin tekelinde değildir, ünlü düşünür Tosin Abasi’nin dediği gibi daha iyisi hep vardır, daha kötüsü de vardır, vazgeçmemek iyidir ama başka bir alanda daha iyi olabileceksek o alana geçmek de yenilgi değildir. Adamımız da istasyondaki merdivenlerin sayısını ezberler, sonra şehirdeki bütün merdivenlerin sayısını ezberlemeye başlar, bu da onun zaferidir. Bir alanın en iyisi olmak yaşamaya değer tek şeydir bazıları için, birilerinden daha iyi olmak da yeterlidir. Yetinmek de yaşamayı değerli kılar, huzur nereden gelecekse.
“Jodok’un Selamı Var” çok iyi bir öykü, “Artık Hiçbir Şey Bilmek İstemeyen Adam” da çok iyi bir öykü, Bichsel’in diğer metinlerini bilenler için mahalleye dönmek gibi bu öyküleri okumak. İyi.
Cevap yaz