Bütün’ün öykülerinde yaşamlarının tek boyutuyla ilgilenen karakterler var, örneğin “Kıldan Tüyden Damat”a baktığımızda annesinin evermeye çalıştığı bir akademisyenin hikâyesiyle karşılaşıyoruz. Anlatıcı otuz beş yaşına basınca annesi kızına tez elden damat bulmaya çalışıyor, tipik bir Trakyalı aile için tez elden evlenmek şart. Anlatıcı antropoloji okuduktan sonra akademik eğitimini sürdürüyor, kitaplarla ve yazıyla dolu bir yaşam sürdürüyor, bir yandan damat adaylarıyla yemekler yiyor ama işin sadece “evliliği denemek” kısmı söz konusu olduğu için hiçbir adayı istemiyor. Bu sırada antropolojiyle ilgili birtakım bilgiler veriliyor, Av Mevsimi‘nin antropolojiye karşı ilgi uyandırdığından bahsediyor. Yüksek lisans tezi erkeklik görünümleri üzerine, tanıştığı adaylar bütün erkeklerin davar olmadığını anlatmaya çalışıyor, tipik erkeklik temsilleri. Sona geleyim, anlatıcı akademisyen olarak yaşamını sürdürürken Hikmet’le tanışıyor, hassas bir Kürt’le. Birlikte yaşamaya başlıyorlar, bir de annesinin yaptığı büyü var, koç taşağının kıllarıyla ilgili. Böylece bitiyor öykü, anlatıcı anladığımız kadarıyla mutlu. Öyküde bağlantıların sağlam tutulmadığını düşünüyorum, antropolojinin ülkemizdeki durumuna geçiş, ardından erkeklerin baskıcı davranışları, sonra Hikmet ve büyü. Ögelerin yarattığı bir çatışma olmayabilir, okura bırakılmış çıkarsamalara uygun gizler de olmayabilir ama geçişler çok hızlı, öykü biraz dağınık. “404 Mahmut” için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Ankara’da üniversite sınavına hazırlanan çocuklar, Ankara manzaraları, devrimci abilerden öğrenilenler derken Mahmut’un “404” lakabını almasına yol açan bıyık olayı, son. Lüzumsuz detaylandırmalara bir örnek, Nail adlı karakterin kapıyı açan kız kardeşi İngiltere’de bir üniversitede akademisyen olarak çalışıyormuş ama bu bilginin metne eklemleneceği bir nokta yok, aradan yıllar geçtiğini anlıyoruz ama bu zaman aralığı anlatıyı genişleten bir işleve sahip değil, bu tür küçük çapaklar anlatı bütünlüğünü bozuyor. Kitap üç bölümden oluşuyor, ilk bölümde bu iki öykü var. İkinci bölüm “Yeldeğirmeni Öyküleri”, daha yekpare öyküler var burada. “Burası İstanboool!” adlı öyküde iki transın veya travestinin mahalleyle kurduğu ilişki anlatılıyor, sosyal ve mekânsal açıdan. Yeldeğirmeni’ni biliyorsanız bu bölümdeki beş öyküyü sokaklara, kafelere, pavyon benzeri oluşumlara oturtabilirsiniz, bunun haricinde Yeldeğirmeni biraz kendine has bir yapıya sahip, öykülerdeki detaylar mahalleyi “canlandırmaya” yetmez gibi geliyor bana. Örneğin bitişik nizam apartmanlar iyi, dörtgen yapının içindeki bahçeye açılan balkonlar da iyi, onun dışında biraz daha aydınlatılmaya ihtiyacı var okurun. “Kalabalıklar Yüzünden” bir anma, Nuh Köklü’nün anısına. “Hüdâ’nın Kamerası” mahallenin çok renkli yapısını ortaya çıkaran en iyi öykü sanırım, İran’dan kaçıp Türkiye’ye gelen Hüdâ, Ester Teyze, Asmin, semtin kadınları ve problemleri. “Yalan Dünyasın Amma Gerçeğin Aşktır” bu bölümün en “gerçek” öyküsü, zira karakterlerden biri kesinlikle benim arkadaşım. Öznel bir şey. Yeldeğirmeni’nde oturuyor, öyküdeki gibi arkadaşlarıyla buluşup çene çalıyor, aşk anlayışlarının çarpıklığından bahsediyor, erkeklerin öküzlüğünden bahsediyor, mahallenin sağladığı rahatlamanın tadını çıkarıyor bir açıdan. “Tavlacının Kızı” bölümün son öyküsü, tavla üzerinden birkaç karakter arasındaki sıcak ilişki ele alınıyor. Hoş. Pardon, son öykü değilmiş, “Çekçek” son öykü ve gerek ele aldığı konu olsun, gerek anlatım şekli olsun, kitaptaki en “öykü” olsa gerek. Ayten kağıt topluyor, kalp hastası eşine ve çocuklarına bu iş sayesinde ekmek götürebiliyor. Kağıtları alan Zafer’le aralarında cıztbızt var, çok tatlı. İçten içe birbirlerine ilgi duyuyorlarsa da Ayten’in tarafından görüyoruz sadece, Ayten bütün yoksulluğuna rağmen güzel giyinmeye çalışıyor, Zafer’e güzel gözükmek için. Yükseltilen gerilim finalde gayet tatmin edici bir şekilde çözülüyor, iyi bir öykü.
Son bölüm “Tedirginlikler”, ben sadece “Anna’sız” adlı öyküden bahsedip bitireceğim. Van’dan Gökçeda’ya “taşınmak zorunda kalan” bir aileni küçük çocuğu okula başlıyor, Anna’yla tanışıyor. 1980 öncesinde Rumlar henüz gönderilmemiş, sayıları fazla, ada renkli. Tatlı bir çocukluk aşkı, ardından darbe, zorunlu göç. Acı ve kabulleniş. Bu da iyi bir öykü.
Bazı öykülerde başta bahsettiğim problemler mevcut, kalanlar daha başarılı diye düşünüyorum. Onur Bütün daha iyilerini yazacak bence, güzel bir başlangıç.
Cevap yaz